Reel düşler takvimi:
Hey, bayım geçerken düşürdünüz afili
şapkanızı.
Bir oyuntu bir ayrıntı, sefil
hecelerin terk-i diyarı ve içimde melun düşler cıngılı.
Sapla samanı ayırt edemezken ey,
insanoğlu
Acının kasidesinde saklı içerlediğim
gülücüklerin kof ruhu.
Hicaz makamında bir şarkı dilemişken
hicranımla sarktığım şu pencere pervazı nasıl da pervasızca uğurladı beni
b/atıl gölgeler:
Ne uyruğu belli ne ulağı:
Saf kan saf yüreğimle ödedim ödeyeli
bedeli nedir acep hüznün ederi?
Kâfir notalar cemiyeti:
Rüküş ve paspal öfkenizden derlediğim
iken bana yaşattığınız eziyeti ve işte üzerinde sektiğim mayın tarlası:
Hırpani imgeler kulvarında tek geçtim
geçeli kederi kaderime razı ruhumda tüten dumanın cüret ettiği kadar gözümü
kararttığım yorgun ruhlar düellosunda nasıl ki zaman aşımına uğradı insanlık ve
vicdan ve insani duygular reşit olmuş iklimin de kölesi iken sahillerde
bronzlaşan kara vücutlar varsın olsun en beyazından yalnızlığımla coşsun
hümayun varsın cebelleşsin nokta değerindeki varlığım ve künyem ve köhne
dervişler mezarlığından da çalındığından bu yana mutluluğun racon kestiği
seferi acılar güzergâhında şapka çıkardığım kelaynak kuşlarından olmadığı kadar
farkım.
Hicvi mi gönlün?
Hicreti mi hüznün?
Sahi, hizaya gelecek midir sürgün
edilmiş yeminler kumpanyası?
Sevecen bir minvalde tam da
sekecekken içine düştüm düşeli gayya kuyusuna duymadığım hasretin de o afili
benzeri ve işte sürrealist heceler korosunda detone olmuşken iyilik ve de
gerçek sevgi…
Ah, afaki gönlüm.
Ah, bol keseden verip veriştirenler
midir verdikleri her hüküm itibari ile alkışlandığı kadar da insanlığa yapılan
zulmün görgülü neşri ve nesri şimdimden yoksun olsam ne ki ne?
Dünde saklı iken o gemici feneri
şehla göğün uçuşan tülüne serili ve işte şu zemin alabildiğine kendimden de emin
pabuç mı bırakacağım zalime ve ahvaline, hani, hani:
O kurşundan lahit.
Kuş uçmaz kervan geçmez gölgelerin
devrik tahtında kayıtlı üzüm gözlerinde kalemin asla da olmadığım kadar süklüm
püklüm ve işte vurgun yediğim yerkürenin tek ziyneti nasıl ki umuttur nasıl ki
duygudur nasıl ki en z/arif acı ve aşkın kırbacında kan çanağı gözlerinde
yorgun gecelerin ederi ve işte bekleyişimle şerh düştüğüm iken İlahi Adalet ve
inancın zikrine eşlik eden fikrime mukayyet olduğu kadar yüce Mevla…
Paspal gölgelerin perişan imgelerin
ve takatuka söylemlerin de ne yeri ne zamanı:
Acının da hüznün de ve sevginin de
ırzına geçenleri lanetlerken evren umudun ve bekleyişin gök gürültüsünde tecrit
edildiğim kadar şu yalan cihan…
Şimdim.
Yarınım.
Yâdımda saklı yârim ve ölümün teşrifinde
ölümsüzlüğü dilediğim kadar tüm sevdiklerim ve tüm mazlumlar adına yetim
minvalde çöreklenen o ikircikli ruhlar senfonisinde çark mı edecektir sahiden
de insanlık ve zulüm…
Ne çocuk ne kadın.
Ne dünüm ne yarınım.
Meylettiğim kadar umudun hem püskülü
hem kuyruğu ve işte su toplamış parmaklarından acının sadece esaretimi
sonlandırsın Mevla diye yazmaktayım ve de yaşamakta.
İhya edilesi değildir de artık
yüreğim.
İmha edilesi bir k/atık mıdır yoksa
hüznüm ve gönlüm?
İfa ettiğime şahit melekler en başta
insanlığımla ve evlat rütbemle taşlandığım kadar da taçlanmaktadır itikadım:
Yarınlar adına nal toplarken.
Yakıt bildiğim duygulardan oluk oluk
akarken.
Yeter ki azat edilsin tüm acılar
kordan tüm duygular sadece sevk edilsin umut ve sevgi en üst kademeye.
Renklerin değil yüksekliklerin hiç
değil haizi olduğum tek zerremle varım ben davamda ve işte teftişi meleklerin
ve işte en zengin zümre iken sevginin ve umudun yanıp tutuşan neferleri…