‘’Kâğıttan
gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım
Allah’la
samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allah’ını bilirim bayım!’’(Didem
Madak)
Renkli ve de baştan
çıkaran bir mimarisi vardır yalnızlığımın:
Azıcık toz tutmuş
olsa da yüreğimin nalını mıhını sabitlediğim o dar ve devasa dehliz.
Sözcüklerim ara
sıra kurdeşen döker benim ve yüzümde açan gülleri temsil eden yegâne gülüyüm
sevdiklerimin.
Gül mizaçlı şiirler
yazmak adına…
Gün cemalinde
annemin eşlik eden o tebessüme tutunmak adına…
Tutamağımsa hayata
varsın olsun aşsın boyumu varsın arşınlar sunayım yalnızlığıma.
Sadık bir neferim
aşka olan inancım ara ara sonlansa da.
Sevdiğim kadar
sevilmek isterdim ömür boyu ama Sırp Sındığı Savaşındaki o zayiat ve işte
siperime serili ölü hayallerim yetmedi mimlendiğim en çok da imgelerin hatırına
hatırşinas şiirler yazmak adına bazen alnıma konan o masum buse en çok da
yarıladığım hayatı yeni baştan yamamakla iştigal bir çöl çiçeği olabilme mizacı
ile yeri geldi mi de zemheride açtığım.
Açık ara öndeyim
insanlardan ne de olsa mektebini okudum ben acıların ve yetmesem de onlara
yetinmeyi bildiğim akıl melekelerim ve koruyucu meleklerimin kanatlarına konan
o çiy tanesinde saklıyım varsın çiy çiy yesinler beni ahvalimden yana kırgın
eşrafım iken sözcükler ve melekler ve şairin de dediği gibi:
‘’Ben istemenin
Allah’ını bilirim.’’
Soyuttur tünediğim
rahle.
Soğuktur ellerim ne
zamanki annem olmasa yanımda.
Soğuk duş almayı
zafer bilenlerin nazarında soğumuş gün ışığı ve soğuk bedenimle hali hazırda
canım da çıkmamışsa kendimden ve işte o minval meylettiğim kadar kendime
tutsaklığında duyguların ben en çok hüznümü bir de annemi sevdim.
Tutanaklara da
geçsin itiraflarım tümseklerde yuvarlandığım adam boyu acıların çocuk kalbiyim
ve asla da talibi olmadığım aşksız izdivaçların başrolünde gelen g/örücülere
çığırdığım kadar yalnızlığım çağ atlayan bir imparatoriçe misali en çok
doksanlarda nakşettim ben ruhuma gaipten zembille inen aşkları.
Aşklar.
Haddime mi düşmüş
sevmek?
Aşikâr utandığım
kadar aşktan kıblemde yanan aşkın ateşiyle çıktım ben Horasan tepelerine bazen
Nemrut bazense K/af dağında saklı o müstesna gülüm/sememi bana bahşeden mademki
yüce Tanrı.
İzahı yoktur iç
sesimin bir de çevremde dikili duvarların:
Ben ki…
Duayeni olduğum
kadar yalnızlığın bilsinler ki: ruhumdur kırbaçladığım ve kırbacım naftalin
kokulu duygularımdır yetmedi güncellediğim ışık hızında sevip de yazdığım kadar
ışır gözlerim ve o haletiruhiyem ki: çemkiren zalime baş eğmediğim kadar da
boynum kıldan ince Allah katında ve başaklar gibi olgunlaşıp da başım nasıl da
eğiktir önüme mademki veren Yüce Mevla verip veriştiren beşere de sunmuşken
istifa dilekçemi Allah’ıma sundum ben tüm fermanımı yazılası dilekçelerimi.
Acılar örüntü.
Hüzünse görüntü.
Üstü örtülü olsa ne
ki yüreğimdeki masanın ve etrafına dizili nice ben: nice ben aralıksız çıkarken
içimden ve içtimada ruhum isyanın bastıramadığım kadar Yeniçerilerin devşirmeni
kimse putperest ve de kırdığım potların bir adım sonrası pot izinde duyguların
aşkla meşk eylediğim kadar da kabrimde saklıdır dualarım.
Kâğıttandır
mimarisi çocukluğumun nice oyuncağı bir de ben bir kâğıt canavarı iken
aralıksız yırttığım sayfalar defterimden ve üzerine yazdığım formüller ve
denklemler bir de bacak kadar boyumla yazdığım üç beş şiir hele ki ilk aşkıma
ithaf ettiğim sandık dolusu hayallerim ve oyuncaklarım ve yüreğimin henüz yaş
almadığı yas almadığı minvalde benim ilk oyun arkadaşım yaşlı rahmetli
babaanneme duyduğum o gaipten gelen aşkı sınıflandıramadığım kadar payıma düşen
duygularımı.
Her bayram bana
alınan elbiseler, ayakkabılar ve ütülü mendiller.
Ayağımı sıkmayan
rugan ayakkabımla arzı endam ettiğim misafirler.
Göğün henüz
sancılanmadığı.
Hali hazırda ölüme
yabancı olduğum derken günbegün çevremde eksilen sevdiklerim üstelik bilmeden
birilerinin benden çaldıkları.
Algı eşiğim.
Bense sadece bir
çocuk.
Alıntı nedir
çalıntı ne değildir, ırgalamadığım ötesinde merak da etmediğim.
İlahi terazinin
doğru tarttığına emin olduğum kadar yetmedi yaşarken ölenler çevremde günbegün
eksilen simalar.
Semadan bana
yansıyan.
Şiarım iken sevgi
ve oyun.
Şans eseri
sevenlerden olmadığım kadar Rabbine âşık bir çocuk renklerin en müzmini ve
masumu beyaz olduğum kadar pembeleşen yanaklarım ne zamanki birileri aşkı
telaffuz etse be işte peşine düştüğüm pek çok şey insan olmanın ritmi iken
sevgi ve aşkın meçhul varlığı:
Sevdalandığım evren
ve tabiat ve okulum ve ilk öğretmenim.
Sıra arkadaşımla
perçinlenen dostluğumuz derken bir gün, sınıfa nakil gelen o kızın benden
çaldığı sıra arkadaşım yetmedi…
Sınıfın en güzel
kızı ve en hınzır oğlanı yakalamışken de çocuğun kıza yazdığı aşk mektubunu
yetmedi öğretmene ispiyonladığım arşa çıkmışçasına başım, onların başını
eğmedikleri kadar en mahcup ve utangaç edayla yerime oturup da derin
düşüncelere daldığım.
İzahı yok pek çok
şeyin itirafı ise pek çok.
Kâğıttan kayıklarım
camdan fırlattığım ve sokağı sel almışken hızlanıp da suyun dibine batan
hayallerim ve ben yeni baştan hayal kurup o kâğıttan kayıklarla okyanusları
gezdiğim.
Ne içimin coşkusu
söndü o günden bu güne.
Ne de aşk anlam
kaybetti bilakis gün geçtikçe büyüyen bir sevgiyi içimde en derinde korudum ve
işte İlahi Ateşin her kıvılcımı ile Rabbime ve evrene insanlığımı ilan ettim.
Sözcükler iken
meşrebim.
İmgeler iken
meskenim.
En çok da kâğıttan
nasiplendiğim.
Çizdiğim resimler.
Karaladığım
şiirler.
Ve en çok sevdiğim:
elime aldığım tüm kitapların en çok kahramanı olmayı sevdim ve ben sadece
Allah’tan istedim ve neyse dileğim, şükre delalet gerçek kıldı yüce Rabbim.
Bir tohumsa toprağa
diktiğim.
Bir tortu ise dünden
kalan.
Temyize gittiğim.
Bazen tasfiye ettiğim
bazense tahakkuk eden bir vergi gibi ve işte ben evreni de insanları da illegal
olmayan faiziyle sevdim sevginin.
Tanışıklığım olsun
olmasın insanlarla.
Yaratandan dolayı
yaratılanı sevmek idi raconum kendimi bildim bileli.
Racon kesenlere
şaşkın gözlerle bakıp da ve işte tek servetim ve işte tek ziynetim, kuş gibi
atan kalbim.
Rahmet saklı iken
içimde en derinde.
Temiz ve masum
kalmak adına da verdiğim mücadele.
Tek lüksümdü
mademki sevgi aşka aş eren bir meczup gibi ya da fikrine denk düşen zikri ile
s/alındığım evrende derviş cübbem ve cüssemle…
‘’Ben işte
miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım
Kabrim de
kalbim de hep bunu zikretti işte.
Aşkın naif
kimliğinde saklı hayallerimle ben vallahi de billahi de insanları bodoslama
sevdim gerçi şimdilerde kilit vursam da yüreğime Allah’ına kadar sevdim
seveceğim de ve şimdi tek bir farkla mademki nüansıdır sevginin, içimden geçen…’’(Alıntı)
Büyümeyi
reddeden bir çocuk mizacı ile yerleşkem annemin kalbi yalnızlığım dik açılı
ansızın soluverdiğim kadar da çiçeklenen kalbimde fink atarken duygular hem
aşka erdiğim hem sevgiye aş erdiğim sözcüklerle olan birlikteliğim ve ben
acının da aşkın da hem okulunu hem kitabını okudum varsın azıcık alaylı olayı
fazlasıyla da mektepli, alayı alay etse de insanların açık ara farkla da
öndeyim mademki sözü geçen illa ki acı ve aşktır, sözüm ona Roman havasında
oynayan insanların tapınağım ve kale duvarlarında da asılı olan eleğim ve
kalemimden dur durak bilmeden nemalandığım…
Sürçü lisan
ettimse af ola lakin hata yapmalıyım ki hayattan da insanlardan da dersimi alıp
en ön sırada oturayım mademki ilk öğretmenim annem mademki tek ve İlahi ve
ezeli ve ebedi ve de edebi öğretmenim, yüceler yücesi Rabbim…