‘’Şimdiki
aklım olsa evlenmezdim.’’
Demiş
milyonlarca insan…. Ve sonra ben!
Kendimi
önemli biri gibi görmedim çocukluğumdan beri. Okuduğum okullardan, girdiğim
memuriyet hayatımdan kibirlenecek bir pay çıkarmadım kendime diğer insanların
aksine. Eksik buldum kendimi ve eksik olmaya devam ettim otuz dokuz senelik
yaşantımda.
Bunları
söylerken yerden yere vurmuyorum kendimi. Olan neyse onu söylüyorum. Her zaman
birey olmaya çalıştım ve yalnızlığı çok sevdim. Sıkıcı buldum insan
kalabalıklarını. İnsanların kelimeleri, davranışları bir yerden sonra rahatsız
etmeye başladı beni; özellikle kadınların… Özellikle (1) bir kadının.
Vücut
kimyanın değişmesi ile o sihirli iksir beynine ulaştığı zaman (ki sonradan onun
zehir olduğunu anlıyorsun) günaydın! Karşındaki o talihli (!) kişiyi sevdiğini
zannediyorsun. Ama o bir melek değil! Senin özelliklerinin çok üstünde bir
varlık. Kendine hükmedecek ve kader çizgini kim bilir nereye çekecek bir insanı
sevdiğini zannediyorsun. Zihnin ve bedenin sadece karşındaki o varlığa
kenetlenir. Sen her zaman huzurlu bir ömür hayalleri kurarken o; çok farklı
şeyler düşünüyordur. Başına geleceklerin farkında bile değilsindir. Sadece
kafanda bir hedef kurmuş oraya kenetlendiğin için, başka hiçbir düşünce kafana
yanaşamaz bile.
O
her zaman kendini üstün gören bir varlık. (varsa) kendinin çalışıp kazanmadığı –ya
da kazandığı- parasıyla, saçlarının uzun ya da kısa olmasıyla ve rengiyle, boyunun
uzun ya da kısa olmasıyla, elbisenin renginden ayakkabısının topuk uzunluğuna
varana kadar aklına gelebilecek her şey ile üstünlük kurma açlığı ile yanıp
tutuşan bir varlık.
Biz
ise gerçekleri görmemizi engelleyen kimyamız ile dünyanın en saf varlıkları
olarak; ipimizi hiç düşünmeden veririz ellerine onların. Çünkü özümüzde diklik,
bir aptalca kahramanlık yapmak arzusu olduğu için; hiç düşünmeden atlarız
ateşin içine.
Herşey
zamanla anlaşılır ama iş işten geçmiştir. Ve sonra çaresizce yazımın başındaki
cümle kurulur. Bu cümle o kadar çaresiz bir cümledir ki, ne kadar acınası bir
durumda olduğumuzu yüzümüze vurur. Kaçamazsın artık çocukların olmuştur. Çünkü onlar
canından kanından bir parçadır. Kalan ömrünü onlar için harcıyorsan işte
bahsettiğim gerçek ‘’kahraman’’ sensindir. Artık ismin ‘’baba’’ dır. Çünkü acılara
katlanarak kutsal bir varlığa dönüşürsün. Baba olmak erkeğin nirvanasıdır bana
göre. Kendini baba zanneden, çocuklarıyla hiç ilgilenmeyen kofti babalardan
bahsetmiyorum. Onlar kendinden başka kimseyi düşünmeyen bencil yaratıklar.
Geri
dönüşü olmayan bir yola girmektir baba olmak. 'Sevgi' fedakârlığının meyvesidir
bir ikramıdır kıymetini bilirsen. Çünkü dünyanın en zor işini yapmış ve bir
kadını sevmişsindir. İlk günden bu yana senden nefret eden o insanla aynı
mesken içerisinde yaşamayı kabul etmiş; tabiri caizse kedi ciğeri yemiş bir
babayiğitsin. Ve sonra türlü zorluklara katlandığın için ilahi bir hediye ile
ödüllendirilirsin. Tertemiz, günahsız bir hediye verir sana Yüce Yaradan. Ki bu
hediyelerin en güzelidir. Altın, gümüş para hiçbirisi değildir. Yüce Allah sana
en kıymet verdiği varlığı olan ‘’insan’’ı evlat olarak hediye verir. O da ayrı bir
sınavdır aslında. Hiçbir şeyin senin olmadığı gibi o da bir emanettir aslında. Nasıl
bir baba olacağına da sen karar verirsin. Böyle özellikleri ile kibrinden arınmış,
bencillikten sıyrılmış bir yoldur babalık.
Yıllar
göz açıp kapayıncaya kadar hızlı geçer. Ve aklımızda her zaman şöyle bir soru
olur;
‘’Bir
insan ömrünü neye vermeli?’’