‘’Hayallerimle bile her şeyi sevilebilir, yaşanabilir ve ilgi
çekici yapabilirdim.
Sonra birden ve hızlıca, baş edilemeyen sağanak
bir yağmur seli gibi büyüdüm.
Şimdi nereye baksam yabancı bir yüz, kirli bir
dünya, kırılgan bir kalp, bir inşirah beklentisi…
Kim çocukluğunu bulursa onu kirlenmemiş temiz
bir kalpte saklasın.
Çünkü ben, geleceği konuşmaya başlayıp,
büyüklerin masallarına inandığımdan beri çocukluğumu terk ettim.’’(Alıntı)
Yankısı duyulmazken sesimin, renklerin alacasında saklı bir
resim mahiyetinde ve ruhumun baş şehri; yalnızlığın ilacı sökün ederken bir bir
içimin damgalı fotoğrafları.
Bir düş karesinde unutulmuş çocukluğum.
Bir gerçeğin kehanet alfabesinde pörsümüş imgelerin
başkaldırışı.
Yerin göğün kundaklandığı ve ruhumun sarmalında elimden
düşürmediğim taş-bebek tüm çocukluğumu ona adadığım günde kaç vakit
kundaklarken sıska bedenini ve kuluçkada hikâyelerim, ninnilerini eksik etmeyen
annemin sıcak elleri.
Kutsanmış şarkılar mozaiği ve evin penceresinde konuşlu
göçmen kuşlar.
Gölgelerin tutarsızlığı ve lalden sözcükler önüm arkam sağım
solum sobe: ben hala çocuğum.
Tekelinde kaldığım kadar çocukluğumun…
Z/afiyet belledikleri insanların ve göç mevsimine denk düşen
ergenlik yıllarım kendimle barışık olsam bile ruhumla bedenim arasına nifak
sokanlar ve elimde o devasa büyüteç içime odaklandığım sürecin baskısında
derdim tasam yok iken de kendimle ve çocuk aklımla inandığım her insan her
çocuk nasıl ki benim arkadaşım…
Oysaki yalnızım.
Oysaki ben yalnız bir çocuk oldum elbet yalnızlığı ben
seçmedim insanlardı sırça köşkünde yaşarken üstüme çamur sıçratan ve kim bilir
kaç defa tası tarağı toplayıp da gidecek iken kendimden.
Bir buluta rast geldim sonra.
Hayalperest
varlığımla umut belledim her yeni günü ve her hayalimi de gerçek kılmak adına
canhıraş cebelleştiğim kadar hayatla ve gerçeklerle sadece bir kumpas olduğunu
bilemediğim kadar hayatın ve işte yüreğimin ilk kırık fay hattı bense ne çok
kere af dilemişken Tanrıdan sevdiklerim adına.
Sevginin
mahiyetinde kökledim de duygularımı henüz körüklü otobüslerin tedavülde
olmadığı yıllarda belki de sığındığım bir gardı binek bildiğim vagonların cam
kenarında jet hızıyla ilerlerken tren en çok da gözüme lokomotifi kestirdiğim
ve de ruhumda saklı o körebe.
Göğün yere göz
kırptığı.
Yerkürenin de
ayaklarının yerden kesildiği…
Ve muzip yüreğimle
kolaylıkla da sevebilirken insanları içimdeki âlemi de sunmuşken altın tepside.
Kordan heceler.
Kordan yenilgiler.
Şairin de
vurguladığı üzere:
‘’
Elimde, cennete yollamak istediğim tek kelime “çocukluğum” kalmıştı.’’
Cennetin müdavimi.
Çocuk aklımın
kaçkın imgeleri.
Ruhumun inşa ettiği
kumdan kaleleri bir rüzgârın dahi asla yıkamayacağına dair geliştirmiş olsam da
bu çılgınca düşünceyi.
Ve eş güdümlü
mermiler baskınında ilk olarak yıkılırken solumdaki kale’ m ve sonlanmadığı
kadar hayallerim ve minicik ellerime de en yakışan iken kurşundan kalemim.
İlk şiirlerimi
yazdığım o çocukluk günlerim, kayıp bir nesrin de neşrinde ipin ucunda
sallandıracak iken ruhumu ve bedenimi iplere asıldığım kadar da kanayan ellerim
ve yüreğim.
Her günün bir oyun
mahiyetinde olduğuna da hükmetmişken.
Dibi görmenin bir
ihtimal dâhilinde dahi olmadığına da kesinlikle inanmışken ve işte dünde takılı
o gelişim sürecinin çocukluk iksiri ve kesri:
Keşmekeşi cihanın
kaosu ruhumun kalburüstü duygularımın da başşehri elbet çocuk kalmak ve çocuksu
bir aşkla koca cihana kanat açmak ardı ardına kırılsa da kanatlarım kanadığıma
kani bir Allah’ın kulunu dahi kanatmayacağıma dair ettiğim yemin kutsal kitabın
üstüne.
Alametifarikası
oyunlarımın ve içinde saklandığım oyun bahçesini cennet bildiğim kadar da
hayatın tüm renklerini içime çektiğim bir avuç dahi olsa ruhumun külü ve el
avuç açmadan yaşıyor olabilmenin kıvancı ne de olsa ben hala bir çocuğum…