Bir öykü vakti rastladım size en çok
da gizin izini sürdüğüm ve işte ütüsüz buruşuk öykülerim…
Hiçbir öyküm yoktu ki öykündüğüm.
Öldüresiye sevdiğimdi belki de içimde
saklı o çocuksu dürtü elbet sevilmenin ön sözü ve peşinatını yatırdığım cennet tarifesinde
cinnet öncesi bineceğim bir otobüs beni kim bilir nereye taşıyacaktı?
Yorgun bir öykü olmalıydım ben.
Yastık değildi aslında başımı
koyduğum sadece ve sadece sıra dışı bir öykünün öyküsü ve de örtüsü başımı
sallayıp onay verdiğim işin ilginci bana asla da sorulmamıştı yazılmayan bir
öyküye onay verip vermeyeceğim.
Artık neyse insanların alıp
veremediği.
Bense farklıydım aralıksız vermiştim
kendimden ve her ödeme sonrası bir yanım eksiliyor bir yanım çoğalıyordu.
Pervasızca konduğum o pervaz.
Bir Anka kuşuydum ben belki de. İşin
ilginci alıcı kuşlar aralıksız uçuyorlardı başımın üstüne.
Başım gözüm üstüne dememi bekleyen
alıcı kuşlar.
Kaderden nasiplendiğim sonra da
kaderin kederle yer değiştirdiği demek oluyor ki bir imla hatası ya da harf
ihlali idi tüm olup biten.
Yazılmaya dair nice öykü kapımı
vururken.
Bense başımı duvarlara vururken.
İçimin kıblesinde saklıydı öyküler ve
öldüğüm nice içgüdü belki de bu yüzden ne acıkıyordum ne de susuyordum.
Bu yüzdendi sessizliğim.
Bu yüzdendi tepkisizliğim.
Yaşadığıma dair en ufak kanıt yoktu
işte ve ben hala insanların etrafımda pervane olmasını bekliyordum ve onlar
kapımın önünden her geçtiğinde avaz avaz bağırmak istiyordum içimden ama sesim
de çıkmıyordu.
Ya, ses tellerimde sorun vardı ya da
insanlar doğuştan s/ağırdı.
Bense öykülere müdahil olmak ve yeni
hayatlar edinmek istiyordum.
İstikrarla seviyorum ve umut
ediyordum.
Bir de Tanrı faktörü: şükür ki en iyi
arkadaşım hatta tek arkadaşım iken Yaratan.
Aç biilaç yaşadığı yetmezmiş gibi
üşümemi de sonlandıran yine Yaratan ve normalde acıkmam ve ağlamam bağırmam
gerekirken bir de üşümemi engelleyen o sıcaklık.
Bir engeldi tabir edilen.
Tabiri caizse insanların pek bir
seviyorlardı ‘’engel’’ ya da ‘’engelli’’ gördükleri ne olursa olsun nasıl da
havaya giriyorlardı.
Bir çengeldi oysa bildiğim ve asılı
kaldığım.
Adeta mehtaba bağlı bir pamuk ipliği
ve ben ay ile dünya arasında bir yerdeydim en çok da insanlar ayçöreğini ve
dolunayı severken ben hala ayın dolmayan doldurulmayan kısmıyla iştigaldim.
Takımyıldız kümesi.
Bir de kayan yıldızlar.
Bir de bir de şairin biri o yıldızı
kırpıp binlerce parçaya ayırmışken…
Öykümü yazmak istiyordum ben sonra da
ölmek ve çekip gitmek bu dünyadan lakin ortada bir sorun vardı.
Doğumum bile gerçekleşmemişken.
Üstüne üstük doğduğumu farz edip
insanlara da kanıtlamak isterken varlığımı.
Üşüyen bedenim olmasa da.
Gözlerim görmese de.
Duymasam da.
Yürümemse imkân dâhilinde değilken.
Bir öyküye öykünüyordum ben: etli
canlı olduğumu ispatlayıp annemin de süt dolu memesine yapışmak.
Ve yaygarayı basıyordum ama içimin
cennetinde ama Tanrının otağında ama insan ama ölü ama yalan ama gerçek.
Seviyordum da her şeyin herkesin
ötesinde…
Aya takılı bir çengeldim ben
insanlarınsa engelli muamelesi yaptığı üstelik vaktinden çok çok önce doğmuşken
hayatta kalma mücadelesine yenik düşüp düşmediğimi mi tartışıyordu yoksa
insanlar?
Ne vardı hem?
Varsın erken geleyim hayata varsın
anne karnındaki gelişimim yarım kalmış olsun.
Yarım kalan.
Tek yarım kalan ben değildim hem.
Misal ağabeyim bildiğim o genç irisi
çocuk elimde emzik hala emiyordu bebekler gibi üstelik aralıksız bağırıp eline
geçen her şeyi de etrafa fırlatıyordu ve insanlar ona resmen hizmet ediyordu
bir kişi dışında.
Öldürdüğüm mü öykündüğüm mü?
Konunun ne olduğu bile aşikâr değilken
ve pamuk ipliğinde salındığım tek gerçek iken ve benim sadece annemin
sıcaklığını duyumsamaya ihtiyacım varken.
Az evvel tanık olmuştum hem.
Sahi, neydi o kadının adı?
Adı her ne ise artık…
‘’Çabuk tutun elinizi. Kadın lohusa
zaten ağrısı var. Çabuk çıkarın o beşiği evden bir de şu bebek giysisi dolu
bavulu da bir ihtiyaç sahibine verirsiniz artık. Aa, olacak iş mi? Zaten
engelli bir çocuk hayatını zehir etti kadının. Oh, ne de iyi oldu… Alo…’’
Al işte, kadın yine lafını yarıda
kesti.
Hey, durun durun hele. O, benim
beşiğim. Daha o beşiğin içine yatıp da mışıl mışıl uyuyacakken hem ben. Nede
dışarı atıyorsunuz o bebek odası takımını?’’
‘’Aferin, delikanlı. Hele al şu
bavulu. Bir de oyuncaklar var. Ah, ne gerek vardı doğmamış çocuğa don biçmeye?
Allah’ın gücüne gitti tabi. Varsın olmasın bir çocuğun daha. Ayol, kadının canı
gidiyordu o uğursuz cenin yüzünden.’’
A, birisi beni mi çağırıyor?
Hey, bayan, sen kim oluyorsun da?
‘’Ah, ah, benim aptal oğlum. Suç
karında işte. Her defasında engelli çocuk doğuruyor mübarek. Ben demedim mi
yaşına başına uygun gencecik bir kız ile evlen, diye. Ayol, kadın kırkını
geçmiş hala çocuk diye tutturuyor.’’
Hop, dur orada bakalım. O kadın benim
annem ve siz beni annemden ayırdınız. Ne olurdu ki bir engelli çocuğu daha ben
olsam. Allah herkesin rızkını verir hem.
Bir öykü mü yazacaktım sahi ben?
Elbet yazacaktım yazardım da
yüzlercesini.
Azıcık yürüme azıcık görme engelli
olsam bile nelere imza atacaktım ben üstelik en çok da annemin yüzünü
güldürecektim.
‘’Hah, gelin uyandı. Hadi, kapatın
kapıyı. Al, evladım sen de şu parayı. Hakkını helal et.’’
Bu, benim öykümdü sadece benim de
değil annemin de.
Ben daha nelere imza atacaktım.
Hey, sen kadın, babaannemsen ona gör
davran mademki evren bana yaşama ve yaşatma hakkı verdi.
Ben hem kendi öykümü yazacaktım hem
de nicesini.
Hoşça kal anne. Cennette seni
bekliyor olacağım.
Ve sen, babaanne denen cadı kılıklı
kadın, sen de cehennem ateşinde yanacaksın sonsuza değin…
Hoşça kal anne.
Hoşça kalın yazmadığım öykülerim.
Ben şimdi gidiyorum ta ki vakti
gelene değin meleklerle beraber nöbet tutacağım ölü düşler ve ölü öyküler
ülkesinde ve bir gün elbet ben yazacağım kendi öykümü ve nice öyküyü bana
benzeyen kim varsa…
Ben bir çengele takılıyım.
Asıl engel ve de engelli olanlarsa
sizlersiniz, ey insanlık!
Madem insansınız insanlığınızı bilin
öncellikle…
Üstelik yaşadığınız hayat ve
yaşadığınız öyküler öyle insanlık dışı ki…