“saltanata gerek
yok
geleceğim bir gün
Allah’ım
“seni seviyorum”
demeye
sevgilerimi emanete
bıraktım
acılarımla
Allah’ım”(Alıntı)
Düşlerimi mevsimsiz ve kefilsiz bıraktım
eziyetinde hüsranın duraksasa da sol yanım ummanda gezinen bir seyyah misali ve
işte sağdıcım iken kalem esaretim neme hepten aşkın kütlesinde özlemin
haznesinde öykündüğüm tomurcuklara gönderme yapan açmayan goncalarımda saklı
tuttuğum kadar kendimi ve masumiyeti aşkın şiarında teslim olduğumdu yüce Huda
ve O’nun Makamına yolculuğum elbet noksan satırlarımda yerle yeksan olmuş
ruhumda bata çıka yürüdüğüm bu metruk yollarda asla ve asla sevmedim ne
saltanatı ne de sefasını süreceğim bir hayat diledim yüce Rabbimden.
Akasyaların kucağında uyuya kaldığım…
Bol kepçe lokantalarda açığa alındığım.
Yediğim tek lokma dahi yeterken bana elbet
alnımın akıyla yaşadığım dünya denen acılı sevda masalında önce mahsur kaldım
bedenimde sonra çekildiğim inzivada tek kozum iken içinde yaşadığım kozam ve
merhametin dillerinde ben anbean koştum Rabbime kendimden kaçtığım kadar
kendime aç; kendime yakın olduğum kadar dünya nimetlerine tok.
Kırık bir tokaydım önce…
Saçlarım darmadağın.
Peçem yırtılmış ve sökün etmişken bedenimden…
Ve perçemime konan kelebek ömürlü dileklerim
asla hâsıl olmadığı kadar insanların dünde kalan yeminleri ve mücbir sebeplerle
firar ettim cihan denen gezegende ne kadar kalsam bile s/onsuzluktu nazarımda
yaşadığım kâbus ve Rabbin hikmeti ve bahşettiği her nimeti içime çekip şükür
namazında saklı bir eda belki de bu dünyaya edeceğim veda asla korkutmadı beni.
Bir yenilgiydim belki de insanların nazarında:
Ah, be yüce Rabbim, ne gam sen nasıl ki
yanımda…
Bir yanılgıydım belki de gönül tezgâhında:
Gel gör ki; en çok seven ben olsam da
yaranamadım insanlara…
Ulu Keykubat bir şifre.
Ruhumda saklı olası bir şike elbet şeytana
dahi pabucunu ters giydirenlere duyduğum onulmaz öfke.
Şerh düşülesi her hadis her hutbe her dua:
Renklerin asili iken beyaz ve de en çabuk
kirlenen ve ben kâh beyaz tenimle kâh ak alnımla kâh beyaz bayrağımla önce
neşrettim sonra resmettim aslında yazdığım nesirleri şiirlerimin hikâyesi
belledim ve soğumadan bedenim göç etme istedim en çok da kendimden kendime ama
yetmedi ve işte Rabbime kavuşma ümidiyle sadece tüm yüreğimle sarıldım niyazına
Rabbimin ve mevsimin verdiği hükümle kâh yaprak oldum savruldum kâh atak
geçirdim aşkla ve acıyla kavruldum…
Yetimsiz bir yetim iken yatıya kaldı mı da
hüzün.
Öksüz kalmamak adına canhıraş verdiğim
mücadele.
Kefil olduğum kadar merhametime ve kifayetsiz
olsam bile insanların nezdinde ben en çok bende saklı kaldım ve ihanet etmeden
de kaderime hüznümü bile sevdim ve geçirdim üstüme:
Hüzün denen o mintan, annemin elinin
dokunduğu.
Hüzün denen o mintan, annemin ak sütü gibi
helal…
Hüzün denen o mintan aldığım anne duasıyla
selamete kavuştuğum.
Ve de hüzünlü kalbimi en çok seven iken yüce
Rahman…
Yeter ki Dergâhına kabul eylesin beni ve yeter
ki bırakmasın elimi ve çekmediği kadar elini benden ve işte elimden tek gelen
sarıldığım dualar ve hidayet bir ummanda yüzerken haizi olduğum o tek damlamla
İlahi Aşkın coşkusuna nail ve insanlığım nezdinde hiçliğime kurban verdiğim
nice hayalim çalsalar da benden çalmaya teşebbüs etseler de beni benden ve işte
çalınan o makam: hem hicaz hem hazan mahsulü hem de üstümü örten yüce Rabbimin
kadir olduğu ne varsa çoktan rüştünü ispatladığım saf sevdam ki kıvançla da
kavuşmak adına Mevla’ma…