Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 11/1/2023
Okunma Sayısı : 297
Yorum Sayısı : 5
Hazreti Üzeyir  Garih- Şeyh  Küçük  Hüseyin Efendi- Mareşal  Fevzi  Çakmak---3.
HAZRETİ ÜZEYİR  GARİH- ŞEYH  KÜÇÜK  HÜSEYİN EFENDİ- MAREŞAL  FEVZİ  ÇAKMAK---3. BÖLÜM--BÖLÜM

فوزی PAŞA MI  YOKSA قوذى  PAŞA  MI?

Eski  yazı  bilmiyorsanız  başlığı  okuyamazsınız.  Kısaca  açıklayayım: Başlık:  ''Fevzi  Paşa  mı  Kuzu  Paşa  mı?''

Görüldüğü  gibi  eski alfabemizle yazıldığında  Fevzi  ile  Kuzu  arasında  sadece  bir  nokta  farkı  vardır. 

İyi  hoş  da  bu  bilginin bugün  üçüncü  bölümünü  yazdığım yazı  dizisi  ile  ne  ilgisi  var?

Hemen  açıklıyorum:

Mareşal  Fevzi  Çakmak'a Türk  Milleti tarafından her  zaman çok büyük  bir  saygı  ve  sevgi duyulmuştur ama  aynı  zamanda -  çok  bilinmese  de- ona  önceleri  '' Kuzu '' daha  sonra  çok  daha ileri  giderek  '' Öküz'' diyenler  de  olmuştur. 

Kim  mesela?

Mesela Lozan  Antlaşmasına  İsmet  Paşa'dan  sonra  ikinci  murahhas  olarak gönderirken  çok  çok  akıllı  ve  bilgili  bir  insan,  sonra  Atatürk  karşıtlığına  başladığında '' Deli'' dediğimiz  Rıza  Nur... İlk  Milli  Eğitim  Bakanımız... Evet Rıza  Nur  ve  daha  pek  çok  insan...

Neden  peki?  Neden  koskoca Fevzi  Çakmak  Paşa'ya önce  Kuzu,  sonra  Öküz  demişler?

Rıza  Nur  bunu  da açıklıyor:  ''Atatürk'ün yaptığı  inkılaplara  ve  diğer  icraatlara hiç  bir  şekilde  itiraz  etmeyip  kuzu  kuzu  itaat  ettiği  için  ona önce  kuzu  dedik;  sonra baktık  ki  kuzu çok  masum  bir hayvan,  oysa  Fevzi  Paşa masumluğundan  değil  öküzlüğünden  bu kadar  itaatkardır,  artık  Öküz  demeye  başladık.'' 

Evet,  Fevzi  Çakmak aleyhinde bu  kadar  çok söylenti  ve  iddianın  dolaşmasının en  önemli  sebebi  belki de  budur. Hatta  belkiden  de  öte  kesin  olarak  budur. Yani  en  yakın  silah  arkadaşı  İsmet İnönü  bile zaman  zaman  Atatürk'le  ters  düştüğü  halde Fevzi  Çakmak,  ölünceye  kadar en  küçük  bir  itirazda dahi  bulunmadan  Atatürk'e  itaat  etmiştir. 

Bu düşüncede  olan  insanlara  göre Fevzi  Çakmak  Paşa son derece  dindar  bir  insan olarak en  azından  Laikliğe  karşı  olması  gerekirdi ama  hiç  bir  tepki  ya da  aleyhte  görüş  ortaya  koymamıştır. 

****

Sizce  Aziz  Nesin  ile  Kadir  Mısıroğlu  arasında  ortak  bir  nokta  var  mıdır?

Yok  yok  konudan  çıkmadım.  Konumuzla  ilgilidir  bu  soru. 

Pek  çoğunuz  eminim '' Birbirine  taban  tabana  zıt  olan  bu  iki  insanın  hiç  bir  ortak  noktası  yok '' Demişsinizdir,  oysa var.  Hem  de Atatürk  ile  ilgili.  

Kadir  Mısıroğlu'na  göre bir  insan  hem Müslüman  hem  de  Atatürk'ü  sevdiğini  söylüyorsa  ya  cahildir  ya  da  ahmak...

Aziz  Nesin  bir  adım  daha  ileri  gidiyor  ve  diyor  ki: “Hiç bir Müslüman Atatürk’ü sevmez. Niye sevsin ki yaptığı hiçbir şey İslam’ın lehine değildir. Eğer bir Müslüman hem Atatürk’ü seviyor hem de Müslümansa ya ahmaktır ya sahtekar ya da cahildir.”  Yani sadece ahmak  ya da  cahil  demiyor  bir  ihtimal  daha  ortaya  koyuyor: Sahtekar. 

Peki  Aziz Nesin'e göre kimdir  asıl  Müslüman?

Şaşıracaksınız  belki  ama Almanya'da '' Anadolu  Federe İslam  Devleti '' Diye sözüm  ona  bir  devlet  kuran,  Türkiye'de  daha  çok  '' Kara Ses'' olarak  bilinen  Cemalettin  Kaplan...

Hatta  soruyorlar:

– Babanız çok dindarmış…
Aziz Nesin: -Dindardı ama, yobaz değildi. Aydınlık düşünceliydi.
– Onun Atatürk’ü sevmediğini yazıyorsunuz.
Aziz Nesin: -Bırakın sevmemeyi, düşmandı.
[Ahmet Kahraman (1990). İnsanlar ve İnsancıklar. Boyut. Sf: 28 ]

******

Tekrar  konumuza  dönerek  soralım.

Fevzi  Çakmak cahil  miydi? Ahmak  mıydı?  Yoksa  Müslüman  görünen ama  alakası  olmayan  bir  sahtekar  mıydı?

Ya  da?

Ya  da  hiç  biri  değildi. Atatürk  ilke  ve  devrimlerine  de  İslam  Dinine  de  son  derece  bağlı samimi  bir  mümin, samimi  bir  vatansever miydi? 

Bir  anda '' Evet  Atatürk'e  ve  ilkelerine,  devrimlerine  son  derece  bağlı  olduğu  gibi  İslam  Dinine  de  son  derece  bağlı  bir  insandı.''  ya  da '' Ahmaktı, ahmak  değilse  cahildi,  her  ikisi  de  değil  sahtekardı '' demek maalesef  mümkün  değil. Konuyla  ilgili  net  bir  şeyler söyleyebilmek  için bilinmesi  ve  irdelenmesi  gereken  o kadar çok  şey  var  ki...

O  zaman gelin yine  konunun  dışına  çıkalım  az, ama  emin  olun  konuya  tekrar  bağlanacağız. 

*****

Yakın  zaman  Türkçüleri  içinde  önemli  bir  yere  sahip  olan doktor,  yazar,  siyasetçi Fethi  Tevetoğlu  anlatıyor: (  Şu  meşhur  Tarkan adlı  şarkıcının baba  tarafından dedesinin  kardeşi. )  

“- Yanılmıyorsam 1946-47 yıllarıydı. Ankara‟daydık. Bir gece Enis‟in( Enis Behiç Koryürek ) eski arkadaşları ziyaretimize geldiler. İçlerinde Avukat Suad Pilevne, Savcı Kemal Bora ve eşi, Tahir Sebük, Sinan Onbulak, Evkaf Umum Müdürü Şevki Bey, eski Valiler, eski Temyiz Başkanı gibi seçkin kimseler vardı. Gecenin bir vaktinde, misafirler, şu gördüğünüz masanın etrafında toplandılar. Ruh çağıracaklarını söylediler.

Masanın etrafında, Enis'den başka herkes vardı. Enis bu daveti kabul etmiyor, işi ciddiye almıyor, arkadaşlarıyla eğleniyordu. Çünkü Enis o zaman ruha inanmıyordu. ''Günün birinde otlar gibi çürüyüp gideceğiz, yok olacağız.'' diyordu. Arkadaşları kendisini ısrarla masaya çağırdılar ve ''Madem ki biz bu akşam senin misafirin olarak buradayız, öyleyse bizi kırmayacaksın ve parmağını şu fincana uzatacaksın.'' dediler. Enis, nezaketen bu teklifi kabul etti. Masaya oturdu ve emre uydu. Bir usul içerisinde ruh çağrıldı. Ve biraz sonra fincan, bir daire üzerinde bulunan harfler arasında dolaşmaya başladı. 

Enis‟in katıldığı toplantıda alınan ilk tebliğ şuydu:

Ben aşk-ı ilahi ile yandım da uyandım,
Her zerre rimadımla mükerrer yine yandım.

Anladık ki gelen ruh, bir şaire aiddir. Üstelik aruzla yazdırmaktadır. Bu, Çedikçi Süleyman Çelebi‟nin ruhuydu. Enis bu ilk tebliğden sonra birdenbire değişiverdi. Konu üzerine ciddiyetle eğildi. Artık ortada eski Enis Behiç yoktu.” 

Bu  yazdıklarımın  konuyla  ilgisi  yok  gibi  değil mi?  Ama  az sabredip  okumaya  devam  edin  lütfen.

Evet, bu  olaydan  sonra daha  önce  dinle-diyanetle  ilgisi  olmayan  Enis Behiç  Koryürek  birdenbire  tasavvuf  erbabı(!)  olur  çıkar.  Dahası kendisine  ilhamlar  veren  Çedikçi  Süleyman  Çelebi'nin verdiği ilhamlarla(!) bir  de  eser  yazar: Varidat-ı  Süleyman.

Kısa  süre  sonra  bir  şeyh  efendi  bu  Varidat-ı  Süleyman  adlı  esere o  eserin  kalınlığının  bir  kaç  katı  şerh  yazar ve  eserle  ilgili  de aynen şunları  söyler ( Hatta  yazar.)

''Bu sözleri Enis Bey'in içine girerek Allah'tan başkası söylemiş olamaz.

Söylenen Enis Bey‟in sesini kullanan, Ruh-ül Kudüs‟tür, yani Allah‟ın Zat nurudur. Cebrail Aleyhisselam bu meyandadır. Peygamberler devrinden sonra Ruh-ül Kudüs‟ün dünyaya kelam getirdiği işitilmiş değildi. Bu ilk kez Enis Bey‟de gerçekleşiyor. Allah‟ın mucizesidir.''

Bu  Şeyh  Efendi  kim miydi? 

Ömer  Fevzi  Mardin'di  bu  Şeyh. Sadece  iki  yıl  önce  1944'de ''  Musevilere  Çıkar  yol '' Adlı  kitabı  yazmış  olan  Arusî  Şeyhi  Ömer  Fevzi  Mardin. 

Evet, şeyhlik  icazetini  Küçük  Hüseyin  Efendi'den  aldığını  söyleyen Ömer  Fevzi  Mardin, Varidat-ı  Süleymaniye  için  açık  açık  '' Allah'ın  Kelamı'' diyordu. 


Gördüğünüz  gibi  döndük  dolaştık  yine  Küçük  Hüseyin  Efendi'ye  geldik. Yani Fevzi  Çakmak  Paşa'nın  şeyhi  olduğu iddia  edilen  şeyhe. 

Gelmesine  geldik de burada az soluklanıp doğuran  kazan  misali ha bire  doğuran  tarikatlara  bir  nazar  eyleyelim, o  tarikatların  gele  gele  nerelere  kadar  geldiğine  de  kısa  bir  dokunuş  yapalım,  daha  sonra  Küçük  Hüseyin  Efendi  ve  Fevzi  Çakmak'a  geliriz  nasılsa.

Evet,  Yukarıda bir  ispitizma ( yani  ruh  çağırma ) seansından  bahsetmiştik. 

Çok uzak  olmayan  zamanlarda  ruh  çağırma  sesnsları ülkemizde  oldukça  yaygındı. Bu  seanslara  öylesine  insanlar  katılıyordu  ki  aklınız  durur. Dahası  bu  seanslara  katılanlar  her  ne  kadar  kendilerini  tarikat  mensubu  olarak görmüyor olup  kendilerine Dünya  Sevgi  Birliği  veya  Dünya  Kardeşlik  Birliği  gibi isimler  verseler  de sürekli  bölüne  bölüne  asıl  kimliğini  tamamen  unutan  bazı  tarikatların  prematüre  bebeklerinden  başka  bir  şey  değildiler. 

Mesela  Nakşibendiliğin  içinden  Halidiler,  Halidilerin  içinden Arusiler,  Arusilerin  içinden  Beyt-i Dost  Tarikatı,  Beyt-i  Dosttan  da mensupları  arasında ünlü  sunucu Cenk  Koray'dan ikna  odalarının  mucidi  Nur  Serter'e pek  çok  ünlü mensubu  bulunan Rıfat  Kayserili  veya Vedia  Bülent  Çorak adlı  bir  medyumu Mesih  olarak  kutsayan  Dünya  Sevgi  Birliği, Dünya Kardeşlik  Birliği  gibi tarikatlar doğmuştur bu insanlar  tarikatlara  şiddetle  karşı  olsalar  da. 

Her  yerde,  her  fırsatta '' Cehalet,  yenilmesi  gereken en  büyük  düşmandır'' Diyen bu  insanları cehaletin  en  büyüğü  olan  ruh  çağırma  seanslarının en  büyük organizatörü  ya  da  müdavimi  olarak  görmek tam  bir  tezat  olsa da  böyledir  maalesef. 

Evet,  bir  sonraki  bölümde ana  konuya  girmeyi  ve  bitirmeyi  düşünüyorum  ama bakalım  becerebilecek miyim?





( Hazreti Üzeyir Garih- Şeyh Küçük Hüseyin Efendi- Mareşal Fevzi Çakmak---3. başlıklı yazı Sami Biber tarafından 11/1/2023 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.