*
ne güzeldir ismi
bizi anlatır
türkü
bir beşiğin ipinden başlar türkünün hikayesi
orada vurulur mayası
umudu ,hayali ,duası
o beşiğin ipinde yolculuk yapar önce
bir ana yüreğinden taşıp
nakış nakış işlenir türkü
türkü kokulu memleket
ana göğsü gibi cennet kokar
bir somun ekmeği ikiye bölsen
yarısı anadolu
yarısı rumeli kokar
o doyumsuz sofraların baş tacı
öpüp de başımıza koyduğumuz nimet kadar
gönlümüzün ilacı ezgilerdir türküler
başak tarlasını gökyüzüne ulaştıran
kınalı dağlar ötesinden
turnaların kanadıyla yar göğsüne usulca süzülen ninnidir
zamandan sıyrılmış tüm çağların acısını
dipdiri tutar hasretini ve sevdasını
diyar diyar dolaşıp
toprağın her çeşit rengini döker üzerimize
saf, pak ve tertemiz
bir duruştur türkü
her satırından görkem dökülen
dokundukça gönül kafesine
süzülür oradan ne varsa
sesinden sözüne
bazen bir elif miktarı çekilir gamlar yukarı
bir turna yakarışıyla
o turnanın kanadına tutunup
yolculuklar yapılır diyarlara
cönk defterlerini açar
sayfa sayfa koşuklar, deyişler, remizler düşürülür
en kırılgan yanlarımıza
en çok da aşkı severiz türkülerde
bir servi ağacından biliriz boyunu
gece midir daha kara olan
yoksa saçı mı
didarının ziyası ay ve güneşe nispet yapan
o nazlı sevgilidir aşığın gönlünde taht kuran
sevmenin en damıtılmış, en ari hisleridir
o yarin sözlerinde kulaklarımızdan gönlümüze damlayan
hayata bakılan bir penceredir türkü
bir türkünün nağmelerinden dökülenler
yine hayatta durulan yerdir
heybeye yüklenen nevalar
kimi gün acıya
kimi gün sevdaya dönüşür
en büyük düşmanı
mesafelerdir kiminde
engel bildiği yollarla ve dağlarladır kavgası
kah yalvarır
kah meydan okur
gür ve hoyrat sesiyle
umudu turnalardır
yare selam gönderme
sıladan bir haber alma hevesiyle
dert çeşit çeşit
söz türlü türlüdür her canda
dile gelmese de tele dökülür bir tamburanın bağrında
gönlünden avucuna indi mi gamlar
önce onun gövdesi anlar
acıdan kabaran sinesinde elleri söyler
tambura ağlar
toroslar mor sümbüllü tacını taktığında
aşığın kabaran yüreğinde tek çare
bir curanın mızrabının ucundadır
munzurun başındaki karını
çiğdemlerin dilinden türküler bilir
bozlaklardan öğrenirsin mertliği, yiğitliği
yaptığı kavganın gür sesini
bir ağıt gibi dinlersin
kışladan sılaya sızan
rediflerden ölüme koşanların hikayeleridir hepsi
bir insan ömrüdür
bir ömür sitemdir türkü
düzen kurar, düzen bozar sözündeki gücüyle
zalimin zulmüne meydan okurken
bir civanmertin nefesinden
yiğitliği çağlar aşan cesaretin kamçısını
bu destanın ruhundan yeriz hislerimizin üstüne
bir ozanın aleme yüklediği manadan
kaç nefes hisse alır payına
toprağın tek serveti olduğunu söylerken
güzelliğin on para etmez derken
bu bendeki aşk olmasa sözünden
bize sevginin ve sevgilinin anlamını
muhabbet süzgecinden geçirmemizi öğretir
bir kavaldan dağılan buğulu sesler
maddeye bulanan ruhunu yırta yırta koparıp
soyarak bedeninden dünya yükünü
varlığının sebebinde hikmet ararsın
bir garip çoban mihmandarlık eder iki nefesten
çiçek böcek gözüyle baktığın tabiatta
bir derviş hırkasıyla seyr-ü sefer edersin
acı nasıl anlatılırdı iki tel bir nefes olmasa
zılgıt olmasa
kalbin coşkusunu ne kadar yükseltebilirdik
elemi, derdi, sitemi
boy boy yükselen dağlar
uzayıp giden yollar olmasa
nereye yükleyecektik aslının sevdasını
keremler gönül koyar mıydı sevda yoluna
kavgaların hiddetini toprak hissedecek miydi
efenin şaha kalkışını rüzgar kesebilecek miydi
türküler kucak açmasa insana
derdini çekebilecek miydi dünyanın
bir avucun kınasından
bir duvağın arkasından
hem vuslatı
hem hicranı okuyabilecek miydi
bu topraklarda
türkülerimiz tütmeye devam edecek dağ dağ, yayla yayla
türkülerimiz köyümüz, köylümüz, memleketimiz
redfer