Uzun yazıları okumaktan hoşlanmayanlara asla tavsiye etmem.
******
Efendim, bir önceki bölümü okuyan bazı arkadaşların yazdıkları yorumları okuyunca gördüm ki pek çok arkadaş konuyu yanlış anlamış. ''Ben hiç bir şekilde Şeyh Küçük Hüseyin Efendi, Üzeyir Garih ve Fevzi Çakmak Paşa kesin olarak Sabetayisttir demiyorum.'' Çünkü ben varsayımlarla, şüphelerle, ''Dedemden şöyle duymuştum''larla tarih yazılamayacağına inanıyorum.
Ben sadece bir takım verileri ortaya koyacağım, kimin neye inanacağı ise tamamen kişilerin kendilerine kalmış bir durum.
O halde en baştan başlayalım. Başlarken de iyimser olalım önce... ( İleride bu kadar iyimserliği terk edeceğiz. )
Şeyh Küçük Hüseyin Efendi bir Sabetayist midir?
''Evet bir Sabetayisttir'' Diyenlerin başlıca delilleri nelerdir?
a) Şeyh Küçük Hüseyin Efendi 1859 Yılında Padişah Abdülmecit'e karşı düzenlenen ve Kuleli Vak'ası denilen suikast girişiminde bulunmuştur.
Bu bilgi doğru mudur peki?
Böyle bir olayın olduğu ve olaya bazı medrese hocalarının da karıştığı doğrudur ama Küçük Hüseyin Efendinin adı geçmez olaya karışanlar arasında.
'' Bu da delil mi? Padişaha karşı suikast tertip eden herkes Sabetayist midir?'' demeyin. Mehmet Akif Ersoy bugün, üstelik de bazı İslamcı yazarlar tarafından sırf II. Abdülhamit'e karşı olduğu için aforoz edilmiş değil midir? Hatta daha bir kaç gün önce bir vatandaş bana yazdığı bir yorumda Mehmet ''Akif 3.5 Milyon Müslüman-Türk'ün katilidir. '' Demedi mi?
Küçük Hüseyin Efendi de II. Abdülhamit'in babası Abdülmecit'i tahttan indirmeye kalktığına göre(!) demek ki Türk de değildir Müslüman da..
İyi ama bu adam bir şeyh... Hımmm madem ki Hem padişaha karşı hem de şeyh, o halde kesin Sabetayisttir.
b) Şeyh Küçük Hüseyin Efendi'nin türbesinin planı altıgen şeklindedir. Altıgen ne demek peki? Yahudi simgesi olan altı köşeli yıldız demektir(!) Adam Yahudi olmasa ona böyle altıgen planlı bir mezar yapılır mıydı?
Ne kadar kolay değil mi. Allah'tan bu iddiaları ileri sürenler hakim filan değil. Bu gibi çok zayıf delillerle adam asarlar alimallah.
Evet, Küçük Hüseyin Efendi'nin türbesi altıgen planlıdır. Eğer bu delil onu Sabetayist yapıyorsa ülkemizdeki en büyük ve en eski Sabetayist, Ertuğrul Gazi'dir. Hem de Sabetay Sevi'den asırlar önce yaşamış olmasına rağmen. Çünkü onun türbesi de altıgen planlıdır. Dahası Fatih Sultan Mehmed'in türbesi de altıgen tabanlıdır. Türkiye'deki pek çok cami altıgen tabanlıdır.
c) Küçük Hüseyin Efendi'nin türbesinin baş kısmı tam olarak kıbleye bakmıyor.
İşin doğrusu bunu tam olarak bilmem için elimde bir pusulayla gitmem lazım o türbeye. İstanbul'a ayağım düşerse bakacağım.
d) Gelelim en önemli delile(!)
Küçük Hüseyin Efendi bir tarikat şeyhi olduğu halde mezar taşında klasik Müslüman Türk Mezar taşlarında olan '' Hüvel Bâki'' gibi, '' Ruhuna el Fatiha '' gibi ibarelerin bulunmaması, sadece '' Mevlana Küçük Hüseyin 1825- 1930 Yazıyor olması. ( Bu bilgi doğrudur fotoğrafta da gördüğünüz gibi. )
Evet bu delil gerçekten de önemli. Bir Şeyhin mezar taşında en azından '' Ruhuna Fatiha.'' Diye bir ibarenin olması gerekir ama Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrinde yok. Demek ki şeyh zannettiğimiz bu Sabetayist, ruhuna Fatiha okunmasını istememiş (!) Sabetayist olmasa en azından '' Ruhuna Fatiha '' Yazardı mezar taşında.
Peki o zaman ben mezar taşlarında '' Hüvel Bâki'' ya da '' Ruhuna Fatiha '' Yazmayan çok tanınmış bazı kişilerden bahsedeyim:
A) Atatürk'ün mezarında bir mezar taşı bile yoktur, bırakın '' Hüvel Bâki'' yi ya da '' Ruhuna Fatiha'' yı... ( Bu arada bilmeyenler için söyleyeyim. Atatürk o bir ton ağırlığında olan ve Mozole denilen mermer blokun altında değil, aşağıdaki bir özel odada yatmaktadır. Mozoleyi öpenler sadece ve sadece bir mermer bloku öpmektedirler. )
B) İsmet İnönü'nün de bir mezar taşı yoktur ve Mezarındaki yazıda sadece adı soyadı, doğum ve ölüm tarihi yazar.
C) Celal Bayar'ın da öyle...
D) En acısını söyleyeyim: Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım için eşi Latife Hanım, üzerinde '' "Hüve'l-bâki. Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin vâlide-i muhteremeleri Zübeyde Hanım'ın ruhuna rızâen lillâhi'l-Fâtihâ. Sene 1338 (1923)." yazılı bir mezar taşı yaptırmıştı ama o mezar taşı kaldırıldı, Zübeyde Hanım'ın mezarı üzerine tepe gibi bir kaya yerleştirildi ve üzerine sadece ''Atatürk'ün Annesi Zübeyde Hanımefendi Burada Yatmaktadır. Ölümü: 1923 '' Yazıldı.
Yani mezar taşlarında ''Hüvel Bâki'' ya da ''Ruhuna Fatiha '' ifadesinin olmaması o mezarda yatanların Sebatayist olmalarından daha çok saçmasapan bir laiklik anlayışı yüzündendir. Bu laiklik anlayışının kılıfı ise '' Mezarların mabete dönmesini önlemek için alınan bir tedbir olduğunun söylenmesidir ama fotoğrafta da görüldüğü gibi koskoca bir profesör( Celal Şengör ) Zübeyde Hanım'ın mezarında adeta secde etmiştir
Düşünün ki o saçmasapan laiklik anlayışı yüzünden neredeyse Atatürk'ün cenaze namazı kılınmayacaktı. Nitekim kız kardeşi Makbule Hanım kendisini yerden yere atıp ağlayıp sızlamasa sadece on yedi kişiyle kılınan ve asla İslami geleneklere uymayan o cenaze namazı bile kılınmayacaktı.
Ancak burada bir hususun da altını çizelim: Günümüz Türkiye'si 1930'ların Türkiye'si değildir. Günümüzde Şeyh Küçük Hüseyin'in mezarına üzerinde '' Hüvelbâki, Şeyh Mevlana Küçük Hüseyin Efendi D- 1828- Ö-1930 Ruhuna el Fatiha'' yazılı bir mezar taşı konulabilir. Konulmuyorsa ya aşırı ihmalkarlıktır ya da işin içinde aleyhindeki iddiaları doğrulayan bir iş vardır.
E) Küçük Hüseyin Efendi eğer bir Sabetayist olmasaydı Üzeyir Garih gibi bir Yahudi niçin her hafta üstelik de Yahudiler için kutsal olan Cumartesi günleri onun mezarını ziyarete gidiyordu? ( Bu sorunun cevabını ''Üzeyir Garih Sebatayist miydi? '' Sorusuna cevap verirken ele alacağım.)
Peki ne demek istiyorum? ''Küçük Hüseyin Efendi Sebatayist filan değildir.'' mi diyorum?
Hayır. Öyle bir şey de demiyorum. Dediğim şu: Bir kişi ya da kurum hakkında lehte veya aleyhte bir şeyler söyleyip yazmak için daha kesin deliller gerekir. Yukarıda sıralanan deliller kesin bir karar vermek için yeterli değildir. Hele hele de adının sonuna ''Efendi'' ibaresi getirilmiş olduğundan dolayı Sabetayist olduğunu söylemek çok saçmadır. Çok komiktir. Yahu Peygamberimizden bahsederken bile ''Peygamber Efendimiz'' Diyoruz. El insaf ve el izan..
Gelelim Üzeyir Garih'e...
Bu vatandaşımız Sabetayist miydi?
Yahudi olduğunu hepimiz biliyoruz. Gizli saklı bir şey değil.
Çok Yakın arkadaşı ve iş ortağı İshak Alaton'un dediğine bakılırsa aynı zamanda Mason'du. Hem de üst düzey Mason.
Peki böylesi bir insan aynı zamanda bir Sabetayist miydi?
Bu soruya kesin bir cevap vermek mümkün değildir ama işin doğrusu onun Fethullah Gülen ile sık sık yaptığı sabah kahvaltıları ''Masonlar.org- Harici Masonlar'' adlı bir internet sitesinde bile hayretle karşılanmış ve aynen şöyle yazılmış öldürülmesinden önce: '' Böylesine başarılı bir iş adamı neden Fethullah Gülen ile görüşür, acaba ona inanmış mıdır ya da inanmışı mı oynamaktadır veya başka bir şey mi var? Şimdi de İshak Bey( İshak Alaton ) görüşmelere başladı. Anlayamıyorum''
Evet gerçekten de anlaşılamaz bir durumdur bu. Mesela öldürüldüğünde cebinden Müslümanların çok değer verdiği Cevşen duasının çıkması... Öyle ki bazıları sırf bu yüzden Üzeyir Garih'in gizli Müslüman olduğunu bile iddia etmiştir. Bir Yahudi'nin cebinden Cevşen duasının çıkması çok ilginç değil midir? Ama Cevşen yani kalkan, onu katledilmekten koruyamamıştır.
Peki bir daha soralım: Şeyh Küçük Hüseyin Efendi eğer bir Sabetayist değilse Üzeyir Garih gibi eğitimli bir Yahudi neden sık sık onun türbesini ziyarete gider ve bunu en yakınlarından bile gizler?
Evet gerçekten de kafa karıştırıcı bir durum. Ama?
Ama aynı zamanda izahı mümkün olmayan bir durum değil.
İstanbul'da yaşayanların bile çok dikkatini çekmez ama ilginç kiliseler ve o kiliselerin ilginç ziyaretçileri vardır bu şehirde.
Ayın Biri Kilisesi: Adres: Hacı Kadın, Katip Çelebi Cd. No:1 Fatih/İstanbul... Vefa Kilisesi olarak da biliniyor. Asıl adı Panaghia ( Tanrı'nın Annesi Kilisesi ) Herhangi bir dileği olanlar her ayın birinde kilise önünde kuyruğa giriyorlar ve kilise dışında maket ev, bebek vb. nesneler satanlardan bir oyuncak aldıktan sonra kilise kapısında da görevliden bir anahtar satın alıp boyunlarına asıyorlar. İçeri girip mum yakıyor, dua ediyorlar, ayazma denilen kutsal sudan içiyorlar, dileklerini diliyorlar. Dilekleri gerçeğe dönüşenler boyunlarındaki anahtarları daha sonra geri getirip teslim ediyorlar ve kilise önünde hayır dağıtıyorlar ( lokma da olabilir başka şeyler de )
Bu uzun bilgiyi neden verdim biliyor musunuz?
O kiliseyi ziyarete gelenlerin, yani kapı önünde uzun kuyruklar oluşturanların, bir kiliseden ve papazlarından sıkıntıları için medet umanların çoğunluğunu Hıristiyan Rumlar değil, Müslüman Türkler oluşturuyor. ( Zaten İstanbul'da bile ne kadar Hıristiyan Rum kaldı ki? ) ve o Müslüman Türkler içinde eğitimli insanlar da var.
Büyük Ada'daki Aya Yorgi Kilisesinde de benzer ritüeller yaşanıyor ve bizim Müslüman Türkler de Hıristiyanlarla birlikte o kiliseye gidebilmek için yokuş tırmanıyorlar.
İstanbul'un en büyük Katolik Kilisesi olan Beyoğlu'ndaki St. Antuan Kilisesine dilek dilemeye gelenlerin çoğu, sorduğunuz zaman Müslüman olduğunu söyleyen sosyetik beyler ve bayanlardır. Çoğu da eğitimli insanlardır.
İçinizde İzmir- Selçuk Meryem Ana Türbesine giden varsa oraya gelenlerin ve Hıristiyanlarla aynı ritüelleri paylaşanların çoğunun Müslüman Türkler olduğunu görecektir.
Ya da ülkemizde faaliyette olan İslami tarikatlara bakın: Gördüğü tahsil bakımından pek çoğumuzu cebinden çıkartacak insanlar, kendilerinin yarısının yarısı kadar bile bilimsel bir tahsil görmemiş tarikat şeyhlerinin önünde el pençe divan durmaktadırlar. ( Örneğin Dr. Salih Selman )
Kısaca eğitimli insanlar da kendi dinlerinin tarikatlarına veya kendi dinlerinden tamamen kopmadan bir başka dine veya tarikata ilgi duyabiliyorlar. Bu bağlamda Üzeyir Garih de hem Küçük Hüseyin Efendi'ye hem de Fethullah Gülen'e ilgi duymuş olabilir.
Bu tabii ki en iyimser ve saf bakış açısıdır. Ama?
Ama işin içinde bir Yahudi, hem de Mason olan bir Yahudi varsa, tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir de Fetö işin içindeyse öyle çok da iyimser düşünemiyor insan. Hatta öldüğünde cebinden cevşen çıksa bile... Tabutunun Türk Bayrağına sarılmasını vasiyet etmiş olsa bile...
Hele bir de işin içine Fethullah Gülen'den çok daha önce başlamış olan Dinler Arası Diyalog olayı girmişse... -Pardon, dinlerden ziyade Yahudilerle diyalog diyelim...---
Öyle bir dönemden bahsediyoruz ki bir tarikat şeyhi o dönemde ''Musevilere Çıkar Yol '' Başlıklı bir kitap yazıyor, Türkiye'nin tek derdi Musevilermiş gibi...
Evet, elimizde çok kuvvetli deliller olmadan bir takım ithamlarda, iddialarda bulunmak tamamen komplo teorisi, hatta daha da ileri giderek paranoyadır ama ateş olmayan yerden duman tütmez'' Atasözünü de unutmamak gerekir. Bu kadar çok iddia ve itham varsa işin içinde pis kokuları olan işlerin olabilme ihtimali de bir o kadar kuvvetlidir. Yani uyanık olmakta fayda var.
Üzerinde en çok durulması gereken kişi odur. Onu da bir sonraki bölümde ele alalım zira bu bölüm çok fazla uzadı.
(
Hazreti Üzeyir Garih- Şeyh Küçük Hüseyin Efendi- Mareşal Fevzi Çakmak---2. başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
31.10.2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.