Kolektif alanın inşası içinde transfer emekler vardı.
Kolektif birim zamanlar vardı. Ortak işleyiş ve ortak yararlanımla üretim ve
tüketim kaynakları vardı.
Kolektif alan kaynakların ortak yararlanması esası içinde
paydaşlı bir kullanım sahipliğiydi. Paydaşlı nedenle kolektif alan zaten
paydaşlarıyla kalabalıktı ve hiç yalnızlık bilmiyordu.
Oysa Âdem, yalnızlığın bilinmediği kalabalık ve paydaşlı
kolektif alanda ayrıldı. Hem de mal sahibi olarak ayrıldı. Boş alanları da
kolektif kapasiteli aklı ve düşüncesiyle işlemek sureti ile mülk edindi.
Ve Âdem kalabalık kolektif alanda kendisine paydaşlar
tanımama zihniyetiyle, kendisine mal mülk sahibi benzerler tanımaz olma
zihniyetiyle ayrıldı. Mülk sahibi olmanın yalnızlığı içine girdi.
Gelecekteki efendiler El mantığı adı altında kolektif sistem
içinde kolektif sisteme " mülk sahibi nam ve söylemi içinde" tuzak
kurmuşlardı. Efendiler bu kes bir tuzağı da köleci sistem içinde kurmuşlardı.
Monarşi içindeki tüketip kullanılacak maldan, üretip
çalışılacak mülkten yoksun olanların; çalışmasından başka bir şeyleri
olmayanların yaşam ümidi de tükenmişti.
İşte yaşam ümidinin tükendiği bu anlama içindeyken efendiler
"yoksulların zorunlu çalışıp üreten kolektif bilincine ve kolektif
emeğine" talip olarak yoksullara "veli nimet olacaktılar".
Umudun bittiği yerde veli nimet olan efendilerin merhamet,
acıma, bağış, ihsan, himmet, cömert gibi söylemleri "umut var olmanın
tuzağı" olarak kölelere kurmuş kurnazlıklardı.
Bir başka tuzak da yine efendilerin insana kolektif paydaşlığını
ve kolektif payını kaybetmeleri sonrasında yaşanmıştı. Mülksüzlerin elinde
kalan son kırıntılar, sahibi olunan eşek misaliydi.
El kişiye "önce eşeğini kaybettiriyordu (işsizliğini
sağlıyordu). Sonra da El velinimeti olarak ona iş verip kişiye işini, eşeğini
bulmanın sevinmesini sağlıyordu.
İşte El 'in kaybettirilen eşeği veya işi, velinimet olma
sıfatı üzerinde kaybedileni yeniden buldurması bir tuzaktı.