Bir düş’ e mahal verdin, sen ey,
yalnızlık ve aşkın akçesi iken sözcüklere kılıf biçtiğim aşkı şerh düştüğüm…
Uykuya dair hüzün yüklü gemi ve akan
çatısı aşkın bazense çatık kaşlı bir şiire binaen içimin idamesi içimi hoş
içtenliğinse coşkusu…
Mevzu bahis değil elbet bireysel
acılar ve işte kilitli çekmecenin kırgın yüreği belki de çatlamaya meyyal sabır
taşı göğün yerle kapıştığı ve de infilakı.
Derlediğim cümlelerden bağımsız
olmalı her yeni yazdığım yazıda okuyucu kendini bulmalı bense kendimi bulmaktan
aciz bir yaralı kuşum kanatlarıma konan o çiy tanesi ve de yalnızlığın
meftunuyum.
Bir iz bırakacak mıyım sahiden göçüp
gittiğimde yoksa tüm gizemimle mi gömüleceğim?
Uydusu olduğum o santral aralıksız
duygu biriktiren ve elektrik akımının çarptığı bir fısıltının da ansızın bir
nidaya dönüştüğü…
Ölgün göğün yerlisi kuşlar.
Önsezilerin örgüsü yazmaya
doyamadığım şiirler.
Şirret bir rüzgâr kliması kırık
göğün.
Şanlı bir nefer hiçliğin teyakkuzu ve
tevazu yüklü yerkürenin feryadı ve kimine göre Tanrı kayıplarda:
Aşkın tokuştuğu.
Camın buğulandığı…
İnancın sorgulandığı…
Yadsıyamadığım gerçekler var ve de
soyut varsayımlar bense bir tutku ile izini sürüyorum iklimin:
Sağdıcım ruhum solumla yatıp
kalktığım katıksız hüznüm ve aşkın İlahi d/okunuşu ben Rabbime sevdalıyım
kanıksadığım inancın izinde büyülü bir oluşum iken yaşam öyküsü.
Densiz ruhlar saklı martaval okuyan.
Sözsüz gülücükler ve gıybete doymayan
yalancı ve münafık rüzgâr…
Çetelesini tutuyorum hiçliğimin bazen
sür-git bir sessizlik ve işte en yüksek tepki iken sessizliğin vurgun yediği ve
seslerin askıya alındığı bense sessiz bir nidayım ve çömez bir sevdayım.
Akışkan hüzün.
Apaçık önüm.
Arzı endam eden öyküm.
Öldüresiye sevdiğim mi ölümüne
nefesimin kesildiği mi?
Ve işte kendi düşen ağlamaz misali
kendimi kaybettiğim devran…
Ve işte kendimi anlayacak tek kişi
iken kendim.
Bir coğrafya sürgün edildiğim ve
yorgun miladım belki de dolan miadı iç sesimin…
Korkuyorum.
Kaygı eşiğimse en tepede.
Everest’e tırmanan bir dağcı gibi
ağdalı öykülerden alıp da başımı uyruğu olmayan hayallerle örülü bir sarkıt
belki bir dikit ve inzivaya soktuğum göğün gülümsemesinde telaşla yürüdüğüm
yerkürenin bitiminde sağanağa yakalandığım ve koca şehirde tek ıslanan benim…
Yağmur dövüyor pencereleri.
Yüreğim dönüyor sonsuzluğun
sarmalında açık veren yine kalbim açmaza düşen yine ruhum ve vücudumun da dikiz
aynası iken kalemin aydınlık kıldığı on yılın ardından on birinci senesi iken
kalemin çatıştığım kelam ve devran:
Bir bilinmeze mahal veren değil sadece
binlerce şifreyi içinde saklayan o kilitli pencere…
Yüzüm solgun mu?
Asla.
Yalnızlığımsa yediğim bir vurgun mu?
Ve nicesi.
Ya, servetim nerede saklı ve
kırıklarını aldırsam da hayatın aldırmaz bir seyir izlemeyi beceremedim gitti
ve tüten dumanı Paşabahçe vapurunun ve işte şehir isyanlarda ve işte şair
çıkmazlarda.
Hüznün revnak büyüsü.
Ölümünse içgüdüsü.
Ölümcül bir çağrı yalnızlığın bakaya
kaldığı ve gri bulutlarda uçuşan pelerinim ve üstüne bindiğim süpürgem belki de
çocukluğumun dizisi o Tatlı Cadının şimdilerde canımı yaktığı kadar da kalemin
nur yüzlü bir isyan yünden ve yorgunluktan diktiğim mintanım…
Hazzı ölümün.
Haizi olduğum ömrün son nidaları
sökün ettiği kadar öykülerin de öyküsü tıpkı tümden gelen bir varsayım.
Hemhal olduğum kadar içimde devinen
bir topaç var:
Bazen kışa dönük yüzüm bazen baharın
iniltisinde açan çiçek gibi ruhumun bahçesi harfler cumhuriyetinde bir sansar
belki de takılan peşine umudun ve kalemin.
İmgelerin tehdit ettiği bir şiirin ve
nicesinin dizilişi bense yorgun harflerle eşleşip bir renkten diğerine
dönüyorum ve dualarımı saklı tuttuğum kadar Allah katında iman gücüme eşlik
eden bir ritüel iken yazmanın azalsa da coşkusu bir evreden diğerine sürüklenip
bin bir eda ile yere saçılan sözcüklerden inşa ediyorum kabrimi ve her
yazmadığımda yaşadığım kabir azabının dinmesini bekliyorum yakalandığım
ahmakıslatanda…
Tayin edilmediğim bir makam iken
mutluluğun akan makyajına bakıp doğallığımın da bir ölçüt olduğunun bilincinde
doğaçlama yaşamanın da izini sürüp bir gizimi daha sürgün ediyorum üstelik
karambole gitse de ömür bir kambur gibi sırtımda taşıdığım heybemden dökülen
duyguları kelimelerle eşleştiriyorum ve ayırdına varamadığım bir farfara iken
arkamdan gelen isyankâr tohumlardan derlediğim o bahçede hüzün biçip şiirin
hasadı ile hemhal yorgun kıyılara vuran taşlar gibi sekiyorum bir bir…