Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 13.08.2023
Okunma Sayısı : 619
Yorum Sayısı : 5
Günün Yazısı

Bu Yazı 14.08.2023 tarihinde
GÜNÜN YAZISI
olarak seçilmiştir.
Sevr  Antlaşması  Ve  Milli  Sır—4. Bölüm---

İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devletine tanıdığı süre 27 Temmuz’da doluyordu ama Osmanlı Hükumeti 22 Temmuzda kararını vermek üzere toplandı.
Evet, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit başkanlığında eski ayan ve mebusan meclisi üyeleri ile hükumet üyeleri Saltanat Şurası adı verilen bir şura oluşturdular. Yani Parlamentosu olmayan ama hükumeti olan saçma sapan bir devlet yapısı oluşturulmuş ve adına Saltanat Şurası denilen bu heyet Sevr’i imzalamak ya da reddetmenin kararını verecekti.
İşin başında herkes çekimserdi. Çünkü Türk varlığına son verecek bir antlaşmanın hesabını hiç kimse ne Allah’a ne de kula verebilirdi. Nitekim Padişah da Damat Ferit Paşa da şurayı, bu ağır sorumluluktan kendilerini kurtarmak için oluşturmuşlardı.
Herkes Damat Ferit Paşa’nın ağzına bakıyordu. Acaba o ne diyecekti? Kendi diyeceklerini Damat Ferit Paşanın ne diyeceğine göre ayarlayacaklardı. Lakin Damat Ferit Paşa susuyordu. O böyle susunca Sevr’i imzalama yetkisi verilenlerden Hadi Paşa atıldı ve aynen şunları söyledi: ‘’ Bu antlaşmayı İMZALAMAMAK resmen intihardır.’’
Dikkatinizi çekerim ‘’ İmzalamak’’ değil ‘’ İmzalamamak.’’ Dedi.
Hadi Paşa böyle deyince diğer katılanlar rahatladı. Damat Ferit Paşa da tabii ki... Artık rahat rahat antlaşmanın imzalanmasının ne kadar hayırlı(!) bir iş olacağı savunulabilirdi. Nitekim de öyle oldu. Damat Ferit Paşa da antlaşmayı imzalayarak bir avuç da olsa bir vatan parçasını kurtarmanın hepten yok olmaktan daha hayırlı olduğunu savundu. Hadi Paşa’dan cesaret alan Damat Ferit Paşa ‘’ Eğer antlaşmayı reddedersek eski tebaamız olan Yunanlılar tüm topraklarımıza sahip olacak.’’ Dedi. Hükumetin diğer üyeleri ve eski parlamenterler de artık kabul etmenin daha hayırlı olacağına ikna olmuşlardı ki bunlar içinde kısa süre önce ‘’ Vatan bir bütündür bölünmez ‘’ Diyenler de vardı büyük ihtimalle.
Sıra ‘’ Antlaşmayı kabul edelim mi etmeyelim mi?’’ oylamasına geldi.
Damat Ferit Paşa ‘’Herkes oyunu yazılı olarak versin.’’ Dediyse de Padişah Vahdettin ‘’ Hayır. Kabul edenler ayağa kalksın, reddedenler otursun. ‘’ Deyince öyle yapıldı.
Bir dakika geçmeden herkes ayaktaydı. Bir kişi hariç.
O bir kişi Topçu Ferik Rıza Bey idi. Ancak Damat Ferit’in ‘’ Kim o vatanın tamamen batmasını isteyen?’’ Diye gürlemesi üzerine ne kabul ne de reddettiğini bu konuda çekimser olduğunu ifade etti.
Evet... Antlaşmanın kabul edilmesine karar verilmiş ama imzalayacak delegelere yine de son olarak İtilaf Devletlerinin insaf ve vicdanına hitap ederek şartlarda yumuşamaya gitmeleri hususunda adeta yalvarmaları gerektiği söylenmişti. Bu arada Osmanlı Anayasasına göre toprak alıp verme yetkisinin Meclis-i Mebusanda olduğu, dağıtılmış Meclis-i Mebusanın tekrar toplanmasının şu aşamada imkansız olduğu bildirilerek antlaşmanın yürürlüğe konulması konusunda bir müddet daha beklemeleri gerektiği vurgulanacaktı.
Velhasılı kelam İstanbul Hükumeti hem ‘’ Kabul ettim.’’ Diyor hem de yürürlüğe konmasının şimdilik imkansız olduğunu belirtiyordu. Sokak jargonuyla söyleyecek olursak İtilaf Devletlerine estek köstek yapılıyordu ve İtilaf Devletleri de bunun farkındaydılar.
Peki nedendi bu estek köstek?
Evet.. Şimdi okuyacaklarınız elbette varsayım ama bir kez de böyle düşünün bakalım.
* TBMM açılmadan önce ve açıldıktan sonra Ankara hükumeti bir sürü iç isyanla karşı karşıya kalmıştı ama bu isyanları bastıracak kadar bile düzenli bir orduya sahip değildi. Düşünün ki Çerkez Ethem ve emrindeki 3000 civarında milis olmasa Yozgat isyanını bastıracak kadar bile bir düzenli ordusu yoktu TBMM Hükumetinin. Sadece milis kuvvetleriyle bir zafer kazanılması mümkün değildi. Düzenli bir ordu kurulması içinse zamana ihtiyaç vardı.
*İç isyanların hız kazandığı zamanlarda Yunan ilerleyişi de başlamıştı ve TBMM Hükumetinin düzenli bir ordusu olmadığı için Yunan ilerleyişi durdurulamıyordu.
* Doğuda başımız Ermenilerle beladaydı. Kazım Karabekir Paşa’nın bir an önce zafer kazanması ve emrindeki terhis edilmemiş tek düzenli ordu olan 15. Kolordu’yu Batı Cephesine kaydırması gerekiyordu.
İşte tüm bunları gerçekleştirmek yani düzenli bir ordu oluşturmak için zamana ihtiyaç vardı ve İstanbul Hükumeti bilerek veya farkında bile olmadan Kuvay-i Milliyenin düzenli orduya dönüşmesi için gereken zamanı sağlıyordu İtilaf Devletlerine sürekli estek köstek yaparak.
Peki Milli sır bu olabilir miydi? Yani ‘’ Az bekleyin, biraz daha süre tanıyın, hele biraz düşünelim, meclis onayına sunmak gerekir o da bizde yok. Demek suretiyle Mustafa Kemal Paşa için - Düzenli orduyu kursun diye- zaman kazanılmaya çalışılıyor olamaz mıydı?
Soruya kesin delillerle cevap vermek mümkün olmasa da antlaşmanın imzalanmasının geciktirildiği her saniyenin Mustafa Kemal’in ve Milli Mücadelenin işine yaradığı kesindi.
Evet.. Rıza Tevfik ve Hadi Paşa Sevr antlaşmasını imzalamak üzere 23 Temmuz 1920’de Paris’e hareket etti. Bu arada işi sağlama almak isteyen İngiltere, Yunanistan’a ‘’ Yürü yürüyebildiğin kadar’’ Demişti ve Yunanlılar 25 Temmuz 1920’de Doğu Trakya'yı da işgal ettiler. Osmanlı Devletinin 2. Başkenti Edirne de artık Yunan işgali altındaydı.
Paris’e varan Türk heyeti, antlaşma şartlarında yumuşama sağlatmak için bayağı bir uğraştılarsa da en sonunda 10 Ağustos 1920’de tamamı 433 Madde olan Sevr Antlaşmasının altına imzayı attılar. ( Önce Rıza Tevfik ardından da Hadi Paşa ve Reşat Halis imzaladı.)
Sevr Antlaşmasının bu üç kişi tarafından imzalandığı gün Yunanistan’da bayram ilan edildi ve gazeteler ‘’ Büyük Yunanistan hayalimiz gerçekleşiyor.’’ Diye başlık attılar.
Llyod George ise Sevr ile ilgili olarak ‘’ Osmanlı Devletinin elini, kolunu, ayaklarını kestik.’’ Diyordu.
Sevr Antlaşmasının imzalandığı haberi İstanbul’a ulaştığında ise şehirde genel yas ilan edildi.
Evet... Sevr Antlaşması imzalanmıştı ve bu antlaşmanın yürürlüğe girebilmesi için bundan sonraki aşamada parlamentonun tekrar açılması ve antlaşma metninin parlamentoda onaylandıktan sonra padişahın da imzalamasıyla yürürlüğe sokulması gerekiyordu.
Peki TBMM, Sevr Antlaşmasının imzalanmasını nasıl karşıladı?
TBMM’ye telgraf çeken Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir, Sevr Antlaşmasını imza edenlerin hatta lehine olumlu bir tek cümle sarfedenlerin ‘’Vatan Haini’’ ilan edilmesini teklif etti.
Bu teklif Meclisin 19 Ağustos 1920 Tarihli 53. Birleşiminde görüşüldü ve oy birliği ile kabul edildi.
İşin ilginç tarafı ise Sevr’den hiç de farklı olmayan Mondros Ateşkes Antlaşmasını 30 Ekim 1918’de imza eden Rauf Orbay’ın da 19 Ağustos 1920’de Sevr’i imza edenleri vatan haini ilan edenler arasında olmasıydı.
Her neyse... Demin de bahsettiğim gibi Sevr antlaşmasının yürürlüğe girebilesi için yurtta seçimlerin yapılması, bu seçimler sonucunda oluşacak parlamentonun antlaşmayı onaylaması, ardından da Padişahın da Mecliste alınan kararı onaylaması gerekiyordu.
Damat Ferit Paşa, parlamentonun yeniden açılması işini 17 Ekim 1920’ye kadar salladı. Bu tarihte ise beş kez geldiği sadrazamlık makamından bir daha gelmemek üzere istifa etti.
Yerine Sevr gibi bir antlaşmanın imzalanmasına en başından beri karşı olan Ahmed Tevfik Paşa Sadrazamlığa getirildi. Haliyle söylemeye gerek yok, Ahmed Tevfik Paşa da Sevr Antlaşmasının onaylanması için gerekli olan yasal prosedürü işletme konusunda ayak diredi.
Sonuç: Osmanlı Devleti adına sadece üç kişinin altına imza attığı Sevr Antlaşması...
* Hiç bir zaman Osmanlı parlamentosunda onaylanmadı. ( Zaten parlamento yoktu.)
* Sevr Antlaşmasının altında hiç bir şekilde Padişah Vahdetin’in ve Damat Ferit Paşanın imzası yoktur. Zaten olması da anlamsız olurdu.
* İtilaf Devletleri - özellikle de İngiltere- Sevr Antlaşması Osmanlı Parlamentosunda onaylansın diye salak salak beklerken Kazım Karabekir, doğuda Ermenilerin canına okudu. Ermenilerle 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı ( TBMM nin siyasi anlamdaki ilk zaferi.) Bu zaferden sonradır ki doğudaki ordu, batı cephesine kaydırılmaya başlandı.
*TBMM yukarıda da ifade ettiğim gibi, Sevr Antlaşmasını bırakın onaylamayı, lehine tek cümle sarf edeni bile vatan haini ilan etti.
* Sevr Antlaşmasının yürürlüğe girmesi konusunda uzun süre ayak direyen Ahmet Tevfik Paşa 23 Şubat 1921’deki Londra Konferansına İstanbul Hükumetinin Sadrazamı olarak gittiği halde ‘’ Sözü Türk Milletinin gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisine bırakıyorum’’ Diyerek Türkiye’yi kimin/ kimlerin temsil ettiğini tüm dünyaya ilan etmişti. ( Bu konferansın amacı Sevr’i biraz allayıp pullayarak Türklere yutturmaktı ama TBMM yutmadı bu hapı.)
Peki padişah 17 Kasım 1922’de yurt dışına gidene kadar ona sadakattan kıl kadar şaşmamış olan Tevfik Paşa’nın, Padişahın onayı ve bilgisi olmadan ‘’ Türk Milletinin gerçek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisidir.’’ Demesi mümkün müydü?
Milli sır bu cümlede mi yatıyordu?
Allahu Alem.
Her şey Kurtuluş Savaşında İstanbul ve Ankara’nın yani Padişah Vahdettin ve Mustafa Kemal Paşa’nın birlikte hareket ettiklerini işaret etse de her zaman dediğim gibi: Tarih zanla, ihtimallerle, kendi yorumlarımızla değil belgelerle yazılır.
BİTTİ:
( Sevr Antlaşması Ve Milli Sır—4. Bölüm--- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 13.08.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.