Renklerdi soluduğum gülüşünün
alfabesinde solduğum mevsimin dil yarası uçuşan sözcüklerin nezdinde yağan kara
duacı yağmurun ta kendisi yaşlarımda saklı bir kiracı bakaya kalan mutluluğun
ve sırdaş iklimin gönül yarası ve kopan bileğimin yerine geçen kalemle
sıvadığım kadar kollarımı sınandığıma delalet ara ara esen hüzün rüzgârı bil
mukabil, yalnızlık dediğim kadar da var hani bense çoktan çizmişken yolumu,
sırıtan bir imge ansızın peyda olan ve annemin yüreğinde çiçek olup açan…
Nuru yağan.
Nemi ıslatan.
Mutu çağlayan.
Mona Lisa görkeminde bir resim devasa
bir hikmet iken esintisi dinmeyen yürek sesimin izinde solduğum ne ki sönen
coşkumun yanında ve yeniden doğduğum doğurduğum şiirlerin de dinmek bilmez
nazında saklı bir sır gibi s/üzüldüğüm sırra kadem basan zamanın ayak sesini
takip ettiğim kadar umudun ve sevginin sadık yolcusu.
Bir sav mı sahiden de mutluluk?
Yoksa bir av mıdır her insan
savsakladığım kadar kendimi savrulduğum saymanı sözcüklerin kalemimin bam
telinde saklı yüreğim ve göğün kırık tamburu ben ki: şiirlerime ve sevgime
kefilim.
Yorgun iklim.
Yorgun bedenim.
Şiirlerse atlastan bir yorgan gibi
altına sindiğim ve sandığım ve savrulduğum ve sivrildiğim ve yarınlara sevk
ettiğim…
Artık kaç baytsa bu yürek.
Kaile alınmak alınmamak arasında seken
bir dilek.
Muradımın yolcusu.
Aşkın yongası.
Sözcüklerin yontusu.
Yaşamın ve hayallerin yolcusu.
Bir hümayun saklı dünümde.
Bir hezeyan yükümde.
Heyecanla sevip yaşadığım hemhal
olduğum kadar duyguların muktedir döngüsü duyumların sözcüsü en çok da şiirlerin
ön sözü ruhumun alt yazısı benliğimin yazgısı varsa yoksa yüreğin alıntı
yarası.
Bir yamalı mintan ki üstümden
dökülen.
Bir heyelan ki ruhumdaki o kırık fay
hattı.
Af dilediğim.
Saf tuttuğum.
Yürekle sakit olan duyguların da
tutulurken zaman zaman nutku.
Güreştiğim minder.
Minvalinde hayatın yürekten yüreğe
seken heceler.
Mimozalar saklı iken bahtımda.
Mevsimler saklı kırık tahtımda.
Ön sözü günün ömrün yettiği yetmediği
kadar döngüden nasiplendiğim bir nida bazen asılı kaldığım bazense sessizlik
yüreğimdeki yangını başlatan tek kıvılcımdan doğan ve ateşin günbegün büyüdüğü
hörgücü ruhun hüznün çökertme oynadığı güllük gülistanlık olsaydı keşke ömrüm.
Düşlerim tekil.
Yalnızlığım çoğul.
Baskına uğrayan iç sesin ansızın
dumura uğradığı kadar sözcüklerin radarına takılan yüreğin tekbir getiren umudu
iken yoldaşı kalemse söküklerimi diktiğim soytarı nazımda saklı bir esinti
nazenin yüreğimle bulduğum bir teselli olsa olsa şiir yazmadığımda sızısı
dinmeyen varlığımın teskin edilmesine dair bir esinti her rükûa vardığımda
aslına rücu eden duyguların müsveddesi iken yaşamak temize geçirdiğim kadar
alın yazımı asla da duraksamadığım bir kavşak.
Yetim düşlerin yatıya kalan tınısında
saklı bir rüzgârım güzergâhımsa umut ve özlem:
İçimin yasını şiire yasladığım kadar
başımı…
Ah, anne alıp da başımı gidemediğim
bir iklimde saklısın sen bense sende ve semiren hüznüme gölge eden ebabil
kuşlarından çaldığım kanatlarımı ruhumdaki izdiham dinsin diye açtığım tırnakla
deşiyorum içimi dişlediğim kalemin ölgün yüzünde neferi olduğum bir koşu gidip
geldiğim yalnızlığın izinde ve seninle pay ediyorum kalan yanımı sen ki diğer
yarım sen ki ağırdan aldığım mutluluğu benim için dileyen dillenmiş sevgimde
saklı iken süzgün yüzün ve gök gözlerin.
Yiten bir zamanın tortusu.
İçliğimin neşri iken hiçliğim ve
üzerimden dökülen cübbem cüssem ne ki baş edeyim boyumu aşan dalgalarla…
Sitem etmediğim kadar sakladığım
sırlarımla…
Sırra kadem basan gün ışığı ve
kalemimse bir meczup gibi devinirken ruhumun haresinde harlanan duygularım
yorgunluğun telvesinde…
Sızım sızan şiirden.
Şiirlerim sızdığım kadar da var hani
iken demlenen hüznümden.