Kuş uykusunda geçerken ömür…
Kış uykumdan da yeni kalkmışken…
Kuş palası acıların verdiği hüküm
Kanayan yaralara merhem olan ilahi
d/okunuşlar
Aşk ve de:
Azıcık martaval
Azıcık masal:
Rüyaların deminde isli şehrin
pervazında arakladığım bir duygu daha var can pazarımda belki de cam misali
damga vuran kesiğine yüreğin canımdan can giderken camdan şeffaf gözlerinde
sevdalı şehrin ve kan damlar mısralarımdan…
Şehrin büyüsü mü?
Yoksa çok mu büyüttüm gözümde?
Çoktan aza indirgenen bir yanılgı düş
palası imgelerde saklı çoğulun yaratısı hiçliğin kazanımı gölgemle dumura
uğrayan gün ışığı ve çoğalan hüznüme ışık tutan kar beyazı kan kırmızısı bir
şırıltı bir kımıltı belki de ayyuka çıkan bir patırtı.
Bense şaibeli bir imgeyim şiirin
gürültüsünde yolum düşmüşken kanamalı ve sevdalı şehre ve her nasılsa
kavuşamazken iki yakası bir araya iki yakalı bir şiirin de dilemması ve
dikilesi sabır taşım muhteviyatında sözcüklerin doruklarda gezinen kimlik
yoksunu kindar gölgelerin kibirli yaftası adeta Kafdağı acıların mezarı ve işte
af diliyorum Rabbimden onların adına varamadığım kadar da aşkın tadına damlayan
yaşıma tas tutuyorum taşlaşmış yüreklerin coğrafyasında ve de şu yalan cihanda
olmasa bile dikili bir ağacım ben meyvesini topluyorum sevgimin içimde
ç/ağlayan yalnızlığın dürtüsünde kemale ermekle eşleşen yürek sesim ve kıblemde
saklı yazmaya durduğum delişmen kalemim ve delicesine sevdiğim şiirlerim…
İklimleri sağaltıyorum ve düş
başlıklı şiirlere yolculuğum:
Kısasa kısas belki de kısa tutmalıyım
hayatı her lades dediğimde sobelendiğim sözcüklerin cüreti karşısında kendime
yenildiğim.
Uzamında evrenin ve bol keseden cirit
atan kelaynak kuşlarına sitemim.
Sihirli bir değneğim yok belki de
kalem ile tokalaştığım günden beridir sihirli masallara inandığım.
Siyam köşkünde kara bulutlar rahmetin
yağdığı rüzgârlı bir sabaha uyandığım Şubatın son hamlesi ve kırık çıkık dolu
mevsim öğütülmüş leylakların da başşehri ve işte Marta yolculuğum aşka ve
sevgiye düşkünlüğümün ertesi kendime yabancı sözcüklere duacı bilsem de bu dünyada
kiracı kalacağımı sahipleniyorum ben ne saklı ise yüreğimde ve kodaman hayaller
eşiğinde zılgıt yiyor önsezim ön sözü olmaya muktedir bir şiirin o derin kesiği
uyuya kaldığım ömrün son perdesi belki de.
Renklerden elimde kalan üstüme başıma
bulaşan azıcık karanlık.
Beyazın muhteviyatı sarmalında gök
kuşağının salkım söğüt bahçeleri durağında kendime hayli geç kalmışlığım.
O derin kesik ve ruhumdaki girift.
Söylemler uçuşan yorgun kelamın
ucunda saklı zalime duyduğum isyan.
O zaman aralığı ki doğum ile ölüm
arasında kalan ve nifak sokanlar ömre en çok da aşkın diviti peyderpey
eksildiğim sözcüklerin ise yetmediği.
Günler geceye peşkeş çekilen ve adım
başı hüzün.
İliklediğim yakam ve kapanmayan
yaram.
Bir köy düğünü.
Salon erkeği sözcükler ve dansa
kaldırdığım iken kalemin serzenişi.
Vakit bu vakit.
Hazan mahsulü yorgunluk.
Vakit belki de çok geç.
Ve edepli bir rüya göğün ağzının
fermuarını çekip de kal geldiğinde sözcüklere dillenen duygular dilbaz imgeler
ve işte sertifikası bende ömrün azıcık telaşlı hayli yaslı yaşadığım döngünün
kerameti.
Telkin ettiğim yamalı düşlerimden
arda kalan o sığınak, o izbe, şaibeli gölgelerin kasvetinde can çekişirken
cihan adaklar adanası sözcüklerin içinde kalan ukdeye kurulu iken alarm…
Dikte ettim öncemi ama yetmedi.
Dilaltı sevgileri ihya ettim kâfi
gelmedi.
Zelzelede yıkılan hayallerim nefsime
değil nefesime tutuklu ve ruhumun karekökünde saklı binlerce duygu alabildiğine
sökün eden hislerin kara duvağında saklı olası umudu hibe ettim neyse haizi
olduğum ve kutsandığım kumaşa tutundum ne de olsa saf ipektendi kalbim yüzüne
yağan nurunda sevdanın çocuk belledim her yeni günü büyümeye arzulu gel gör ki
yerinde sayan bir tutku misali göğsümde saklı kara kutu.
Bir b/ölü iki idi aşk:
Aşk, dediğime bakmasın da hiçbir
revnak mizaç:
Alaşağı edilmiş bir kıtanın ayak
sesleri ve işte ilk dizesinde saklı yaşamın:
Sev ve umut et büyüme de sakın çocuk
yanım!
Kutsanmış sevgilerden ördüğüm hüzün
hırkam bazen uyruğu olmayan bazen ulak bildiğim sefil kalemimle yerde gökte ne
varsa resmettiğim…
Pekişen hasretim.
Pişekâr gölgem.
Pi sayısında saklı ondalık sevgilerim
alabildiğine yuvarladığım yetmedi yokuştan baş aşağı yuvarlandığım ve ruhuma
yuvalanmış alıcı kuşların delici bakışı belki de ruhumun izine vakıf o kum
saati ardı arkası kesilmeyen dökülen her kum zerresi ve neşrinde ölümün ve
nesrinde kayan yıldızların haybeden tükettiğim nefesin bir yansıması iken şiir…
Yazmadığımda bozguna uğradığım.
Yazdığımda yazgıma boyun eğdiğim.
Yalpalayan hecelerim ve Çingene
bohçam üstü örtülü hazinem ve yüreğimde saklı ziynetim zikrettiğime delalet
iken fikrime eşlik eden varsın olsun fitneci imgeler beni benden eden.
Kundaklanmış iken gövdem.
Surelerden seken hayali sureti
yalnızlığın.
Hayra alamet olsa bile olmazın
olurunda savaş verdiğim her siperde kalıcı bir magma sevdalı bir yangın ve işte
yağmalanmış düşlerin tekrarına delalet yarım kalan masallarım.
Bir duman ki tüten şiirden.
Bir şiir ki türeyen hüzünden.
Bir hüzün ki yarı yolda kaldığım.
Bir ritim ki sessizliğin fısıldadığı
sağır kulaklarım.
Ağırdan aldığım o son adımda saklı
iken beratım…
Acım içime işleyen içre dönük bir
Samanyolu yıldızların kuyruk salladığı ve fetva veren heceler aşk ile ördüğüm
gizemli imgeler bazen veryansın ettiğim bazen yüreğimin inzivaya çekildiği peş
peşe eşlik eden sarnıcı ruhumun ve ulak bildiğim sırların güruhu…