Ulaşılmayan Yolların İçinde Saklanılamayan Sancı -1-


Ulaşılmayan Yolların İçinde Saklanılamayan Sancı -1-

 

Karla örtülmüş caddelerde yürüdüğün her adım, bir iç sarsıntısıydı. Asfaltın altından sızan eski anılar, ayaklarının izinde kendine yer arıyordu. Gökyüzü, sustuğunda daha çok konuşuyordu. İnsanların yüzlerinde aradığın ifade, kendi suskunluğunun yankısıydı belki. Ellerinden kaçan sıcaklık, tuşlara dokunduğunda kelimelere dönüşüyordu. Çünkü bazen bir insanı özlemek, onun sesini duymamakla değil; onunla kurulmamış bir cümleyi içinde tamamlamakla ilgilidir. Buluşma an'ı, ne bir tarih ne de bir adres. O, kelimelerle örtülen bir zaman kıvrımı. Sen, tuşlara her dokunduğunda bir yüzü anımsıyor, bir sesin titreşimine yaklaşırken fark ediyorsun: Aşk yalnızca bir arzu değil, bir bellek biçimi. Unutulmuş gibi görünen duygular, aslında geri dönmek için kelimelere ihtiyaç duyuyor. Sen yazdıkça, onlar geri çağrılıyor.

Karın sessizliği artık dışsal değil, içsel. Kentin gürültüsü geride kaldı, şimdi seni taşıyan ritim sözcüklerin içinden geçiyor. Her cümle, bir bakış gibi. Her kelime, bir dokunuş... Ve sen fark ediyorsun: Aşkı yaşamak değil, onu yazmak… Belki de hissetmenin en gerçek biçimi. Gece uzadıkça kelimeler çoğalıyor. Ama bu çoğalma bir gürültü değil, bir yankı. Sessizlikle anlaşan sözcükler, hem eksik hem tam bir anlatı yazıyorsun. Arzuladığın kişi, artık bir insan değil belki. Bir ritim. Bir tekrar. Bir sessizlik anında yeniden duyulan cümle... Ve belki, sen hiçbir zaman buluşmadın,benim gibi... Ama her kelimenle biraz daha yaklaştın. Bulamadığın yer, içinde çoğalan bir boşluk değil; yazdıkça genişleyen bir mekân oldu. Aşkın mekânı: bir harfin ucunda başlayıp bir paragrafın sonunda bitmeyen bir yer.

Tuşlara dokunduğunda neyi çağırdığını tam bilemiyorsun. Sadece bir ihtiyaç… Bir ses, ama adı konmamış. (sessizlik)
Bir yüz düşünüyorsun belki, ama yüz belirgin değil. Hafıza, onu korumak için bozmuş.
Zaman ilerlemiyor burada. Yani geri dönüyor.
Karla örtülü caddeler artık hatıraların kılığına girmiş.
Her adımda geçmişe batıyor parmakların.
Ve yazarken fark ediyorsun: unutmak, hatırlamaktan daha çok yer kaplıyor içimizde.

Ne zaman başladığını bilmiyorum, ama tuşlara her dokunduğumda biraz daha eksildim.
Arzuya yaklaştıkça yokluğa dönüştüm.
Kelimeler beni değil, benden eksilenleri taşıyor artık.

Gecenin bir yerinde, saatin kaç olduğuna bakmadan... Sadece cümleye bakıyorsun. O cümle, biri gibi susuyor.
Bakıştan çok iç gözle görülüyor.
Ve o susuş, seni yazmaya zorluyor.
Birlikte geçirilen bir zaman değil bu;
Birlikte unutulan bir şeyin yazılı hâli.


Yüz, isim, mekân... Hepsi silinmiş.
Geriye kalan: bir parmak izi gibi tek bir kelime…
"Beklemek."
Ama neyi?

Belki hiçbir zaman gelmeyecek bir şeyi beklemek,
Aşktan çok, kendine dönmek.

Mehmet Aluç
( Ulaşılmayan Yolların İçinde Saklanılamayan Sancı -1- başlıklı yazı kul mehmet tarafından 7/11/2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu