Ben aslında hep senin benden çaldıklarını almaya geldim kapına. Bir umutla değil, yeniden olur mu diye hiç düşünmeden. Belki diyerek değil, keşkeleri cebime doldurup geldim her seferinde.
O kapının ardında bir şey bıraktım, biliyorum. Ya seni korkusuzca seven yüreğimdi orada unuttuğum, ya da defalarca ayaklar altına aldığım gururumdu. Hangisi bilmiyorum. Ama biri eksik bende, hissediyorum.
Kapının önünde durdum. Elim, tokmağın hemen yanında asılı kaldı. Çalmadım. Kapıyı açsan bile içeri girecek kimse kalmadığını fark ettim. Geri çekildim.
Ayaklarım bulunduğum yere ait değilmiş gibi hissettim. Gitmekle kalmak arasında sallanan bir saat gibi, zamanın içinden düştüm. İçeri girsem, her şey eksik olacaktı. Gitsem, eksik olan bende kalacaktı.
Eşiğe baktım. Orada hâlâ bana ait bir şeyler var mı diye düşündüm. Belki bir gölge, belki bir iz. Ama hiçbir şey kalmamıştı. Sen de almıştın geriye kalanları.
O an anladım. Kaybettiklerimi almak için gelmemiştim aslında. Son kalan parçamı da bırakıp gitmek için gelmiştim.
Ve öyle de yaptım.