Peygamberimiz H.Muhammad Mustafa (s.a.v)in hatırasına ithafen
Hayat hikayesinin 106.bölümü
kalbin anaforunda
serin yürüyüşlere çıkmak için
düşelim yollara
avuçlarda karanfil
ikindi sevdalarında bir devr-i daim huzuruyla
muammaları çözmek
geceleri aydınlatmak adına
şuursuz debeleniş
kesmeyen sancı
sonsuz çile hatırına
yüreklerin terekelerini zihinlerde tevarüs eyleyelim
en üst noktada şehrayinler görebilmek adına
kar üzerine gül desenli rüyalar görebilmek adına
sırlar sırrına bir nebze erebilmek için
azade teşrinlerde taze sevdalar gibi
püfür püfür hayaller
eski aşklar gibi
sevinç sevinç rüyalar görebilmek adına
renk nedir
sözcüklere nasıl bürünür
düş nedir
neden hasretin hep siyahı düşer bahta
huhulara ahenk veren söz nasıl söylenir
dudaklarda alevlenerek dolaşan buğular
uçup gitmeden
bir düşün
eski yüzyıllardan bir kiraz bahçesinde
dökülen hışımların erittiği zamanı
zaman ötesi boyutun haşmetini düşün
son aydınlığıyla parlayan mumun
son takatiyle kanat vuran kuşun
varlık mücadelesini düşün
bir geminin vuslata
bir kervanın hicrana akan mecrasını
anılarda kaybolanları
acısını yüzüne vuran goncayı düşün
sözcükler, kavramlar ve ıstılahlardan adına
küçük ve büyük alem
insan ve evren
yer ve gök
her ikisi arasındakiler adına
ben, sen, o
her ne varsa bir düşün
kıpkızıl de olsa
eflatun da olsa
bir vehimden öte ne ki hayat
ben seni sır diye tutarken kalbimde
sen beni tutup kalbimin başkentine atıyorsun
halbuki aynı taşa balyoz vuruyoruz
aynı duvarı onarıyoruz.
aynı yokuşta yoruluyoruz
aynı çatının altında ter döküyoruz
elimizdeki fırça aynı
boyalarımız aynı
aynı tabloyu tamam etmekteyiz hala
aynı aynanın gamzesine düşürüyoruz nazarımızı
aynı madeni işletiyoruz hece hece
aynı sokağa aynı hasretle bakıyoruz durmadan
aklımızın terini
yüreğimizin ısısını aynı sevincin yamacına akıtıyoruz
yorgunluklarımızı anlayışla karşılıyoruz
sen benim göğsüme koyuyorsun başını
ben senin eteklerine döküyorum taşlarımı
sessiz emeğim
şeffaf sabrım
ümitli bekleyişim
iç çekişlerim
senin bakışında değer buluyor sadece
bende saklı senin kıymetin
benim kıymetim de sende
birbirimize tutunuşumuz ne güzel öyle
dil dile
söz söze
en sevgilinin en sevdiği hale
yoğuruyorsun beni
en sevgilinin özlemini
düşürüyorsun gönlüme
tutuna tutuna birbirimize
muhammedi sevincin sofrasına varıyoruz
el ele…
sessizce
tutup iki yakamdan
uzaklara fırlatıyorsun kalbimi
*
hicretin 7. senesi muharrem ayı sonları
hayber, volkanik bir arazi üzerine kurulmuş
kuvvetli ve sağlam yedi kaleye sahip bir şehirdi
şam yolu üzerinde bulunan bu şehir
medine'nin kuzey batısına düşüyor
ona uzaklığı ise yüz mili buluyordu
resul-i ekrem’le olan anlaşmalarını bozmaları sebebiyle
medine'den sürgün edilen yahudilerin çoğu
burayı yahudiliğin bir nevi merkezi haline getirmişlerdi
mekke müşriklerini ayaklandırıp
bütün arap kabilelerini toplayarak medine üzerine yürütüp
hendek harbinin patlak vermesine sebep olmuşlardı
hendek savaşından sonra da rahat durmamışlar
peygamberimiz (s.a.v.) ve islamiyet aleyhinde
çeşidi iftira ve propagandalarına devam etmişlerdi
mekkeli müşriklerle yeni bir anlaşma da yapmışlardı
ne var ki,
bu planlan hudeybiye anlaşmasıyla neticesiz kalmıştı
resul-i ekrem mekkeli müşriklerle
hudeybiye sulh anlaşmasını imzalamak suretiyle
medine'yi onlardan gelebilecek tehlikelere karşı
emniyet altına almıştı
hayber yahudilerinin bulunduğu tarafı
henüz emniyetten mahrumdu
bu emniyetin temini gerekli görünüyordu
arabın en büyük ticareti şam'la idi
yahudiler bu yol üzerinde bulunuyorlardı
işte bütün bu sebepler
hayber meselesinin bir an evvel hallini gerektiriyordu
hayber gazasına çıkmaya karar veren resul-i kibriya
ashabına hazırlanmalarını emretti
hudeybiye seferine katılmaktan çekinmiş bulunan
birçok kimsenin
hicaz'ın bu en bereketli ve verimli şehri olan hayber'de
elde edilecek ganimeti düşünerek
orduya iştirak etmek istedikleri görülüyordu
peygamber efendimiz şu talimatı verdi
Allah yolunda, ila-yı kelimetullah uğrunda
bihakkın cihad edecek olanlar hazırlansın
bunların dışında hiç kimse bizimle birlikte gidemeyecektir
onlara ganimetten de bir şey verilmeyecektir
medine'nin içinde bütün halka da ilan etti
resul-i kibriya’nın (a.s.m.) emri üzerine
müslümanlar derhal toplandılar
sayıları 200'ü atlı olmak üzere 1.600 kişiyi buldu
daha sonra,
efendimiz hayber'de bulunduğu sırada
içlerinde meşhur ebu hureyre'nin de bulunduğu
devs kabilesinden 400 Müslümanla
habeşistan'dan gelen muhacir müslümanlar da
orada islâm ordusuna katılacaklardır
ayrıca islam ordusunda
resul-i ekrem'in zevcesi
hz. ümmü seleme ile birlikte
yirmi kadar müslüman kadın da vardı
harp esnasında yaralanan mücahitleri tedavi etmek
onlara yemek pişirmek
ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olacaklardı
nübüvvetin manevi boyasıyla boyanmış mücahitler
pürşevk ve coşkunluk içinde yollarına devam ediyorlardı
mücahidler tekbirlerle yol alıyorlardı
yer gök sanki tekbir sedalarıyla titriyordu
bir ara hep bir ağızdan çok yüksek bir sesle
Allahü Ekber
Allahü Ekber
la ilahe illallahu v'allahu ekber diyerek
tekbir getiriyorlardı
efendimiz, ordusu ile reci' denilen yere vardı
orada konakladılar
resul-i ekrem ordusuyla buraya gelip konmakla
gatafanlılardan yahudilere gelebilecek
herhangi bir yardımın önünü kesmiş oluyordu
efendimiz daha sonra ordusuyla
reci'den hayber'e doğru ilerledi
bir gece vakti hayber önlerine vardı
gece baskında bulunmak adeti olmadığından
sabahı bekledi
resûl-i ekrem hayber önlerine varınca
şöyle dua etti
ey göklerin ve gölgelediklerinin Rabbi olan Allah
ey yerlerin ve üstündekilerin Rabbi olan Allah
ey şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi olan Allah
ey rüzgarların ve savurduklarının Rabbı olan Allah
biz, Senden şu şehrin hayrını ve iyiliğini
halkının hayrını ve iyiliğini,
bu şehirde bulunan her şeyin hayrını ve iyiliğini dileriz
onun şerrinden, halkının şerrinden
içinde bulunan her şeyin şerrinden Sana sığınırız.
sabah olunca hayberliler,
ellerinde ziraat aletleriyle tarlalarına gitmek üzere
kalelerinden çıkınca
karşılarında islam ordusunu buldular
birden şaşırıp kaldılar
işte muhammed ve ordusu diye bağrıştılar
telaş ve heyecanla
gerisin geri kaçıp kalelerine sığındılar
beklenmedik bir durumla karşı karşıya geldiler
şaşırıp kaldılar
haber yahudileri aralarında görüştüler
konuştular ve sonunda kalelerinde kalıp
müdafaa harbi yapmaya karar verdiler
savaşacak olan yahudilerin hepsi
en kuvvetli kale olan natat kalesinde toplandılar
eşyalarını, aile ve çocuklarını da
başka kalelere yerleştirdiler
çarpışma,
yahudilerin toplandıkları natat kalesinden
mücahidlerin üzerine ok atılmasıyla başladı
islam ordusu da natat önünde karargahını kurmuştu
ilk gün böyle geçti
bu arada kalelerden atılan oklarla
elli kadar mücahit yaralandı
ikinci günü resul-i ekrem’in emriyle
islam ordusu karargahını reci' mevkiine nakletti
yakınlarındaki evlerden gelebilecek tehlikelerden
mücahitler korunduğu gibi
konmuş oldukları ilk yerdeki bataklıktan da
uzak kalmış oluyorlardı
muhasara devam ediyordu
efendimiz, bir gün şu müjdeyi verdi
yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki
Allah ve resulü onu sever
o da Allah ve resulünü sever
Allah, onun eliyle fethi gerçekleştirecektir
mücahitleri bir merak sardı.
acaba bu büyük şerefe nail olacak zat kimdi
her mücahidin gönlünde uyanan samimi arzu ve duygu
fahr-i alemin elinden
mübarek ve şerefli sancağı alabilmekti
geceyi bu ümit ve arzuyla geçirdiler
sabah olunca merak ve heyecanları daha da arttı
her bir mücahit aynı arzu, aynı heyecan
aynı ulvi duygular içinde merakla bekleşirken
sabah namazından sonra nebiy-yi ekrem
sancağın getirilmesini emretti
sancak derhal getirildi
artık bütün dikkatli bakışlar
efendimizin mübarek elinde bulunan sancağın üzerinde
kulaklar ise mübarek ağızlarından çıkacak
fatihi belirleyecek söze pür dikkat kesilmişti
resulullah ali nerede diye sordu
haberi alan hz. ali, derhal huzura çıkıp geldi
ağrıyan gözleri mübarek duasıyla şifa buldu
resulullahın ak sancağı artık hz. ali'nin elindeydi
merak dolu bakışlar,
birden imrenmeye dönüşmüştü
demek Allah ve resulünün sevdiği
onun da onları sevdiği zat buydu
demek hayber,
bu şerefli zatın eliyle fetholunacaktı
her bir sahabi aynı duygular içinde
islamın bu bahadırına gıpta ile bakıyorlardı
sancağını hz. ali'ye teslim eden resul-i ekrem
kendisine zırhlı bir gömlek giydirdi
zülfikar'ı da beline kendi eliyle bağladı
sonra da şu emri verdi
Allah, sana fetih nasip edinceye kadar çarpış
sakın arkana dönme
kahraman hz. ali
mübarek sancak elde heyecanla ilerliyordu
resul-i ekrem şöyle buyurdu
onların kalelerinin yanına varıncaya kadar
vakar içinde ilerle
sonra onları islama davet et
müslüman oldukları takdirde mükellefiyetlerini bildir
hz. ali, elinde resulullahın beyaz sancağı ile
mücahitlerin önünde ilerleyip
sancağı natat kalesinin dibine dikti
onları islam'ın esaslarını anlatıp
müslüman olmaya davet etti
yahudiler müslüman olmayı kabul etmediler
çarpışmak için kalelerinden çıktılar
yapılan çarpışmada birçok yiğitleri
mücahitler tarafından yere serildi
hayber yahudilerinin en cesuru kabul edilen merhab
kardeşinin de öldürülenler arasında olduğunu duyunca
askerleriyle birlikte kaleden çıktı
üzerinde iki kat zırh gömlek vardı
iki kılıç kuşanmış, başına da iki sarık sarmıştı
yapılan teke tek vuruşmada
yahudilerin en kuvvetli adamı olan merhab
esedullah olan hz. ali karşısında dayanamayıp
kafası zülfikarla ikiye bölünerek yere düştü
bir ara hz. ali’nin kalkanı elinden düştü
hemen yanındaki kalenin kapısını yerinden sökerek
kendisine kalkan yaptı
fetih gerçekleşinceye kadar da
kale kapısını elinden düşürmedi
fetih müyesser olduktan sonra
hz. ali kapıyı yere bıraktı
sekiz kişi hep beraber sarıldıkları halde
onu kaldırmaya muvaffak olamadılar
adamlarının teker teker yere serildiklerini gören
diğer yahudiler gerisin geri kaçışmaya başladılar
düşman bozulmuştu
resul-i kibriya beyan buyurdukları gibi
Allah, fethi hz. ali eliyle müslümanlara ihsan etmişti
kaçışan düşman askerleri arkasından
hz. ali ile birlikte mücahitler natat kalesine daldılar
fakat orada çocuklardan başka kimse göremediler.
onlara dokunmadılar
akibetin kötü olacağını gören yahudiler
natat'ı terk etmek mecburiyetinde kalmışlardı
mücahitler, naim kalesine doğru yürüdüler
burada da düşmanla şiddetli çarpışmalar cereyan etti
düşman birçok adamını da bu kale önünde
yapılan çarpışmada kaybetti
kale teslim alındı
on günü bulan bir muhasara esnasında
kalelerinin birer ikişer düştüğünü gören yahudiler
çaresiz kalıp sulh istediler
efendimiz bu isteklerini kabul etti
anlaşmaya varılıp sulh yapıldıktan sonra
yahudiler hayber'den çıkmak üzere hazırlandılar
yahudiler, islam devleti ile zirai bir işletmede
ortaklık akdetmiş gibi
işledikleri araziden yarı nispetinde bir hisse vereceklerdi
resul-i ekrem her sene mahsul zamanı
abdullah bin ravaha’yı hayber'e gönderirdi
hz. abdullah, mahsulatı yarı yarıya ayırır
sonra da onları istediğini almada serbest bırakırdı
bu parlak muzafferiyet neticesinde
hayber de islam devletinin dahiline alındı
resul-i kibriya henüz hayber'den ayrılmamıştı
cafer bin ebi talib başkanlığındaki
habeşistan muhacirleri çıkıp geldiler
resul-i ekrem bundan son derece memnun oldu
bu sevincini şöyle izhar etti
bilmem bu iki şeyden hangisi ile sevineyim
fethi hayber'e mi
yoksa cafer'in gelişine mi buyurdu
ganimetler arasında
tevrattan müteaddit nüshalar da vardı
yahudiler bunların iadesini talep ettiler
efendimizin emriyle müslümanlar
tevrat nüshalarını derhal geri verdiler
bu hadise aynı zamanda müslümanların
Allah tarafından daha önceki peygambere gönderilmiş
mukaddes kitaplara hürmet gösterdiklerinin bir ifadesiydi
hayber fethinden sonra
civar kabileler teker teker kendi arzularıyla
gelip islam hakimiyetini kabul ettiler
redfer