Çözümsüzlüğün çözeltisinde saklıyım,
anne ve sana diyemediklerimden de ötedir söylediklerim.
Huşu içerisinde yaşadığım yıllar
olmadı ama yılkı atları oldu: ansızın baskın yapan ve tepindikleri yüreğimden
sarkan o ipe tutunmak anne, benimki…
İklimsizim günlerdir.
İbaresi de yok iç sesimin.
Maviden tülü mü göğün yoksa eskiyen
pabuçlarım mı?
Hastane yollarında arşınladığım bir
güdü
Oysaki ben sadece senin gülün olmakla
iştigal
Kullanmıyorum artık en çok sevdiğim
sevildiğim ismimi…
Kordan kıtalar körden heceler.
Özümle sözümle sarmalındayım ömrün
bazen diktiğim ucu kaçık iplikle aslında kendimden kaçmaktayım…
Kaybolmaksa bir redif gibi.
Bulunmaz Hint kumaşıdır elbet benim
hüznüm tekeri kırık düzene methiyeler yağdıran kimse ben iklimden en uzak kipim
ve kiliyim şiirlerin.
Satırlar buz tuttu tutalı temmuz
sıcağında yorgun ruhun da nutku tutuldu tutulalı ve işte sökün eden gün ve
yarın tek tesellim lanetini yüzüme püskürten zalimin da idame ettiği bir yaşam
köprüsü: hem seninki hem benimki.
Köprüler kurduğun doğrudur anne her
yorulduğumda…
Koltuklarının kabardığı da doğrudur
her başardığımda…
Ya, şimdi?
İklim nemli; iklim serkeş.
İklim namını almış yürümüş insanlarsa
nankör.
Yalnızlığın dibindeyim anne
yakardığım Rabbin bucağında hüznünse yamacında.
Gölgemle barışmadım henüz.
Kavgalıyım da hayatlar en çok da
yalnızlığın beni esir aldığı bir cesaret örneğidir yazdıklarım caka satan
tanrıcı kuşlara ve anıtlara da isyanımdır çünkü ben sevginin mayasıyla
yoğruldum ve yoğurdum koca hayatı.
El pençe divan rüzgâr.
Figanlar sunumda.
Gamzesi ile örtüşen bir düğün gibi.
Gizemi ile teşrif eden ölüm gibi.
Yalnızlığın bam telinde saklı kir
gibi kil gibi.
Aşkın esaretinden yoksun kul gibi.
Meali tütün kokan iklim gibi.
Sözcüklerin devindiği bir çan eğrisi
ve işte cıngılı ölümün rotası yalnızlığın es verdiğim her gün her gece esen
rüzgâra meylettiğim bir büyü gibi büyümeyi ertelediğim çocuk kalbimin göçük
altında kaldığı bir sur gibi bir sır gibi ben, seninim anne ve de senle yol
almakla iştigal öncesiz bir dürtünün de sonrasıyım haydi, tut elimi…
Çürük imgelerim vardı öncemde çingenin
çaldığı kürtün oynadığı şarkılarım vardı ölümle yolumun kesişmediğinde.
Devasa bir paraf içine sığar mı
minnacık hayatım?
Ya da devasa uzunlukta şiirlerimden
mi söz etmeliyim ölümsüzlüğe nazire eden ölümün dürtüsünde saklı bir gül
olmanın verdiği hicapla adımdaki sarmalı mı yok etmeliyim…
İklimler doğurgan anne.
Anneler ölümsüz olmalıydı oysaki
Tanrım.
Ötüşen bir sözcük gülüşen bir çocuk.
Yüreğin darasıdır yazdıklarım ve
dalyan gibidir yalnızlığım.
Meali olmayan bir hayat benimki
meramı da olmayan dertlerin külüstür motorunda saklı yağ izi gibi üstüme
bulaşan hüznün ayak izinde saklı bir düş adeta içine düşülesi kuyunun da
solunda unutulmuş iken gamlı notalar ve açması mümkün olmayan sol anahtarı.
Girift bir sessizlik.
Gıyabında mevsimin kilitli bir
çekmece.
Hüzün arifesinde saklı boğmacalı bir
resim gibi tüm ama tüm renklerin birbirine karıştığı.
İzin istemiyorum artık sevmek için.
İzin de vermiyorum kalbime yeniden
sevsin diye.
İzninizle bu oyuna bir son vermek
istiyorum.
İzne tabi mademki her sözcük
bilediğim kadar da bükemediğim bileği öpüp de başıma koyduğum asla bir yanılgı
değil ne de yenilgi sadece algı eşiğinde saklı bir hayali yok saymanın ta
kendisi ve ibaresi…