
Meczup bir imgenin derdinde şiir
belki de gözden çıkarmalıyım ben şairliği ve yeniden dönüş yapmalıyım gerçek
hayata. Maya çaldığım şiirlerde öykündüğüm hangi şair de kıyısından köşesinden
nasiplenip sonra da içime kıvrılıyorum yoz dürtülerin muhatabı iken g/örüntü
ihlali yapan şiirler.
Kurnamla olan diyalogum da şiirlere
peşkeş çektiğim duygular gibi ve su götürmez gerçeklerle ihya oluyorum: önce
resmini çekiyorum hayatın sonra da masmavi bir gezegen hayal ediyorum.
Sözcüklerin kumpasına dayanabildiğim kadar da bu işin içerisindeyim işte.
Yeltendiğim hangi minval değil
bilakis yolumun nereye düşeceğini tahmin edemezken ve ait olduğum insanlık
bulgusuna da atıfta bulunup makul ölçüde mutlu olmaya çalışıyorum ama biliyorum
ki şiirler benim vicdanım.
Daha demin geldim bir koşu ve rahvan
bir at misali dizginlerimi bıraktım ve işte koşmaya başlıyorum.
Önce ütülemem gereken giysiler var
kış gelmeden. Huyum kurusun hangi mevsimin nöbetini tutuyorsam bir sonraki
mevsimin düşlerini ütülüyorum ve de öteleyip içime kapanıyorum ters açan lale
gibi sonra da arpacı kumrusu gibi derin düşüncelere dalıyorum.
Kepenkleri yeni indirdim: önce günü
dışladım sonra geceyi koynuma aldım sonra da şiir olmaya meylettim böyle
giderse ya üşüteceğim ya da üşüyeceğim. İyi de ikisin arasında ne fark var ki?
Farzı mahal…üşüdüm mü değişiyor işler
ve üşüttüm mü herkes müdahil oluyor içimdeki ırgat düşlere.
Kaç kareye sığar ki insan ve kaç
izlek o insanı dışlamaz ki?
Ve işte evimden ayrı düştüğümün ilk
gecesi. Elimde şiir defterim sırtımda hırka parkta sabahlıyorum. Şair olacağım
düşüncesi ile geldim büyük şehre ve ben şiir yazmak adına düşüp de yollara…
Annemin duaları olmasaydı ben de
yanan otobüsün içinde can verecektim. Yok, yok, gerçek sanmayın sadece şiir
yazmaya çalışıyorum ve de beyin jimnastiği yapıyorum yoksa sabaha kadar kafayı
yerim ben bu ıssız parkta. İyi de güneş batmadan böyle miydi? Oturacak yer
bulacağım diye anam ağladı derken gelen çağrıyla annemin sesini duymayım mı?
Kadın cidden ağlıyordu. Allah’tan dışarıda sabahlayacağımı bilmiyor da aradan
geçen on iki saatin hasreti ile ağladığını itiraf etti. Eh, be anam, dur ya: on
iki saat dediğin ne ki…dur bakalım önce ben bir üne kavuşayım sonra da şair
oğlum diye yanında gezdirirsin beni.
Hepi topu iki yıl şiir yazdım: o da
ilk okulda birinci ve ikinci sınıfta iken. okuma yazma öğrenene kadar altı ay
geçtiyse o zaman şuna bir buçuk yıl diyelim. Hatta bir ay dede şiiri yazmıştım
ki derken ay tutulması sonra da kabakulak olup aylarca yattığım ve şairlik
hayallerimi lise sona kadar ertelediğim.
Zaten her şey Nazlı’nın yüzünden.
Nazlı, mavi gözlü kelebeğim. Kız sene ortasında nakil yoluyla geldi bizim okula
ve de bizim sınıfa elbette yanıma oturmasını ben teklif etmedim tabii ki.
Öğretmen tek boş yerin yanım olduğunu görür görmez.
‘’Selam, tatlım.’’
Demedim tabii ki. Şunun şurasında kaç
ay kalmış diploma almaya ben de az beklemeye karar verdim ve tüm ciddiyetimle
elini sıktım sıra arkadaşımın ve tanıştırdı beni. Kimle mi?
‘’Sevgili Süreya, değerli sıra
arkadaşım.’’
‘’En sevdiğim kız ismi. Göbek adın mı
Nazlı?’’
Kızı bir gülmedir aldı ki…
‘’Şaka yapıyor olmalısın.’’
‘’Ne münasebet. Ben böyle ciddi
konularda asla şaka yapmam.’’
‘’O zaman bu akşam sana vereyim de
oku Süreya’nın şiirlerini.’’
Ve ben hala diretiyorum:
‘’Kadın şairlerin kalemini tanımak
bir şereftir benim için.’’
Derken başıma isabet eden tebeşir.
‘’Sen, Muhsin, sen. Söyle bakayım
ikinci yenilerden en ünlü olan şairlerden birini.’’
Nazlı-pardon Süreya-kendini işaret
ediyor. Demek ki…
‘’Nazlı, hocam. En ünlü şair Nazlı.’’
Hala işaret ediyor kendini ve
diretiyor da.
‘’Süreya, değerli hocam. Elbette
Süreya. Ne de olsa çok yeni bir şair hem de ünlenmemesi için tek neden yok.’’
‘’Senden beklemediğim bir cevap ve
kanaat notumu da kullandım mı…’’
‘’Geçtim mi hocam?’’
‘’Otur aşağı. Daha sene ortası. Dur
bakalım sene sonuna kadar yeniler gelecek senden ne yeni cevaplar.’’
Kısmetim şiirler tanışmakmış ve tüm
gece gözümü bir dakika bile kırpmadan şiir kitabını kerelerce hatmettim lakin
asla aklım almıyor ve ezberleyemiyorum hiçbir şiirini ve bu sefer aldım kalemi
elime ve en yenilikçi şair sıfatıyla Süreya’ya-pardon Nazlı’ya-sayfalar dolusu
şiir yazdım aslında tek dize çünkü o dizeyi ezberlemek adına sabaha kadar
pratik yapmam gerekiyordu ama uyuya kalmışım.
Bir okula gittim ki sınıftaki tüm
erkek öğrenciler benim sıraya doluşmuş ve hepsinin elinde sayfa sayfa şiir.
Demek ki rakiplerim beni fazlasıyla zorlayacaktı. Zorlu bir dönem olacağı o
günden belliydi ve nihayetinde tüm derslerden bütünlemeye kaldım.
Altı üstü şiir işte. Ben yazmayacağım
da kim yazacak? Ve okul bitmeden babam kahrından öldü. Az dayansaydı ün
kazandığıma tanık olacak ve nasıl da gurur duyacaktı benimle. Kala kala anamla
bir başımıza kaldık ve ısrarlıydım şair olduğum konusunda ta ki amcam bana iş
teklif edene kadar. Babamdan kalan mirası bölüşmüştük ve onun payına bir dükkan
düşmüştü. Amcam sermayeyi kediye yükledi ve bana iş teklif yaptı sonunda ne de
olsa zar zor diplomayı almış artık bir yetişkin adayıydım.
‘’Yeğen…’’
İşte konuya giriş yapıyordu hele ki
bir de yeğen, diye söze başladı mı…
Anam eli böğründe ağzından
çıkacaklarına bakıyor amcamın:
‘’Oğul, gel hele dükkana da el
adamını almayayım işe. Hem erzakınız çıkar hem de sana harçlık olur vereceğim
para. Ne dersin?’’
Postayı koydum elbet.
‘’Ben şair titrimi dünyaya sunacağım,
amca.’’
‘’Ne dedin ne dedin sen?’’
‘’Ben ünlü bir şair olma yolunda
ilerliyorum, amca. Hele bir büyük şehre gideyim bak nasıl yaver gidecek şansım.
Bir yıla kalmaz ünlenirim sonra sizi de yanıma alırım. Elbet büyük bir ev
alacağım ilk etapta sonra araba sonra…’’
Lafım bitmemişti ki amcam kapıyı
çarptı gitti.
İyi de olmuştu sonuçta kıymetli
vaktimi onunla harcayacak halim yoktu.
Kuş bakışı baktım kaderime ve kendime
uzun bir yol çizdim aslında annem içtiğim kahvenin falında uzun bir yol gördüğünü
söyledi. Ne de olsa biricik oğluydum üstelik büyük bir şair adayı hatta ve
hatta ta kendisi o ünlü şairin.
Ateş olmayan yerden mademki duman
çıkmıyordu ve ben içimdeki ateşi söndürmek için düştüm yollara.
Hikâyem yeni başlıyordu elbet ya da
ben öyle sanmıştım derken kapağı attım büyük şehrin en büyük parkına ne de olsa
yanımda kısıtlı bir bütçeyle adım atmıştım büyük şehre ne de olsa ünlü olmam an
meselesi idi hem de öyle an meselesi ki…
Bin dereden su getiren annem daha bir
gün geçmeden ayrılığımıza dayanamayan ve ben şair olduğumu iddia etsem de tek
kelime yazamadığım gerçeği ve ben toz kondurmuyordum yeteneğime ta ki o
çocuklarla tanışana değin…
Bir anda peyda olmuşlardı ben parkı
arşınlarken bir de ne göreyim ki… meğer oranın müdavimleri imişler ve beni
görür görmez… oltaya gelmek, neymiş ve işte hayatımda yediğim ilk kazık.
‘’Adın ne ağabey?’’
‘’Şair Muhsin.’’
‘’Nasıl yani? Muhsin’i anladık
da…şair dediğin ne oluyor ki?’’
Ve uzun uzun anlatmaya başladım sonra
da yazdığımı sandığım son şiirden iki dize okudum.
Elimden kapmaz mı şiirimi yazdığım
kağıdı derken sayfayı paramparça ettiler. Bu da yetmezmiş gibi üstüme çullanıp
neyim var neyim yok gasp ettiler beni şehrin ortasındaki parkta.
Büyük şehrin adını bilmediğimi büyük
parkı ve elbette büyük bir şairin çöküşü. Üstüne üstük göbekleri çatlayana
kadar gülüp de şairliğimle alay ettikleri…
Elimde avucumda acıdan ve sızıdan
başka bir şey bırakmamıştı veletler ve tüm hayallerimi ve şiirlerimi yazacağım
defterimi dahi çalmışlardı bir de Nazlı’dan hatıra Cemal Süreya’nın kitabını.
Sesleri hala kulağımda hala kulağımda.
‘’Evladım, sesleri hala kulağımda
diyorsun ama eşkallerini de vermiyorsun bir türlü. Şimdi seni sağlık kontrolü
için hastaneye götüreceğiz bari orada iyice bir tetkikten geç ki…’’
‘’Ben iyiyim hem de hiç olmadığım
kadar iyi.’’
‘’İyi de her yerin yara bere içinde.
Bir de başına aldığın darbeler…’’
‘’Hemen, hemen bana boş bir kağıt
verin bir de kalem. Çabuk olun.’’
‘’Hah, işte şöyle. Aklın başına geldi
madem. Al sana kağıt.’’
‘’Gözlerin sevgili yar. Aklımı
başımdan alan gözlerin.’’
‘’Ne renkti?’’
‘’Ne sen sor ne ben söyleyeyim hele
ki o ılık nefesin.’’
‘’Kesin alkol almışlardır. Yaz
evladım.’’
‘’Bir buse kondurdum alnına sonrası
zaten muamma.’’
‘’Ne yani, o piç kurularını bir de
öptün mü?’’
‘’Rengin, Süreya ve kuğu boynunda
nemli gölgeler oynaşırken…’’
‘’Tabii ya. Gecenin bir vakti. Allah
korumuş oğlum seni. Ya, sonra?’’
‘’Taptım ben aşka ve yalnızlığa. Lal
olmuş gecenin de omzuna dokundum.’’
‘’Bir de ensesine şaplak atsaydın.
Olacak iş mi? Sen işsiz güçsüz gez dolaş milletin parasını gasp et. Devam et
oğlum.’’
‘’Dokunmaz olaydım. Çarptın sen beni
gecenin şafağında.’’
‘’Lan, dalga mı geçiyorsun bizimle?
Adam resmen şair olmuş kafaya alıyor bizi.defol, git. Müstahak sana. Biz de
oturmuş eşkal veriyor diye dinliyoruz.’’
‘’İzninizle memur beyler. Ben olay
mahalline gidip şiirimi tamamlayacağım. Uygun olduğumda gelirim ve sizlerle de
röportaj yaparım elbette asistanım size uygun saati verecektir. Kalem bende
kalabilir mi? Sizlere minnettarım. İlham perim artık benimle demek ki doğru
zaman bu geceymiş. Hoşça kalın, beyler. Sitemkar mizaçlarınıza müteşekkirim yol
arkadaşlarım sevgili halkım sevgili okuyucum. Yeni şiirlerime beklerim,
efendim.’’
‘’Çabuk kaybol gözümüzden en kısa
zamanda yoksa tüm şiirlerini nezarethanede yazarsın seni şair bozuntusu.’’