*
*
ya bad-ı saba
derdimi götürsen uzaklara diyorum
sonra getirsen geri
bu kuru şehir yüklü acımasız ağırlığın altında
nefes alıp verirken
bu miraç izli zamanın hangi dilimindeysen
hüzünlü bir grup vaktinin dökülen ışıkları gibi
peygamber kokusuyla çıkıp gelsen
götürsen uzaklara diyorum
kavimlerin göç yoluna vursan
bildiğin ne varsa anlatsan
yıkasan temizlesen yanında tutsan
diyorum ki kutlu bir ekim gününde
beni götürsen olgun hurmaların bereketle döküldüğü yere
on iki bin şamdanlı avludan vakarla geçsek
artçı bölükten Selahattin Eyyubi'nin yanında soluklansak
ardımızda on iki bin nefes ile kıyama dursak
*
ya bad-ı saba
Hayber'in tozuna katsan benden aldığın ne varsa
sözüm olsun Hz. Musa'nın duası
avucuma bıraktığın yakarışlar ahtım olsun
hissetmez misin zeytin ağaçlarının kokusu
duru sabahlarda Zeytin Dağı'ndan nasıl duyulur
orada çocuklar sarı gün doğumlarında
temiz alınlarından nasıl vurulur
yorgun değilim
bu kadar mahzunken
aşkımızı toprağa kim verdi
sevdalar daha fazla tükenmeden
ölüme bakan yüzlerin ucuna bıraksan diyorum
bilirim uzağım bin derde deva çöl toprağının kokusundan ki
şu hicrana müptela yerde bana yasaklanmış misk-i dilara
güneş kuşları ülfetini kestiğinden beri
mahzunlar diyarında bir sefil hayat kurmaktır payıma düşen
işittiğim yanık tenli bir kavmin özgürlük şarkılarının
son satırlarına sığınarak avunmaktır
*
ya bad-ı saba
sen benden elini eteğini çektikten sonra
kanat gerdim başımdan yukarı
gönül bağım artık viran
gökyüzünü gecenin aydınlığında seyreden gözlerimi dağladılar da
sesim soluğum çıkmadı bak
geride kalan görüntülerden göğsümün tam da ortasına
bir isyan ağacı diktim dallarıyla sana tutunan
kurutma onları
bilmez misin ki bu Kenan diyarında
en çok Hızır kubbesi serinliğine
en çok ezan sesinin diriliğine
en çok yerin gökle yakın avlusunun sabah gülüşüne
düşkünlüğüm var
*
ya bad-ı saba
mağlup insanlığımızın üstüne haramiler çadır açarken
görmez misin ki her gece
semazen gibi beynimde dönüp duran bir bedensize mahkumum
tutkunu oldu bütün azalarım
bak derse bakanım
duy derse duyanım
o yüzden gecem gündüze karışmakta
o yüzden her sabah
boynu bükük bir çocuk gölgesi acı sesiyle açar uykularımı
uyu derse uyuyanım
uyuma hadi kalk derse
uykuyu zehir yapanım
kim çeldi alınlarına kına çalınmış süvarilerin aklını
derler ki topraktan devşirilmiş şu uzak mescidin bekçileri
ruhta var olan neyse
yaşatır adımızı tekrar toprak olana kadar
hem bir emanete sahip çıkmakla geçen
bu kadar yalnız yılı
ıssız seher vakitlerinde dualarla uğurlarken
*
ya bad-ı saba
bilmez misin ki
benim payıma düşen gölgeleri
billur parçası yerlerde seninle yol almayı murat etmektir
yolunun izine bu kaç ömür yamasıdır harcadığım
yine de ben gibi tedirgin gönüllere
akşam serinliğinde bir nefesi çok görmedesin
bir dudak üfürmesi yalnızca
bir soluk alıp vermesi zor mudur ki
hala beklemektesin
Gazze'nin yetimliğine götürsen diyorum
Yusuf'un gömleğinin kokusunu nasıl taşıdıysan öyle
Kerbela'daki Hüseyinler gibi
yığınca keder
şehri her yerinden kuşattı görmez misin hala
vadi yamaçlarından savrulan yaprak
senin düşkününse eğer
ne diye esip durmadasın
gazellere her dem bir umutsuzluk vermedesin
*
ya bad-ı saba
toza toprağa karışmaya meyilli yıkıntı evler
çalıntı sokak araları
kaç asırdır huylarından huylandığım sisli gölgelikler
ansızın üşüşürler
birden bire gözleri büyümüş kızıl bir korku örter
şehrin aralıksız üstünü
taştan duvarlar tedirgin olur
anneler, babalar ölümüne tedirgin
kim götürdü
kalbinde Hanzala'yı taşıyan altın yürekli çocukları
değil mi ki sen her vakit ayrı yönden eserken
her daim gündüzlerin boynunda yürürken
gecikirsek ve çıkmazsa bu yollar şehrin sokaklarına
geceye aydınlık uğramayacak
*
ya bad-ı saba
değil mi ki bir kavmi helak ederken
irili ufaklı senden binlercesi
ölümlülerin üzerinde ad olarak kalacak
sabah güneşinin ışıklarına mı kalsaydı korkularımızı savuşturmamız
başka bir gün doğumuna mı bıraksaydık yeni bekleyişlerimizi
adını ne koysaydık
meydanlara düşen kanlı mahzunluklarımızın
saf kanatlarıyla umut yüklü bulutlara yükselirken gördüğüm
gök gözlü çocukların hatırı
kime öyleyse
hem Gazze kumuyla hemhal bir esinti dolaşıyor şimdi dışarıda
yükseklerden inmeli diyorum
hem de şehirlerin en kederlisine gitmeli
üzerine ateş inmemiş ev aramalı
bu ne kıyamettir ki ömrüme düşen
birkaç geceydi geldi geçti demiyorum
derdimi diyorum yani beni
acı nefesimin şiddetli yalnızlığını
ateş gibi bir yalnızlık diyorum
*
ya bad-ı saba
bir varlık ki ay kadar parlak
asma köprülerin orta yerinde sallantılı ruhlar gibi
bekliyor adımlarının sıcak sesini
diyorum ki alıp götürsen hepsini
sonra bin bir umutla getirsen geri
ıssız karanlıkları
kime ne
mum olup bekleyenden de razı değilmiş sevgili
onlarca yıl
ben ruhuma kırılmış müjdeler fısıldayan
hayırsız uğultulardan çok vurgun yedim
gürültülü seslerin ağırlığından usandı hüzün dolu gezmelerim
her bir mevsimin
her gününün her sabahında
her akşamında
görüyor olmaktan bıktım ağlayanları
senden bekledim bir gülümsemeyi
bu umudu besliyorum durmadan bir çelimsiz fidan gibi
rüzgarın küskün bakışlarını
gözlerine kim esir etti
*
ya bad-ı saba
duymadın mı hiç
gamlı bildiğin ne varsa bu diyardadır, duymadın mı
bağ ve bostanda dolaşıp dururken
bana yeniden can vermeyi unutursun
hem ıtır kokularını tan ağartısına saklaman niye
geceye asude yalnızlık gerek
böyle hicran nümayişlerinden vazgeçmezsen
böyle bin nazla etrafımda gezinip de eteklerine sarmazsan
yolum nereye düşer
demedi deme
götür dertlerimin hepsini yani beni
sonra getir geri
bırakmışım kendimi senin eline
bana ne gerekliyse onu ver işte
ya da ilişme
unutulup giden biri olayım
ya bad-ı saba
redfer