GEL_İN İZDÜŞÜMÜ

 

      Babaaaa!

     Baba ben geldim. Yumruk yaptığım avuçlarımı, titreyen bacaklarımda gezdirdim. Senin salak, beceriksiz hiçbir şeyden anlamayan oğlun. Gelirken ayaklarımı toprak somurdu. Beynim kalbime gem vurmaya çalıştı. Anılarım mıknatıs oldu çekti beni. Her şeye rağmen geldim baba.

      Sen gittin ya! Ben   hem öksüz hem de yetim kaldım.  Başımı soktuğum, nefes aldığım bir evim vardı sen hayatta iken.  Ulu orta yerde kimsesiz ve çaresizim şimdi. Kanatları kırık bir kuş gibiyim. Anam da öldü sayılır. Bir görebilsen şu halimi belki acır, saçlarımı bari okşarsın. Ben ne hâllerdeyim, nerede kalıyorum, ne yiyip içiyorum.

      Avuçlarımdaki    toprağına gözlerimden damlalar düşüyor.  Kalbim de babasızlık kor olmuş yanıyor.  Acılarla yoğrula yoğrula yuvarlanıyorum hayatta. Ve kardelen gibi açmaya çalışıyorum.

        Zaman, ağzına gelen her şeyi öğütüyor.

        Hayat, kaybettiklerimizle bizi sınıyor.

        Umut, dikenlerin arasında büyümeye çalışıyor.

        Yağmurlar hep mi şiddetli yağar baba?  Hep mi savrulur insan? Benim en çok yüreğim savruldu be baba. Un ufak oldu duygularım.  Yaşarken vurduğun yerlerim acımazdı da kalbimde bir çıra tutuşur, yangını bütün vücuduma yayılırdı.

      Bugün Ağustos’un biri baba.  Tam bir yıl oldu sen gideli.  Hava çok sıcak.  Buğur buğur terliyor insan. Ağaçlar küsmüş hayata kımıldamıyor. Yağmur terk etti, gelmiyor. Nefesim boğazım da bir zumzuk. Hiçbir şeyin tadı yok. Ama ben şimdi çok üşüyorum.  Üşümeyi bilmezdim sen nefes aldığında.   Göç etmişti bütün duygularım.   Ben her gece senin ölmeni beklerdim. İçip içip annemi dövdüğünde damarlarımdaki kanda seni boğmak gelirdi aklıma. Sana olan kinim her gün büyüyordu.  Sen sızıp kaldığında   benim uyuduğumu mu sanıyorsun? Ben yorganın altında kan kusardım, kan baba.

    Dün düşüme geldin.  Mezarının başındayım böyle.  Gece çarşaf gibi serili. Tepemde kargalar ötüyor. Kesik kesik uğultular kulağımı tırmalıyor. Sol yanımın acısı zehir. Neden gittin diyorum. Gel diyorsun birden. Kasvetli bir havanın pençesinde, mezarındaki toprak birden yarılıyor.  Büyükçe bir çukur açılıyor.  Gel diyorsun yine. Açılan çukurdan bakıyorum. Bir merdiven. Merdivenden iniyorum.  İnce uzun bir koridora çıkıyorum, bölük bölük odalar. Sen yine gel diyorsun. Yürüyorum. Kalbim üç yüz altmış beş atıyor.  Mahzen gibi bir yerdeyim. Senin bulunduğun odaya geliyorum. Sesin daha yakında. Gel. Kapında muhafızlar.  Girmeme izin vermiyorlar. Pencereden bakmaya çalışıyorum.  Aynı ses, gel. Kopkoyu bir karanlığın kucağında seni görmek için can hıraş bir telaştayım. Ellerinden tutmak, sarılamadığım boynuna sarılmak istiyorum. Oluk oluk sevgimi sana akıtmak istiyorum.  Karanlık esir almış beni izin vermeyecek gibi. Kulağımda yine o boğuk ses dalgası. Kaldığın odanın penceresi açık. Seni görmek için başımı uzatıyorum. Bir ışık önce gözlerimi   alıyor.  Birden seviniyorum. Sonra gözlerim ışığa alışıp odanın içinde geziniyor.  Sen baba, senin donmuş bedenin, izbe bir duvar dibinde.  Pejmürde bir hâlin var. Âmâ gözlerin, beni göremiyorsun. Tıpkı dünyada yanı başındakileri göremediğin gibi. Konuşamadın, yaşarken o kadar konuşmak isterdim de konuşmazdın. Kalbinden fışkıran irili ufaklı kötülükler bütün ruhunu, bedenini ele geçirmişti ya işte öyle bir yerdeydin.  Ellerini açmış bir de dua etmeye çalışıyor gibiydin. Bedenin dua etmesinin ne hükmü var ki kalp istemezse baba. Azaların da bir ruhu var, işte o ruh insanı insan yapar.   Yanında iri yarı biri vardı. Kumar arkadaşın mıydı? Şişe başında sabahladığın biri mi baba bilmiyorum. Üzüntü şaşkınlık yüzüme geldi oturdu, içimi titretti. Kaçmak istedim oradan senden. Baba diye bağırarak uyanmışım. Gözlerimi açtığımda her yerim titriyordu. Meral öğretmenim sesimi duyup koştu, yanıma geldi.

        Ah! Baba. Sen öldün. Beni de yaşarken öldürdün. Tükürükler boğazımı tıkadı. İçim darlandı. Toprağın üzerinde gezinen karıncalardan bir teselli bekledi ruhum. Masmavi gökyüzüne asılı bulutlar seyre dalmışlardı beni. Etrafa baktım, dizi dizi mezarlar. Kimler, niceler. Güller papatyalar nöbette. Babamın mezarına ayrık otları dolanmış. Toprak kurumuş. Üzerime gelen toprağı silkeledim. Ellerimin tersiyle yanaklarımı sildim. Derin bir nefes vererek ciğerlerimi boşalttım. Son kez baktım mezarına. Sırtımı dönüp giderken gömdüğüm yıllarımı gözyaşlarımla suladım. Üç adım attım. Üç yıl, otuz yıl gibi. “Gel,” dedi yine. “Gelemem,” dedim.

       Gelemem baba, bugün ağustosun biri. Sınav sonuçları açıklandı. Dört yüz doksan dört çektim. Mühendis olacağım.

 

    

        

   

 

 

    

 

 

 


Virüs yok.www.avg.com

( Gel_in İzdüşümü başlıklı yazı Kalbikelam tarafından 1.08.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu