
Mevsimin kibri gibi kabarmış bulutlar
tıpkı içim içime sığmazken eşkâlini çizmek hayatın ve nice gel-git ki tahayyül
etmesi yaşamaktan da zormuş ve nihayetinde gıpta ile baktığım gökyüzü tıpkı göz
ucuyla beni süzen Nurten gibi.
Ellerimde kinayeler ve aklımın
uçlarında hayaller…
Yaşımı hatırlamıyorum aslında ismimi
de.
Artık kim unutmuşsa beni ortalarda
bir yerde ve Nurten’i da önceden görmüşlüğüm yok sadece hırkası yabancı değil
bana ne de olsa kaybolduğumda üstümde olan hırka Nurten’inkinin tıpkısının
aynısı.
İzah edemediğim nice duygu var ve
menşei olmayan sayısız acı elbette maziyi deşsem de bir sonuç elde edemiyorum
belki de hatırlamak istemiyorum ama ısrar ediyor herkes bana ve bir şekilde
yaşımı öğrenmek istiyorlar.
‘’Çok yaşlıyım’’ desem de inanmıyor
kimse belki de yaslı olduğumu itiraf etmeliyim ve artık nerenden düştümse
buraya tıpkı yaz elması gibi dalından firar eden.
Belki de bir bülbül gül bahçesinde
kaybolan.
Nifak sokanlar var günle arama yine
de ihtimal vermiyorum kötü olduklarına ve her birine gidip sarılıyorum.
Sınırlarım belki de ihlal edilen ya
da halkası olduğum o zincir hani sıkı sıkıya bağlı olduğum ve ben biliyorum bir
kör kurşun olduğumu hele ki o kör noktada saklı ilk ve son sır olduğumu da
biliyorum.
Sevilmenin çocuğuydum üstelik ben iyi
de bu nereden aklımda kalmış ki? Belki de reenkarnasyona inanmaları adına ben
sabit bir katsayı olma özelliğimle denklemdeki yerimi almalıydım.
Şimdi ifa ettiğim ne ise… ifşa
edeceğim ne varsa aklımın sınır ötesinde saklı olan derken izah etmem adına
baskı uygulanırken.
Sevecen kimliği yurt müdürünün: sahi,
adını neden söylemedi ki kimse? Yine de ona sevgili kelebeğim demek istiyorum
ve kelebek kanatlarına dokunuyorum. Sonra ne mi oluyor? Firar ediyor ansızın ve
nereye uçtuğunu da takip edemiyorum.
Sayısız terk edilmiş çocuk ve kelebek
kanatlı yurt müdürüm…
Sahi, ne çabuk sahiplendim bu ortamı
yoksa kaybolduğumu unutup üstüne bir bardak süt mü içeceğim o ilk geldiğim anda
bana taktıkları ismi bile içselleştirip kabul mu edeceğim istenmeyen çocuk olduğumu
ve geride kalanlar…
Saklı tuttuğum bir geçmiş mi var da
ben itiraf etmemek adına direniyorum yoksa burayı çok mu sevdim? Ya, beni
sevecekler mi? Düşünmesi bile güzel hem her gece sütümü de içeceğim madem
yatmadan evvel… sahi, çizgi film seyretmeme izin verirler mi? Hangi çizgi film
kahramanıydı en sevdiğim yoksa ben miyim o çizgi film kahramanı?
İşte başladı yine iç çırpınışlarım ve
kelebek avına çıkan bir şehir çocuğuyum belki de köyüne dönme arzusu duyan… iyi
de benim ne bir köyüm var ne de şehrin müdavimiyim. Yoksa sırlarım çok mu ayıp?
Hani olur da birileri bir şey söyler sonra da…
Sızlayan bir şeyler var içimde oysaki
içim bomboş.
Dışarıdan birileri var belki de içimi
keşfetmek isteyen yoksa yurt müdürü beni bir daha görmek istemiyor mu? Hani, az
evvel başımı okşayan sonra da gözden kaybolan…
Vızıldayan bir şeyler var. Al işte:
pencere açık kalmış ve içerisi sinek dolmuş. Allah vere de çocuklar için
hazırlanmış süt bardaklarının içine düşmese mendebur hayvanlar.
İzin mi almalıyım yoksa? Aslında ne
için izin alacaksam.
Belki de not almalıyım hani etrafımda
gördüğüm ne varsa hatta ve hatta televizyon izlerken seyrettiğim her şeyi bir
bir kâğıda geçirmeliyim.
Hayat nasıl da yavaş geçiyor sanırım
benim de içim geçmek üzere.
Bir ters lale gibiyim belki de
tersinden okunan bir kelime gibi aynıyım: mum gibi.
Öyle ya, mum gibiyim ve süklüm
püklüm.
Başından da okunsa sonundan da illa
ki mum.
Mim, desem nasıl olur peki?
Ya da gözlerine mil çeken bir pervana
gibi tavaf ettiğim düzenekte neye denk düşüyorum ki ben?
Sahi, sıram ne zaman gelecek de odama
çıkacağım yoksa benim bir odam bile mi yok tıpkı öncemin olmadığı gibi?
Göz pınarlarım doluyor ve ağırlaşıyor
göz kapaklarım.
Sirenler de çalıyor madem… yoksa bu
gün on kasım mı Atamın vefatının kaçıncı yıldönümü ki herkes saygı duruşunda
bulunuyor?
Ve işte gelip gidenler ne çok. Az
evvel sustu sirenler ve cami avlusu yavaş yavaş boşalmaya başladı. İyi de kim
için toplanmışlardı ki?
Kulağını çekiyor kadının biri:
‘’Allah kimseye yaşatmasın. Çok
vakitsiz çekip gitti çok erken.’’
Giden birileri var demek ki. İyi de
geri gelmeyecek mi?
Ya, geride kalanlar?
Adımı da hatırlamıyorum ki hatta eşkâlimi
de. İyi de ben en çok kime benziyorum da aklıma gelmiyor bir türlü?
Sözcükler çok frapan. İsmi olmayan
insanlarsa çok sıradan.
İzafi bir yol bu bir de yola gelmeyen
duygularım var. Neden terk edildim ki ben? Ya, cami avlusunda toplanan insanlar…
kimdi uğurladıkları ve benim ne suçum var da herkes görmezden geliyor?
Aklımın kancalarında binlerce düşünce
ve askıya aldığım yarınım ki günüm bile yokken yarınım olsa ne olacak ki?
Azlığımla çokluğumla kime denk
düşüyorsam…
Ve işte kulağıma çalınıyor misafir
cümleler: hani adımı unutanlar ve unutulmuşluğumu kabuk edemediğim.
O kadın da kim o kadın…
Hani az evvel çantamı getirip yurt
müdürünün odasına bırakan?
Kim olduğumu o biliyor mu peki? Eğer
biliyorsa niye adımla seslenmiyor da pislik, diye bahsediyor benden? Sahi, ben,
bir pislik miyim? İyi de ben sadece küçücük bir çocuğum kimseye zararı olmayan
ama demek ki birilerine zarar vermişim ki benden haz etmiyorlar hatta adımı
bile anmıyorlar.
Kulak kabartıyorum aslında duymam
için adeta bağıra bağıra konuşuyor o kadın: o kadını bir yerden gözüm ısırıyor
ama yoksa ben miyim unutmak isteyen?
Aklım bir yerlerde takılı ve tıpa tıp
bana benzeyen bir çocuk avaz avaz bağırıyor:
‘’Yardım et bana. Su çok derin ve ben
yüzmeyi bilmiyorum. Senin gibi değilim işte. Sen yüzebiliyorsun ve beni ittin
de suyun dibine. Yardım et, yardım et…’’
Kim ki bu firari ses?
Ve babam sesleniyor uzaklardan:
‘’Canım kızım Sercan, bak ne getirdim
sana?’’
Koşa koşa gidiyor babamın yanına:
‘’Canım babacım, bir tek bana aldın
değil mi o yürüyen bebeği bir tek bana?’’
‘’Senden başka kime alırım ki başka
canım kızım? Elbette sana aldım sadece sana aldım…’’
Ya, benim hediyem nerede?
‘’Baba…’’
Babam duymuyor adeta beni ve uzaktan
sitayişte bulunuyor:
‘’Uslu ve iyi bir kız ol, sana da
alırım elbette lakin bu seferlik sadece kardeşine aldım. Ne de olsa o, senin
gibi sözümden çıkmıyor. Hadi, odana git ve derslerini bitir. Yüzmeyi öğrendin ama…
yetmiyor işte. Kardeşin hala yüzmeyi öğrenemese de okulun ve sınıfın en akıllı
ve çalışkan öğrencisi üstelik benim de biricik kızım. Sen, yaramaz ve kötüsün.
Anla artık.’’
Neden kötüyüm ki ben? Yoksa annem de
mi benim yüzümden öldü?
Sahi, kim demişti ki?
Altı üstü çocuğum ben üstelik kötü
filan da değilim.
‘’Ekrem Bey…’’
‘’Ne var Nigar Hanım?’’
‘’Çocuğa yazık ediyorsunuz hem
annesinin ölümünden…’’
‘’Duymak istemiyorum, Nigar. Hem az
evvel geldim kabristandan. Canım yeteri kadar sıkkın.’’
Sözcükler ip atlıyor tıpkı tek başıma
ip atlarken ayağıma takılan o tosbağa gibi. Sonra da tekmeyle savurdum işte o
gereksiz canlıyı sonra da…
Sercan gördü elbette hayvana ne
yaptığımı sonra da onu ikaz ettim kimseye söylemesin diye ama sözünde durmadı
işte:
‘’Seni herkese söyleyeceğim. Sen
kötüsün ve benim kardeşim olmayı hak etmiyorsun.’’
‘’Sen mi karar vereceksin neyi hak
edip etmediğime?’’
‘’Yalancı ve kötüsün hem bana yüzmeyi
de öğretmiyorsun oysa sen nasıl da ahenkle yüzüyorsun.’’
‘’Öğretmemi istiyor musun cidden?’’
‘’Yapar mısın sahi? Doğru mu?’’
‘’Yarın, okuldan gelince söz sana da
öğreteceğim hem babam gelene kadar çoktan öğrenmiş olursun da.’’
Sözcükler yakıyor boğazımı.
Yoksa içime akıttığım gözyaşı mı?
Mademki annemin ölümünden ben
sorumluyum…
Sahi, adım neydi?
Onun adı Sercan ya benimki?
Dadım en son ne demişti ki bana?
‘’Annen kadar güzel bir genç hanım
olacaksın üstelik annenle aynı ismi taşıyan lakin…’’
‘’Ben kötü müyüm Nigar?’’
‘’Kötü olan sen değilsin; kötü
olan…’’
‘’Susma söyle, Nigar? Adım ne
benim?’’
‘’Baban az sonra gelecek ve sofrayı
kurmalıyım. Hadi, uslu uslu otur da derslerini yap.’’
‘’Ben derslerimi okulda yapıp
bitirdim bile. Şimdi gidip yüzmek istiyorum.’’
‘’Baban gelene kadar ama…’’
İşte o kadın yine geldi ama hala
ismimi bilmiyorum ve cami avlusunda niye toplandıklarını da…
Kelebek kanatlı yurt müdürüm gelse de
bana sütümü içirip başımı okşasa…
Yüzmeyi öğrenmediyse suç bende mi
yani?
Sahi, ne konuşuyorlar içeride? Sercan
nerede ki şimdi üstelik altı üstü elimi tutamadı ve dibe battı diye ben miyim
kötü olan?
Sonra ne olmuştu ki?
Tosbağayı öldürdüğümü söylemeyecekti
babama ve babam da beni onun gibi sevecekti…
Hem elimi uzatmıştım da sadece biraz
geç kaldım yoksa bilerek mi geç kaldığımı düşünüyor herkes?
Annem gibi bir kadın olacağım ben ve
herkes de beni sevecek ne de olsa Sercan artık çalamayacak benim sevgimi
üstelik kötü olduğumu da kimse bilmeyecekti eğer ki Sercan söylemeseydi
tosbağayı öldürdüğümü.
Hem Sercan’da suç: ne yani yüzmeyi
madem bilmiyordu niye ısrar etti ki havuza girmek adına?
‘’Asla kimse gelmeyecek onu ziyaret
etmeye üstelik dua etsin sokağa bırakmadığımıza.’’
‘’Sokağa bırakmaktan da beterini
yaptınız siz. Hem o, sadece küçücük bir kız çocuğu.’’
‘’Onu dilediğiniz isimle
çağırabilirsiniz yeter ki gerçek ismiyle çağırmayın ki annesinin ve kız
kardeşinin kemikleri sızlamasın.’’
‘’Ya, sizlerin içi sızlamayacak mı?’’
Ya, benim içim neden sızlıyor?
Sahi, benim adım neydi?
Sevgiyi hak etmediğim kadar bir ismi
bile mi hak etmiyorum keşke cami avlusunda insanların yaka kartındaki isim ben
olsaydım…
Ya, sen Sercan, sen… benim yerimde
olmak ister miydin?
Sütümü içersem beni severler mi
acaba? O mendebur sinek, demek ki süt bardağıma kondun. Sen de hak ediyorsun
ölümü diğerleri gibi ne de olsa ismi olmayan bir pisliğim ben.
Sevilmeyi hak etmeyen birinden her
şeyi bekleyebilirsiniz tıpkı bana sunduklarınızın bir karşılığı varken.