Oysa Âdem ve Hava anlatısındaki aldanma,
aldatma işi hem köleci kültürün bir enstrümanıdırlar. Hem bu gibi anlatımlar totemi
izolasyon “yasaklarını” köleci dildeki mülk sahibi olmanın, mülksüz olmanın
yasaklarına çeviriyordular. Buradaki yasak totem yasalardaki gibi genel aidiyete
uygun izolasyonlu yasaklar değildi. Mülk sahibi olanın sözlerini çiğnenmemesi
bağlamında özelleştirmeci, cezalandırıcı, ödül vaatli yasaklar olarak kullanılıyordu.
Böylece Âdem ve Hava kolektif grup
temsilcisi olma yerine özelleştirmeci mantık ürünü olan mülk sahibinin Hava’ya Baal
olma, eş olma, koca olma türünden sahiplenişleri belirtmeyi temsil ediyordu.
Yine yasaklar mülk sahibi Adam’ın iradesini
öne çıkarıyordu. Yani üretim gücünden ileri gelen “kolektif irade”, mülk sahibi
olmanın, mülk sahipliği iradesine dönüşüyordu. Bu anlatımların kolektif özgeci zenginliği
bencilliğe indirgeyici yaklaşımlar olması dışında hiçbir inşaca gerçeklikleri yoktu.
El ittifaklı mantık içine giren
insanlar; ya da köleci imanı ahitle olan insanlar El söylemli ahit içinde El
seslenmesiyle, iman almış oluyorlardı. Ve aldıkları imanları gereği de El ‘e
ikrar veriyorlardı. Yani El mantığı güden inanıcı insanların kolektif alan
içinde kovulma seremonisi, köleci dilde ceza seremonili bir cennetten kovulma anlatımına
dönüşüyordu. Cennet neydi, cennet nereydi?
Hiç kuşkusuz ki cennet hiç kimsenin
unutulmadığı ve herkese göre paydaşlığı olan yerdi. Cennet Babil uygarlığını
ortaya koyacak olan kendi öncesi kolektif yaşam içindeki aktarımlardı. Bu
aktarımlar köleci dehşet karşısında su yüzüne çıkıyordu. Eski kolektif hafıza
kayıtları şimdiki kötülükler karşısında kendisini çağrışan hayallerle, kölelerin
rüyalarını süsleyen imajlardı.
Köleler de bu süslü hayalleri kolektif
alanın paydaşlığı üzerine yansıtıp birbirleri arasında anlatımlarla birbirini
etkiliyorlardı (büyülüyorlardı). Kolektif paydaşlık ilkesi bu yansımalarla köle
düşünce dünyası içinde cennet veya Aden bahçesi ya da İrem bahçesi diye
anlatımlarla cennete çizilen imge ve imajların kontrolü, aklın denetiminde çıkıyorlardı.
Babil saltanatı Babil’in ganimet
zenginliğiyle Aden bahçesinde sefa sürüyordu. Dillere destan olan bu imrenme
cennet algısıysa da saltanata göre olan herkese göre olmamakla tam bir cennet
tasviri değildi. Osmanlının lale devri gibiydi.
Ademle Hava herkese göre olan kolektif
alan dışında yani cennet dışında kolektif alanın (cennetin) olmadığı bir
yeryüzü kısmına sürülüyordular. Yani kolektif huzurlu cennetten kovuluyorlardı.
Hikâye anlatıcıları bu kez de bu hikâye içinde kendilerini köleci mantığa göre insan
olarak anlatıyorlardı.
Cennette kovulma betimlemesinin
anlatıcıları köleci cehennemi yaşamış olmalı ki mülk sahipli köleci cehennem içindekiler
kolektif alanın paydaşlı oluşunu akıl düzeyi içine cennet tasviri olarak koydular.
Cennet tasviri kolektif imgeden alınan imajlardı.
Cennet ve cehennemin imgeleri hep bu
dünyadandı. Köleci cehennem kolektif alandan ayrılmayı köleci cehennem ile açıklayamıyordu.
Kolektif düzlemle aynı zaman içinde olan köleci cehennem cennetten çıkışı aldatılma
yüzünden oldu diye açıklıyordu.
Aldatılma doğruydu da aldatan yılan
değil El ‘di. EL ‘in kendisiydi. Mülk benim diye herkesi mülkten kovuyor iman ve
yalvarma şartıyla kovulanlar tekrar El mülkü içine alıyordu. El mülkü içinde El
için çalışma vardı. Hem de “artık alın terinle yiyeceksin” diyen serzenişle. Aldatılanlar
da Âdemle Hava değil El ‘in iğfaline uymuş kolektif aitlerdi.
Köleci dönem içine gelindiğinde her şey
karşılıklı transfer emeklerin payı olma ve paydaşlığı üzerine değil de hayali
bir mal sahibi olup olmamaya göre anlatmanın söylemlerine dönüşüyordu. Bu
nedenle köleci sistemin anlatım dili buğday ekicilerinin, elma yetiştiricilerin
ve Yılan grubunun üreticiliğini tasvir eden eski hafıza envanterli kolektif geçmişlerinin
unutturulmasına meyilliydiler.