Dünya
genelinde merkez bankaları son dönemde ciddi şekilde altın rezervlerini
artırmaya başladı. Salgın sonrası hızlanan artış eğilimi günümüze kadar devam
etti ve birçok ülke merkez bankası altın satın almaya, rezervlerini
kuvvetlendirmeye çalıştı. Dünya Altın Konseyinin son verilerine göre küresel
düzeyde en fazla altın rezervine sahip ülkeler de şöyle sıralanıyor; ABD, Çin,
Almanya, Hindistan, İtalya, Fransa, Japonya, Türkiye, Polonya ve Birleşik
Krallık şeklinde gelişen sıralama geçmiş yıllara göre değişim gösteriyor.
Gelişmiş ekonomilerin yanı sıra gelişmekte olan aktörler de altın rezervlerini
merkez bankalarında artırmayı tercih ettiler.
Örneğin
Türkiye son yıllarda altın rezervlerini en fazla artıran ülke oldu. Ülkede
vatandaşların elindeki toplam altın stoku 500 milyar dolara yakın iken TCMB’nin
rezervlerinde 85 milyar dolarlık altın rezervi bulunuyor. Dünya Altın Konseyine
göre ise Türkiye toplam altın rezervleri açısından global ölçekte yedinci en
büyük aktör. Farklı kurumlar sıralama konusunda başka veriler açıklasalar da
Türkiye altın rezervlerinde üst bir ligde yer alıyor. Bu durum diğer ülkeler
için de aynı şekilde gerçekleşiyor. Örneğin Polonya, Özbekistan, Kazakistan,
Çin ve İspanya gibi aktörler de altın rezervlerinde geçmiş yıllara göre üst
sıralarda yer alıyor. Buradan hareketle akıllara şu soru gelebilir: Devletler
ve özelde merkez bankaları neden altın rezervlerini artırıyorlar?
ABD HEGEMONYASININ YANSIMASI
Merkez
bankalarının neden altın rezervlerini artırdığı sorusunun cevaplanabilmesi için
uluslararası ticaret, küresel döviz rezervleri ve ödeme sistemleri üzerine bir
değerlendirmeye ihtiyaç var. Küresel döviz rezervleri son açıklanan verilere
göre 12 bin 364 trilyon dolar seviyesinde bulunuyor. Bu miktar ABD doları (6
bin 631 trilyon dolar), Avro (2,275 trilyon dolar), Japon Yeni (667 milyar
dolar), İngiliz Sterlini (542 milyar dolar) ve diğer para birimleri şeklinde
merkez bankalarının stoklarında yer alıyor. Küresel ticaret ise 50 trilyon
dolarlık hacmiyle büyük oranda ABD doları üzerinden gerçekleşiyor. Benzer
şekilde ticari alışverişin ödemesi SWIFT olarak isimlendirilen sistem üzerinden
yapılıyor. Yapılan transferin büyük çoğunluğu ABD doları olarak karşı tarafa
gönderiliyor. Ödeme sistemi ve para biriminde ABD dolarının büyük ölçekli bir
ağırlığı bulunuyor. Merkez bankaları rezervlerinde de benzer şekilde ABD doları
rezervlerin büyük çoğunluğunu oluşturuyor. Bu durum ABD hegemonyasının finansal
olarak bir yansıması şeklinde değerlendirilebilir. 1991’de Sovyetler Birliğinin
dağılmasıyla daha da güçlenen ABD’nin iktisadi hegemonyası küresel ticaret,
merkez bankası rezervleri ve ödeme sistemlerinde kendini rahatlıkla
gösterebiliyor.
TİCARİ KORUMACILIK
Çin,
Hindistan, Endonezya, Brezilya, Türkiye, Malezya ve Rusya gibi aktörler ise
kendi para birimleri üzerinden ciddi oranlı bir ödeme gerçekleştiremiyorlar.
ABD dolarını kullanmak zorunda olan ülkeler eğer Washington yönetimiyle bir
sorun yaşarsa ödeme sisteminden çıkarılabiliyor. İran, Kuzey Kore ve Rusya gibi
aktörler hem ABD dolarını kullanırken hem de ticari ödemelerini yaparken
sorunlarla karşılaşıyor. Bir diğer önemli mesele de Küresel Finans Krizi
sonrası yükselen ticari korumacılık önlemleri. Özellikle gelişmiş ülkeler
gelişmekte olan ülkelere karşı gümrük tarifeleri üzerinden korumacı önlemler
alıyorlar. Alınan ticari korumacılık kendi firma ve pazarlarını koruma amacıyla
olabiliyor iken siyasi sorunlar yaşadığı aktörlere karşı da ticari tarifeleri
kullanabiliyorlar. ABD Başkanı Trump’ın yeniden iktidara gelmesiyle birlikte bu
konu daha fazla öne çıktı ve neredeyse tüm ülkeleri etkisi altına aldı. Trump,
ticari tarifelere ek olarak ABD dolarının küresel kullanımını tehlikeye atan
aktörleri farklı şekillerde tehdit etti. Bu nedenle BRICS üyeleri başta olmak
üzere alternatif yaklaşımlar arayan ülkeler süreçten daha negatif etkilenebilirler.
GÜVENLİ LİMAN
Son
dönemde öne çıkan bir konu olarak Çin’in iktisadi yükselişi yukarıda değinilen
konuların daha çok tartışılmasını beraberinde getirdi. Çin kredi, yatırım ve
yardımlarının global ölçekli hale gelmesi birçok gelişmekte olan ülkeyi Asya
kıtasına yönlendirdi. Çin para birimi IMF tarafından ödeme ve rezerv araçlardan
biri olarak kabul edilirken, Çin dünyanın en büyük ihracatçısı haline geldi.
Aynı zamanda 3,2 trilyon dolarlık döviz rezerviyle Çin Merkez Bankası da
dünyanın en büyük döviz rezervine sahip aktörü haline geldi. Son yıllarda
merkez bankaları arasında en fazla altın stoklayan aktör olan Çin Merkez
Bankası ticari ödemelerini ise ABD doları üzerinden gerçekleştiriyor. Fakat ABD
siyasi yönetimine olan güvensizlik Çin başta olmak üzere ülkeleri alternatiflere
yönlendiriyor. Güvenli bir liman olarak görülen altın yukarıda sayılan bu
nedenler sebebiyle ciddi şekilde satın alınıyor ve rezervlerde hacim olarak
daha fazla yer kaplıyor. Devletlere ek olarak toplumlar da altın fiyatlarındaki
yükselişi görerek altın satın alıyor ve talep oluşturuyor. Son yıllarda
Türkiye, Malezya, İran ve Hindistan gibi ülkelerde halkın geçmiş yıllara göre
altını daha fazla talep ettiği ve tasarruflarını bu alanda değerlendikleri
görülüyor.
Sonuç
olarak merkez bankaları altın rezervlerini artırmaya devam ediyorlar. Küresel
ölçekli bir talebe dönüşen altın ihtiyacı artan fiyatların da etkisiyle daha
fazla tartışılıyor. ABD dolarının global ticaretteki konumunun zayıflama
ihtimali ve altının güvenli bir liman alanı haline gelmesi ise finansal düzende
alternatif arayışlara devletleri yönlendiriyor. Fakat IMF, Dünya Bankası ve ABD
dolarının mevcut konumu hala gücünü koruyor. Devletler altın rezervlerini
artırmalarına rağmen farklı bir para birimlerine yönelmiyor ve ABD’nin kurduğu
finansal düzende işlemlerini yapmaya devam ediyorlar.