SAYIN DEMİR HOCAMIN DÜNKÜ ŞİİRİNE
NAZİRE…
SAYGILARIMLA, EFENDİM…
Bir düş’ e düştü yolum:
Savsakladığım kadar ruhumun
mihrabını.
Bir soy kırımken yalnızlık
sözcüklerin de kutsadığı…
Göğün efendisi idi kuşlar ve şehrin
dar sokaklarında volta atan martılar her biri içine düşülesi bir sevda tuzağı,
martaval okuyan dumanın romansı ve şairin yazmadan duramadığı romanı.
Öfkesi teğet geçerken mazluma aşksa
hırpani bir coşku ve işte şairin yüreğine saplanan nice şarapnel, şarap
t/adında yalnızlık aşkın ve sözcüklerin balta girmemiş duyguları.
Sapanın ucunda idi şiir.
Semanın bozguna uğradığı kalender
düşler yankısı.
Her şiir bir yarım ada.
Her roman bir ana kıta.
Romantik bir gün değilken aşkın
mizacına en yakışan mintan elbet örülü sözcüklerden şairse nasıl da görgülü ve
dündeki örülü saçlarına kar yağarken nimet bildiği kadar sevgiyi ve işte önünü
ilikleyip de çıktı mı er meydanına…
Halis munis bir ruh mudur döşenesi
sözcüklerle?
Haydan gelen huya mı gitti sahiden de
şairin huysuz bir o kadar sevdalı yüreğine düşmüşken aşk acısı nasıl da dik bir
açı, kalemini sapladığı masum beyaz sayfanın söyleyin neydi günahı?
İmdat yüklü bir imbat gecesi.
Hazan yüklü şehrin bohçası.
Kırıntısı dahi yeterken ilhamın…
Şair ise kıtlama yaparken yazdığı her
şiiri…
Öncesinden firar etti edeli de.
Ötelendiği neydi sahi ve işte çer çöp
değil önünde yığılı:
Varsa yoksa dar geçitler…
Varsa yoksa d/ağlanmış gerçekler…
Varı yoğu sevgi şairin varı yoğu
şiir:
Yoğurduğu imgelerden sökün edip…
Ah, lal yürekler.
Ah, nazenin şiir ve şair.
Kem küm etmeden seven.
Aşkta kaybetse de şiirde kazandığı:
Ne yani, ayyuka mı çıkmıştı bitimsiz
sevdası?
Şehirse bıçkın bir rüzgâr.
Şehir, diyorum demeye ne hacet ne de
olsa üçgen bir ilişki:
İstanbul ve şair ve şiirin endamı.
Kalemin çırpı bacakları…
Çalı çırpı ile de yakamadığı bir ışık
neyden ibaretse hayat ney sesinde saklı müzmin coşku ve hüzünlü bekası şehrin.
Kaynakçası aşk.
Ne çıkar kavuşmasa iki yakası?
Ardı kesilmeyen bir şelale arz
etmekle iştigal şair yüreğinde saklı bunca duyguyla da baş koydu mu bir kere
yola.
Göğün endamı.
Yerin dibi.
Araf’ta saklı sözcüklerin esir ettiği
o müzmin kalbi.
Tebessüm ehli bir şık mademki sevmek:
Ve işte şehrin en şık giysisi şiir.
Endamı İstanbul’un ve efkârı yedi
tepenin;
Sekizinci tepe olmaya adat şairin
yufka yüreği ve işte sivrildikçe kalem ve işte sindikçe rüzgâr ve işte kurduğu
çadır yerküreye ve işte otağı kurduğu gök kubbeye.
Mentollü bir ıslık ıskaladığı
mutluluğu…
Nidalar hak getire.
Ve şehrin kabadayısı naralar atan meçhul
kabadayı ve karekökü ruhun ve kardığı dünün kaynayan bir tencere kayıp
sözcüklerin hamdan çıkıp da yola için için piştiği.
Pişkin değilken askıdaki ekmek ve
işte kırıntısı dahi yeter şükretmeye.
Kayıp kıtalar.
Saklı balta girmemiş ormanlar.
Moda’nın cebbar muhtarı; Kadıköy’ün
meydanı.
Boğanın önünde buluşan âşıklar.
Kayıp bir mizansen olsa bile mutluluk
bağdaş kurduğu kadar şair şehrin b/ağrına da saplandı mı imgeler.
Tantana.
Martaval.
Hezeyan yüklü ömür hercai duygular.
Beklemeye aldığı kadar da iç sesini…
Efkârın gamlı notaları ve işte
verilen o Es: her şiir bir sus payı söylem mezar sessizliğinde olsa ne ki
cihan?
Kalabalık duygular oysa yalnızlığın
dibini görmüş bir kere şehir ve şair…