“İnsanlığın
ilerlemesi olası mı, olanaksız mı, yoksa kesin mi?” Bu soruya elli yıl önce bir
cevap verecek olsaydım kuşkusuz “kesin” cevabını verirdim. Ancak şu anda bu
soruya vereceğim cevap kuşku içinde bir “olanaksız” cevabı olur. Bunun başlıca
nedeni ise insanlığın an itibariyle sahip olduğu davranışlardan
kaynaklanmaktadır.Zira açık
yüreklilikle söyleyebilirim ki çağımız insanları artık cahil değiller. Aksine
her şeyin doğrusunu ve yanlışını biliyorlar. Sorun şu ki doğru olanı tercih
etmiyorlar. Herhangi bir konu da tercihlerini yanlış olandan yana
kullanıyorlar. Yani gerilemeye doğru bir bilinç söz konusu. Teknolojik gelişmelerle birlikte insanlık artık
bilgiye daha kolay ulaşabilir hale gelmiştir. Bunda kuşku yoktur. Öyle ki
herhangi bir konu hakkındaki en mühim bilgilere bile saniyeler içinde
ulaşabilmek, bir ütopya olmaktan çıkıştır artık çağımızda. Tıp Biliminden
tutunda, bir otomobilin motorunun işleyişine, bir elementin atom sayısına,
güneş sistemindeki bir gezegenin iklim bilgilerine, insan metabolizmasının en
karmaşık yapısına kadar her türlü bilgiye birkaç saniye de ulaşabilmektedir
insanlar. Bu sebepten doğru ve yanlış arasındaki ayrım oldukça keskinleşmiştir.
Davranışlarımızı şekillendiren tercihler ise bu bilgiler ışığında oluşmaktadır.
Ancak insan en net veri akışında bile yanlış yolu tercih edebilmektedir ve
etmektedir de. Yoksa dünyada bu kadar kanunsuzluk, adaletsizlik, vahşilik,
şiddet ve zulüm olur muydu? Gerçek şu ki çağımız insanının amacı doğruyu ve
adaleti tesis etmek değildir artık. Adalet, hukuk, hakkın haklıya verilmesi,
doğruluk, dürüstlük gibi erdemler daha fazla kazanmak, daha fazla zengin olmak,
ilkel içgüdüleri ve hazları doyurmak gibi amaçlara kurban edilmiştir. Aksi
halde yeryüzünde bu kadar savaş, bu kadar vahşet, bu kadar zulüm olur muydu? Çağımızda
gelişmek ve ilerlemek şöyle dursun, insanlık daha ilkelleşmiş ve tamamen
içgüdüleriyle hareket bir hale gelmiştir. Günümüzde tüm dünyanın gözü önünde bir devlet, gökten
indiği ve kutsal olduğunu iddia edilen kitaplarının kendilerine yeryüzünde
arazi vaat ettiğini söylüyor. Ardından bu hastalıklı bilgiye dayanarak
insanları evlerinden, arazilerinden edip kadın çocuk demeden insanları
öldürüyorlar. Ekonomik ve siyasal açıdan güçlü oldukları içinde hiç kimse bu
devlete dur demiyor, diyemiyor. Bu ilkelliğin en vahşi hali değildir de nedir?
Doğruluğu sorgulanamayan, doğrulanamayan, ispat edilemeyen bir kitapta tüm
dünyanın kendilerine vaat edildiği yazılsaydı o zaman tüm insanlığı öldürme
hakları mı olacaktı bu devletin? Böylesine saçma ve böylesine ilkel bir anlayış
sözümona gelişmiş dünyamızda nasıl doğal karşılanabilir? İşte bu sebepten bile
insanlığın ilerlemesi “olanaksız” görünmektedir. İnsanlığın inançları, ırkları, milletleri dolayısıyla
birbirlerini vahşice katlettikleri bu dünyada elbette ilerlemeden bahsedilemez.
Bahsedilmesi mümkün olamaz. Biz insanlar uzaya çıkıp yeni gezegenler keşfedecek
kadar teknolojik ilerleme kaydetsek bile bu bahsettiğim ilkelliğimizi yok
etmediğimiz sürece ilerleyemeyiz. Ancak kendimizi yok ederiz o kadar. O kadar
vahşiyiz ki anlatmak mümkün değil. Teknolojik gelişmeler vahşiliğimizi daha da
tetikler hale gelmiş bir durumda. Öyle ki organ naklini gerçekleştirmemiz bile birçok
yoksul insanın katledilmesiyle sonuçlandı. Savaş, iç savaş, doğal afetler,
ekonomik bunalımlar, toplumsal çöküşler neticesinde insanlar zorla kaçırılarak
organları satılıyor. Birileri paralarıyla diğerlerinin yaşama haklarını satın
alıyorlar. Bu mu ilerlemek, bu mu gelişmek? Günümüzde popüler olan yapay zeka algoritmalarına
insanlığın en büyük düşmanı nedir diye sorulduğunda verilen cevap net;
insanlık. İnsanlığın en büyük düşmanı kendisi. Ben bu sorunun cevabını cehalet
olarak verirdim. Ama bahsettiğim cehalet bilgi eksikliğinden kaynaklanan
cehalet değil elbette. Dediği gibi bilgi eksikliğimiz söz konusu değil. Biz
bildiklerimizi uygulamıyoruz. Bu cehalet zihinsel ve duygusal bir cehalet. İnsanlık
yanlış olan bir olguyu doğru olarak kabul ediyor ve buradan hareketle yanlış
daha büyük yanlışlara neden oluyor. Zenginleri ve fakirleri doğuran ekonomik
sistemlerimiz bile yanlış temeller üzerine oturtulmuş vaziyette. Gerçek şu ki
günümüzün ilkel dünyasında para ile yapılamayacak iş yok. Peki, para sahibi zenginler
bu parayı nasıl elde etmişler? Çalışarak mı? Kesinlikle hayır. En çok
çalışanlar yoksullar ve eğer çalışmak insanı zengin etseydi yoksullar zengin
olurlardı. Özel mülkiyet diye bir saçmalık uydurmuş insanlık ve daha saçma
olanı da bu özel mülkiyetin miras olarak bırakılması. Bundan daha saçma ve daha
ahmakça bir düzen olabilir mi? Bir adam ömrü boyunca çalarak, hırsızlık
yaparak, insanları dolandırarak, siyaseti arkasına alarak bir servet elde ediyor.
Sonra bu servetini özel mülkiyet diyerek dokunulmaz hale getiriyor. Ardından da
bu servetini çocuklarına miras bırakıyor. Dünyanın en komik fıkrası ama
maalesef bizim gerçeğimiz. Hiçbir insan nerede doğacağını seçemez, annesini ve
babasını seçemez. Ama bu kan bağı ile kuvvetlenme sistemi ilkel bir sistemdir.
Bu dünyada yaşama hakkı olan her insanın bu dünyanın kıt nimetlerinden
yararlanma hakkı vardır. Ama insanlığın koyduğu kanunlarla bu maalesef imkânsız
bir hale gelmektedir. İnsanlığın
yarattığı ve şu anda maruz kaldığımız bu saçma düzen tek hücreli canlılarda
bile yok. Kan bağı ve ırk saçmalığı, başka bir şey değil. İlkel
içgüdülerimizin bir tezahürü bu durum. Şöyle ki hücrenin iki amacı vardır;
birincisi büyümek, ikincisi üremek. Hücre yeterince büyüdüğü zaman bilgisini
(kromozomlarını) yeni bir hücreye aktarmak yani üremek ister. Üremek aslında
bir tür bilgi aktarımıdır. Ama hücre bu bilgi aktarımını kendi parçasına
aktarır. Başka bir hücreye aktarmaz. Belki de başka bir hücreye aktarmanın
yolunu bulamadığı için bu şekilde hareket eder. İşte hücreler boyutundaki bu
eğilim insan gibi ve hatta insanlık gibi yaşam biçimlerinde de kendisini
gösteriyor. Ancak bunun ilk davranış biçimi olması doğru olduğu anlamına
gelmez. Zira akıl var, zihin var ve düşünce var. Uzun lafın kısası bırakın ilerlemeyi eğer bu şekilde
devam edersek kendimizi yok edeceğiz. Gerilemek de değil, tam bir yok oluş. Hiçbir
zaman geç değildir ama sanırım bir şeyler yapmak için geç kalmak üzereyiz. Şu dünya
düzenini bir gözden geçirmemize gerek var diye düşünüyorum.
( Bir İleri İki Geri başlıklı yazı zzz tarafından 30.01.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. ) Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.