Eşhedüen La İlahe İllallah---2. Bölüm ---

Sabetay Sevi'nin Müslüman olması en çok Yahudi hahamlarını sevindirdi. Böylece onu dinden çıkmış biri olarak aforoz ettikleri gibi aynı zamanda ona inanan kitle de büyük ölçüde bu sahte Mesih'in etrafından ayrıldılar. Ancak?
Ancak o ana kadar ünü İskenderiye, Filistin topraklarından Polonya topraklarına kadar yayılmış Olan Sabetay Sevi'nin sağlam müridleri şeyhlerinin Müslüman olmasında bile bir keramet olduğuna inanıyorlardı.
Sabetay Sevi Padişah IV. Mehmet'in İstabul'daki Sarayından çok daha fazla uzun süre kaldığı Edirne Sarayında Aziz Mehmet Efendi olarak ve emekli Kapıcılarbaşı Kethüdası maaşı alarak yedi yıl yedi içti yan geldi yattı. ( kapıcılarbaşı kethüdası filan değildi. sadece maaşı o kalemden ödeniyordu.) Bu yedi yıllık süre boyunca abdestinde, namazında tam bir Müslüman görüntüsü verdiği için padişah sonunda onu serbest bıraktı.
Evet, bundan sonrasına geçmeden önce bu Yahudi Milleti çok mu salaktı ki Sabetay Sevi'ye inandılar? Hatta Hıristiyanlardan da inananlar vardı?
Bu aslında salaklıktan değil cahillikten, hurafelere fazlaca inanmaktan kaynaklanıyordu. Yahudi ve hatta Hıristiyanların Sabetay'a inanmalarının iki sebebi vardı: 1- 1648'de birden bire vücudundan yayılan çok çok güzel bir koku... Evet, bu kokunun kaynağını hiç kimse net bir şekilde ortaya koyamadı 2- Kabalacı Yahudi inancına göre 666 yılı Şeytan'ın yılı olacak, Mesih'in gelişi de o sene olacaktı ve Sabetay Sevi 1648 Yılında söylemeye başlamıştı 1666 yılında Mesih'in geleceğini. Tabii ki bu arada gelecek olan Mesih'in kendisi olduğuna inandırmıştı pek çok insanı.
Evet, Sabetay Sevi ister hapiste olsun ister serbest.. İster Yahudi olsun ister Müslüman, fanatik müridleri onun öksürmesini bile hikmet olarak görüyorlardı ( Aslında bize hiç de yabancı şeyler değil bunlar değil mi? Ama az sonra göreceğiniz gibi Sabetayistlerle Müslümanlar arasında çok daha büyük benzerlikler vardı.)
Sabetay Sevi'nin hapis hayatı da Müslüman olması da '' Aydınlığa ulaşmadan önce yaşanması gerekli olan karanlık'' olarak yorumlanıyordu. Çünkü?
Çünkü Sabetay Sevi gündüz akşama kadar namazında niyazında, camide tam bir Müslüman görüntüsü çizerken ortalıktan el ayak çekildiğinde fanatik müridleriyle yaptığı konuşmalarda aynen öyle diyordu. Yani'' Bu çektiğim çileler aydınlığa ulaşmadan önce yaşanması gereken karanlıktır. ''
Bundan böyle Sabetaycılar artık Müslümanlar ( Ya da başka dinlerin yaşandığı ülkelerde hangi din yaşanıyorsa ) içinde Müslüman gibi yaşayacaklar, kendilerini gizleyeceklerdi. Ta ki aydınlığa ulaşana kadar.
Kendisi Aziz Mehmet Efendi idi zaten, karısı Sarah, Fatma oldu; karısının kardeşi Yakop ise Yakup...
Asırlar sonra İstanbul/ Üsküdar- Bülbülderesi'ndeki bir Sabetayist Mezarının taşında yazdığı gibi: '' Sakladım söylemedim derdimi, içime attım, uyuttum.''
Dert ne kadar büyük olursa olsun bir Sabetayist bunu içine atacak ve sır olarak ölene kadar taşıyacaktı.
****
Padişah IV. Mehmet, iyiden iyiye gözüne giren Aziz Mehmet Efendi'yi hiç bir görev yapmadığı halde maaşa bağladığı gibi bir kıyak daha yaptı: Daha önce bazı uygun görülmeyen davranışlar sebebiyle kapattırdığı Edirne/ Hıdırlık mevkiindeki bir tekkeyi ''Aç kullan '' Diye Sabetay Sevi'ye verdi. Yani efendim, Sabetay Sevi, yeni adıyla Aziz Mehmet Efendi'ye bir tekke bağışladı.
Eee insanın tekkesi olur da bağlı olduğu bir dini ekol olmaz mı? Elbette olur. Peki Aziz Mehmet Efendimizin tarikatı ya da ekolü neydi? Tabii ki Kabalizme en yakın olan İslami ekol ( Her ne kadar pek çok fıkıhçımız bu ekolü İslam dışı olarak görse de )
'' Hocam Çatlatma adamı. Nedir bu ekol? Dediğinizi duyar gibiyim: Hemen açıklayayım.
Kabalistler ne yapıyorlardı efendim: Görünenin arkasında mutlaka bir başka şeyin gizlendiği fikrinden hareket ediyorlar, çeşitli sayılar ve matematiksel işlemlerle kendilerince gizli gerçekleri ortaya ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. [ Hatırlarsanız bizde bir Ömer Çelakıl vardı. O da Kur'andaki bazı ayetlere matematiksel hesaplarla kendince bir sürü mana veriyordu.]
Peki İslam dünyasında bunun karşılığı var mıydı? Olmaz olur mu efendim: Hurûfîler vardı tabii ki.
Artık Hurifiler mi Kabalistlerden ilham aldı yoksa Hurifiler mi Kabalistlerden orasını bilemem ama ikisi arasında oldukça yakın bir benzerlik bulunması Sabetay Sevi'inin ekmeğine yağ sürmüştü. O artık bir Bektaşi Şeyhi görüntüsünde saman altından su yürütecekti.
Edirne'de bir süre yaşayan Sabetay Sevi daha sonra İstanbul'a gelir ve Aziz Mehmet Efendi adıyla, Müslüman kıyafetleri içinde eski müridleriyle ayinler yapmaya başlar. Bu durum Girit seferinden dönen Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa'ya bildirilince paşa onu huzuruna çağırır ve ayağını denk alması, bir Müslüman olarak çıfıtlığa devam etmesi halinde başına çok kötü şeylerin geleceği hususunda uyarır.
Sadrazamın uyarısı oldukça serttir. Kellesinini tehlikede gören Sabetay, İstanbul-Kağıthane'de güya müridlerinden uzak bir hayat yaşamaktadır ama aslında hiç de öyle değildir. Nitekim sadrazamın adamları tarafından bir havrada ayin yaparken görüldü.
Bu olay bardağı taşıran son damla olsa da Sadrazam Fazıl Ahmed Paşa yine de insaflı davranarak onu öldürtmedi. Ceza olarak tek bir Yahudi'nin yaşamadığına inandığı Arnavutluk'un Ülgün şehrine sürdü.
Sabetay Sevi ya da Müslümanlar içinde bilinen adıyla Aziz Mehmet Efendi Ülgün'de beş sene kadar daha yaşadı ve 1675 yılında öldü...
Pardon burayı az düzeltelim:
Sabetay Sevi , Sabetayistlere göre ölmedi. Şehrin içinden geçen ırmağın kenarından göğe yükseldi ve tekrar dünyaya döneceği günü beklemektedir.
Müslümanlar için ise 1675 ya da 1676 Yılında Aziz Mehmed Efendi olarak Hakkın rahmetine kavuştu ve öldükten sonra kendisine Ülgün kentinin kalesinde bir türbe yaptırılıp buraya defnedildi. Müslüman kardeşlerimiz bu türbeyi ziyaret eder ve türbede yatan evliyadan (!) yardım isterler dileklerinin gerçekleşmesi için.
Son bir soru ve cevabı ile noktalayalım:
Soru: Bir Sabetayist'in Sabetayist olduğunu nasıl anlarsınız?
Cevap: Kendisi söylemezse asla anlayamazsınız. O kadar iyi gizlerler ki kendilerini kendinizden şüphe edersiniz, onlardan şüphe etmezsiniz. Örneğin Şarkıcı, bestekar Özdemir Erdoğan '' Karımın ailesinin Sabetayist olduğunu evliliğimizin otuzuncu senesinde öğrendim.'' demişti.
Bugün İstanbul- Üsküdar'daki Bülbülderesi Mezarlığına gidin... Evet, Selanikliler Sokağındaki Bülbülderesi Mezarlığına gidin, orada sizleri çok çok şaşırtacak bir sürü Sabetayist mezarı göreceksiniz ve o mezarlar içinde İzmir'de 15 Mayıs 1919'da Yunan'a ilk kurşunu sıkan (!) ve bu kurşunu sıktıktan sonra Yunanlılar tarafından şehit edilen (!) Hasan Tahsin'in mezarını görünce çok şaşıracak ve İzmir'de şehit edilen bir insanın o kargaşa ve hengame içinde naaşının İstanbul'a nasıl getirildiğine, dahası niçin İzmir'de defnedilmeyip bu mezarlıkta defnedildiğine hayret edeceksiniz.
BİTTİ.
( Eşhedüen La İlahe İllallah---2. Bölüm --- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 26.10.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu