KARA GEÇİT
 
         On yıl. Tam on yıl oldu, içimden içine on yıl önce akıtmıştım duygularımı. Gözlerine baktığımda erirdi bütün kelimelerim. Donardı damarlarım. Buklelerinde gezinen parmaklarım âdeta raks ederdi. Kalbimden kalbine uzanan köprüye kirpiklerimden salıncaklar kurardım. 
     Dokunduğun yerler olurdu yoldaşım, hayalin gecelerime eşlik etti. Rüyalarımda gezinirdik el ele. Gülüşün ah o gülüşün yok mu? Mıh gibi çivilerdim yüreğimin orta yerine. Sen gülerdin ben gamzenin içinde kaybolurdum, sen bakardın ben gözlerindeki çimenlere uzanırdım. Adın dudaklarımdan dökülünce nefesim göğüs kafesime hapsolurdu. Seni kalbimin ortasına oturturdum her an.
      Ah yıllarımı çalan kader.
      Ah zamanımı somuran hayat, ne zalimmişsin.
      Gayya kuyusunda öğütülen, zamanın merkezinde un ufak olan gençliğim. 
      Perde perde açtığım kalbimi karalar bağladı. Pembe düşlerim kördüğüm oldu. Yıllarca dört duvarın içinde, demir parmaklıkların ardında hasret solukladım; güneşe, sevgiye, umuda. Hayalini okşadım. Adınla sabahladım her gece. Şimdi gömleğimi değiştirip aydınlığa yürümeye çalışıyorum bir başıma.
     Köyümün en güzel zamanı. Ağaçlar yeşilleniyor, toprak yeniden doğuyor. Irmak delirmiş çığlık atıyor. Kara Geçit her zamanki biraz masum biraz da suçlu. Nasıl burnumda tüttü yıllardır. Eriği, kirazı, havası suyu… Nasıl özlemişim. Eriyen yıllarımın kıyısında zaman uçuruyor ruhumu. Anıların göbeğine bağdaş kurmuş nefesleniyorum. Dile gelse şu köprü. Saklı saklı buluşup kalbimden kalbine kurduğum köprüde sevgi demlerdim Gülfer. Sol yanımın sahibi. Şimdi ne hallerdesin acep. Benim köprüm hâlâ sağlam ve dimdik. Sözümüz vardı bu demir korkuluklarda, bekleyecektin beni. Papatyadan taçlar örecek, gönlümün kraliçesi olacaktın sevdiceğim.
         Köy meydanına girerken begonviller karşılıyor. Altı gözlü çeşme ilk günkü gibi ağzıyla beraber akıyor. Bakkal Hasan, Berber Ahmet bıraktığım yerdeler. Lâkin saçları pamuk tarlası, yüzleri mayın tarlasına dönmüş. Kamburu iyice çıkmış Berber Ahmet’in. Bir sürü derdin içinde yüzüyordu yıllar önce. Ya Gülfer, gözümün nuru sen ne haldesin. İstetecektim Gülfer’i. Önce barajda işe girecek, para biriktirecek, nişan ardından düğün yapacaktım. Küçük bir evimiz olacaktı. Sebzemizi kendimiz ekecek, sütümüzü ineğimizden kendimiz sağacaktık.  Evimizin dört bir tarafını güllerle donatacaktım. Renk renk güllerin içinde gezinecekti Gülfer’im. 
   Anam tarlaya gitmiş olmalı. Köyde işler başladı. Bütün eve dolma kokusu yapışmış. Ateşte közler kızıl kızıl. Anamın yemeğini nasıl özledim. Şöyle yufkaya sardın mı dolmaları. Oh mis gibi. Odamda; yatağım, masam, kitaplarım bıraktığım gibi duruyor. Kitaplarımın yanına on yıldır dört duvarın arasında yazdığım günlüğümü de koydum. Hepsine acının, hasretin, sabrın kokusu sinmiş. Uyandığımda vakit ikindiyi aşıyordu. Anam sofrayı hazır etmiş, baş ucumda beni seyrediyordu. Sarıldık, koklaştık. Yılların hasreti vardı yüreğimizde.
     “Gülfer’im ana nasıl iyi mi?”
       “Onu sorma oğul sorma, Mahmut Ağa’nın oğluna söz ettiler, haftaya düğünü var. Vazgeç bu sevdadan oğul, yeni bir hayat kur kendine. Şükür canın sağ, sana kız mı yok.”
           Sıcak bir su döküldü tenime. Bir yumruk oturdu boğazıma. Anılarım yürüdü gözbebeklerime. Ağzımda tükürüklerim çoğaldı. Kelimeler göç etti zihnimden. Kalbime saplanan bir hançerle çakıldım yere. Bir daha, bir daha…Sabaha karşı sarıldım günlüğüme. Yazdım, ağladım. Ağladım, yazdım.
         Kazmayı son gücümle vuruyorum toprağa. Vurdukça damarlarımdan akıyor kinim. Sonra bir set kuruluyor önüne, sevdam boğuluyor. Aşkım nefessiz kalıyor. 
Tohum niyetiyle tertemiz sevgimi mi gömsem toprağa. Elimin tersiyle alnımın terini siliyorum. Her şeyi silmek böyle kolay olabilse. İçimde bir yangın var. Organlarımı tutuşturmuş. Anamın koyduğu ayran bile fayda etmedi.  
     Sabah olmadı. Duvarlar üzerime yürüdü. Kalbim öksüz, duygularım yetimdi. Ezan okunuyordu, parmaklarımın arasında kalemle bakışırken. Yazdım, yazdım. Kanım çekilene, kelimelerim kavga edene kadar yazdım. Yazdıkça anılarım küle döndü. Küle dönen anıları savurdum, deliren ırmağın koynuna.
    Masanın başında gözlerimi açtığımda, güneşin saçakları sıvazlıyordu sırtımı ve yorgun kalemimi. İrkildim birden. Avuçlarımla yüzümü ovcaladım. Hapishanede Rasim öğretmene verdiğim sözü hatırladım. “Bir gün bir roman yazacaksın. Romanda yüreğin koşacak, kelimelerin koşacak sen de koşacaksın.” Demişti. “İçinden içine, içinden dışına yazarak köprü kuracaksın, iyileşeceksin,” diye de söylenirdi. Kendimi toparladım. Çay içip köy meydanına yaklaştığımda birbirine karışan ağıtlar yükseliyordu. Caminin avlusu hınca hınç dolmuştu.
       “Hayırdır Ahmet abi, ne bu kalabalık?”
        “Sorma yavuz, Gülfer kız düğüne iki gün kala Kara Geçit’ten kendini atmış.”
         Dondu bedenim. Geçmişim, geleceğim, ruhum. Toprak ayaklarımdan saçlarıma kadar tüm bedenimi somurdu. Tabutun üzerine serili gelinlikle erkeklerin omuzunda cami avlusuna girdi Gülfer. Tüm köy ölümlü bir sessizliğe gömülü. Alabora yüreğimin duvarlarına şimşekler çarpıyordu. Gözyaşlarım gözlerimden başımın içine doluyor, doluyordu.
     Zehirli günlerin sırtında avare dolaşıyordum. Irmak haşin bakıyordu yüzüme. Köpükleri yakamı toplayacak cinsten. 
     “Ey Kara Geçit nasıl emdin Gülfer’imin kanını. Yetmedi mi yuttuğun canlar. Aşkımızın filizlerini bağladık senin direklerine. Senin kucağında buluştuk. Türkülerimizi sana bakarak söyledik. Acımadın sen bize. Sen kıyamete kadar Kara Geçit olarak kalacak mısın?”
     Gecenin saçları boynuma dolanmış, boğmaya çalışırken, gramlık kalan gücüme can suyu vermeliydim. Çoraklaşan kalbimin tırpana ihtiyacı vardı. Günler sonra oturdum masaya. Canı kesilen parmaklarımı gezdirdim defterimin sayfalarında. Kalemim sırtının sıvazlanmasını özlemiş. Öptüm, kokladım. Temiz bir sayfa açtım. Romanımın doğum sancısı başlamıştı. Besmele çekerek başladım;
                               
   Azgın ve arsız sulardan geçerek, ulamalı düşlerin kanatlarında nefesleniyorum….
    
      

      

( Kara Geçit başlıklı yazı Kalbikelam tarafından 29.07.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu