TÂCÜ’L-ÂRİFÎN EBÜ’L-VEFÂ
Yukarıda belirttiğimiz üzere geçmiş yıllarda Türklerin Müslüman
olmalarından bahsedilince hepimimizin aklına ilk gelen isim Hace Ahmed Yesevi
(ks) idi. Son yapılan araştırmalara göre Anadolu’nun İslam yurdu olmasında
ikinci bir isim daha zikredilmeye başlandı. Hatta bu ismin Anadolu’nun islamlaşmasında
daha fazla etkin olduğu iddia edillir oldu. Biz böyle bir tartışmaya girecek
değiliz. Bizim için önemli olan Anadolu coğrafyasının Türk-İslam yurdu
olmasıdır. Bu gaye için sayısız insan seferber olmuş ve başarılı olmuştur.
Türkler Anadolu’ya Müslüman olarak gelmişler ve fetihlerle İslam dinini
dünyanın pek çok coğrafyasına ulaştırmışlardır. Anadolu’nun İslamlaşma
serüveninde etkin isim Tac’ül Arifin Seyyid Ebü’l Vefa(ks) hazretleridir.
Künyesi Ebü’l Vefa, lakabı Tacü’l Arifin, ismi Muhammed olan ve Tâcü’l-Ârifîn
Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî (ks) 1026-1107 yılları arasında bugünkü Irak
topraklarında yaşamış büyük bir sufidir.
Taşavvufî düşüncenin gayesi, Allah’a lâyıkıyla kul olmayı
başarabilmek ve İslam dinine uygun bir hayat yaşayabilmektir. İslam dininin
yaşanmasında nazarî bilgi tek başına yeterli değildir, nazarî bilgi fiiliyâta
dönüştürülmelidir. Bunu başaran kimseye insân-ı kâmil denir.
XII asrın ilim kültür merkezi
Bağdat’ta ilim öğrenen Ebü’l-Vefâ vefat etmeden önce vasiyette bulunmuştur.
Menâkıbnâmede vasiyeti şöyle yer almaktadır: Her şey
yoktan var olmuştur
ve her şeyin
bir var edicisi vardır. Yoktan var olan nesne, tekrar var olacaktır. Her kim
cennete girmek isterse, ona giden yola girsin ve her kim cehenneme girmek
isterse, ona giden yola girsin. Ben size ceddim Hz. Muhammed (sav)’in şeriatını
gösterdim, herkes bu yola girsin. Bu yolun dışındakiler bid’attır. Helâk olmamak için bid’attan uzak durunuz. Her şeyin
nuru olan takvâdan ayrılmayınız. Cenâb-ı Hak istemedikçe benim sözüm ne sizi
doğru yola ulaştırabilir
ve ne de sizi saptırabilir. Ben sizin yanınızda olmasam da Allah her zaman
hâzırdır. Ben hâlinizi bilmesem de Allah bilir. Gönlünüzü Allah’ın
muhabbetinden ayırmayın. Allah’ı unutup kendi nefsine zulmedenler delâlette
kalırlar. Bu yüzden Allah’ı unutan tâifeden olmayın. Dâimâ Hak’la olup saâdeti
bulun.
Menâkıbnâmeye göre, Ebü’l-Vefâ
ehl-i sünnetin dört amelî mezhebinde de hüküm verecek seviyede bir alimdir.
Yani fıkhî bir meselede bu dört mezhebin hangisinin delili güçlü işe onunla
amel etmiştir. Ebü’l Vefa Kur’an ve Sünnet’i
esas alan Bağdat mektebine mensuptur.
Sûfîler bu devirde genellikle ehl-i sünnet çizgisinde eserler yazmışlar ve ehl-i sünnet görüşünün hâkim oldugu taşavvufî düşünceyi yaymışlardır. Süleyman Uludağ, Ebü’l-Vefâ’ya nisbet edilen Vefâîlik’in teknik anlamda bir tarikat olmayıp, Cüneydiyye ve Tayfûriyye gibi belli bir mürşidin etrafında toplanan sûfîlerin oluşturdukları bir hareket olduğunu şöylemektedir. Bu yüzden de bir usûlü ve evrâdı bulunmamaktadır. Uludağ’a göre Vefâiyye, Sehliyye, tarikatının bir kolu olan Hevvâriyye’nin bir şûbesidir. Ebü’l-Vefâ ve mürîdlerini şer’î hükümlere bağlı sünnî sûfîler olarak değerlendirse de, ona mensup olduklarını iddia eden bazı aşırı zümrelerin de bulunmasının muhtemel gözükmektedir.
Ebü’l-Vefâ, özellikle Irak
bölgesindeki tasavvufî çevre ile birebir ilişki kurmuş ve
onları etkilemiştir. Abdülkadir
Geylânî “Cenab-ı Hakk’ın
kapısında hiçbir kürdî yoktur ki, Ebü’l-Vefâ gibi olsun.” demiştir. Menakıbnameye göre
Ebü’l-Vefâ’nın silsilesi zâhirî yönden Hz. Ali’ye, bâtınî yönden Hz. Ebû
Bekir’e dayanır. Ebü’l Vefa’nın şeyhi Şeyh Şenbekî’nin bazı
tasavvufî sözleri şunlardır: “Tâatın aslı takvâdır, verâ’
halidir. Takvânın aslı da nefis muhâsebesidir.” “Bir kimşe zât-ı ilâhîden başka
bir şeyle
zengin olmaya çalışırşa
câhil kalmış şayılır.” “Kalbin salâhı, ihlâs üzere ilimle iştigaldir.”
Ebü’l-Vefâ alçak gönüllü bir kimse
idi. Büyük küçük, herkese güzel sözle hitâb ederdi. Kendisi ne yerse, arkadaşlarına
da ondan verirdi. Bir ziyafete gittiğinde veya zâviyesinde yemek yerken,
mürîdlerinin kendisine hürmetlerinden dolayı tabağına fazla yemek koymalarına
izin vermezdi.
Ebü’l-Vefâ, sâlih, fâsık demeden
herkesle sohbet ederdi. Onun gayesi, herkesi Hz. Peygamber (sav)’in şeriatına
davet etmekti. Böylece sohbetine katılan sâlih kimselerin salâhı artıyor, fâsık
kimseler de tevbe ediyorlardı. Zâhirde sâlih ve fâsık kimseye eşit
davranırdı ama sâlih kimselerin yeri onun kalbinde ayrıydı.
Hoşgörü şahibi olan Ebü’l-Vefâ, Kalmînâ’da hiç kimsenin yemek
vermediği aç olan bir yahudiye en güzel yemekleri hazırlatıp dervişleriyle ona
göndermiştir. Gösterdiği bu hoşgörü ve yardımseverliği ile bu yahudi, müslüman
olmuştur. Mürîdlerine karşı da yumuşak davranmış, onlarla azarlayarak
konuşmamış ve onların kusurlarını örtmüştür.
Dünya zenginliğine hiçbir zaman önem vermemiştir. Abbâsî Halîfesi
Kaim-Biemrillâh’ın kendisine Kuşân
ve çevresindeki köyleri bağışlamak istediğini bildiren bir
mektup göndermesi üzerine mektubu yırtan Ebü’l-Vefâ şu
şözleri şöylemiştir: “Bilmiş olun ki, fakir bir kimşenin Allah’tan başkaşından bir şey
talep etmeşi revâ degildir. Allah kıyamet gününe kadar benim zürriyetimi ve
şilşilemi kendinden başkaşına muhtaç eylemeşin. Bütün âlem onlara muhtaç
olsun.”
Menakıbnâmede Ebü’l-Vefâ’nın
taşavvufî görüşleri hakkında bize ipuçları veren şu
şözlerine yer verilmiştir: “Cenâb-ı Allah gaybdır, idrâk olunmaz ve gönül de gaybdır, temlik
olunmaz. Gayb gayba ulaşsa, gayb gaybı görür.” “Bir kimşenin Hak’la
muâmelesi hâlis olsa ve riyâ karışmasa, o kimşe yalan davalardan kurtulur.”
“Bir kimse vaktini boşa harcasa câhildir. Vaktini kusur işleyerek geçirse
gafildir. Her kim zamanını ihmâl ederse, o âcizdir.”
Ebü’l-Vefâ ârifler hakkında şunları
şöylemiştir: “Allah’ın ârifleri için
bir şarap vardır. Ârifler onu içtikleri zaman gayet ferah olurlar. Ferah olunca mest, mest
olunca vakitleri hoş, vakitleri hoş olunca gaib olurlar. Gaib olursalar hâzır olurlar, hâzır
olurşalar nazar ederler. Nazar ederlerse talep ederler, talep ederlerse bulurlar, bulursalar
ondan başkasını yitirirler. Yitirenler ulaşırlar ve ulaşanlar muttaşıl olup müşâhede edip şu ayeti
işitirler: “Rableri onları kendi rahmeti, hoşnutluğu ve
cennetleriyle müjdeliyor; onlar için orada kesintisiz nimetler vardır. Onlar orada ebedî
olarak kalacaklardır. Kuşkusuz en büyük ödül Allah katında olandır.” Tevbe 21,22)
el-Kevakibü’d Dürriyye isimli
eserde, Eb’ül Vefa’nın icazetli halifelerinden olan kendisini yıkayıp
kefenlemesini vasiyet ettiği ve elbisesini bıraktığı, Adiyy b. Müsâfir’in bazı
şözlerine yer verilmiştir: “Kim amel olmadan söz ile yetinirse, Allah ile bağını koparır. Kim
bilgi olmadan kulluk ile yetinirse, dinden çıkar. Verâ’ olmadan bilgi ile
yetinirse, Allah’a karşı
üstünlük taşlamaya kalkar.”
Ebü’l-Vefâ şünnî-şiî
çatışmalarının yaşandıgı
dönemde, râfızilere halkın meyletmemesi için vaaz vermiş ve
vaazlarında onların âhirette azaba düşeceklerini şöylemiştir.
Menâkıbnâmeye göre, Ebü’l Vefa,
kendisine sahabenin en faziletlisini soran bir rafıziye ilk başta
hulefâ-i râşidîni sırasıyla saymış, daha şonra
ağacın altında Hz. Peygambere (sav) bey’at eden altı şahabeyi şöylemiş, Cenâb-ı
Allah’ın (cc) ve Hz. Peygamber (sav) ’in takdîm ve tafdîl ettigine
itaat etmek gerektiğini bildirmiştir. Ehl-i sünnet görüşünü benimsemiş olan
Ebü’l-Vefâ müridlerine Resul’ün (sav) ashabını sevmeyi ve onlara buğz etmemeyi
emretmiştir.
T.C. MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLAM BİLİMLER ANABİLİM DALI TASAVVUF BİLİM
DALI TÂCÜ’L-ÂRİFÎN EBÜ’L-VEFÂ’NIN MENÂKIBI Yüksek Lisans Tezi AYŞENUR
ÖZKUL İstanbul, 2008