Bir düş eskisi yoksa eksizi mi
içerlediğim gerçeklerin makul gerekçelerinden sızan gözyaşı misali ve misliyle
kaybolduğum kuru bir dere yatağı içinde sübyan ve ölü balıklardan arda kalan kılçığı
adeta yaşam denen iksirim mağdur yankısında saklanmış kırk haramiler ölümle
örtüşen yüzü semanın.
Tevazu yüklü bir tanrı ve pejmürde
kulları…
Olamaz asla olamaz varsa yoksa isyan
eden yalnızlık duvarı:
İç bükey aynalar surdan kaleler
şehrin dinamitlenmiş sırları ve şair gibi bir başına terk edilmişliğin resmini
çizmekte Tanrı.
Süvariler geçiyor içimden.
Ansızın irkildiğim.
İmbat rüzgârına takılmış aklı geçkin
bir şarkının ve imdat frenini çekiyor direksiyondaki yanılgı yüklü firari
gölge.
İçlendikçe dışlanan.
Dış bükey aynalarda saklı sırları
meali olmayan yeminlerin kayıp mısralarına dökülen kum gibi ve kum saatini
kuran ölüm meleğinin derlediği hazin sona odaklı bakışlar.
Mekânı kayıp düşler adası.
Meali yitim olan kırklanmış acılar.
İzbelerde seken kör kurşun ve kör
noktası lahidin içtimada şehir ve şık giyimli şair teftişte kurul henüz
toplanmış ve şiirler dökülen toz gibi kayanın parçalandıkça dağılan dimağı ve
geçiş hakkı tanınmayan doğrular ve yanlışlar tekdüze.
İklim yaralı.
Şair maralı.
Yürek geniş.
Mekân dar ve küf kokan ve ölümü
çağrıştıran hazin sonlu günün tefsiri bir şiire daha mahal veren gecenin sıcak
yatağında yorgunluktan sızan yeraltı mağarasının tanrısı ve işte müphem veriler
konseyi toplandı mı son bulacak sırlar hakkaniyetin ölçüsü ya da değil ama son
da bulacak tüm acılar…