VAKIF İNSANLAR (FİLANTROPİ-FİLANTROPİST-FİLANTROPİZM)

             

Çalışmamızı hazırlarken vakıf kavramına geniş bir perspektiften bakmaya çalıştık. Filantropi kavramı tam olarak düşüncemizi teyit ediyor. Filantropizm veya insanseverlik, başkalarının tıbbî, ekonomik ve sosyal standartlarını yükseltmek ve mutluluklarını artırmak için organize faaliyetler düzenlemek. Daha kapsamlı olan hayırseverlik kavramının bir alt kategorisidir ve İslamî vakıflar, kilise yardım grupları, Antik Yunanistan'daki Platon Akademisi gibi oluşumlar filantropik faaliyetlere örnek olarak gösterilebilir. Filantropi kelimesinin modarn anlamı ise  ''Birinin, zamanını, uzmanlığını veya varlıklarını sosyal fayda yaratmak için gönüllü olarak vermesidir.'' şeklinde ifade edilmektedir.

Tüsev yayınları temel olarak vakıf konusunu işler. Anlatmak istediğim Filantropi (Türkçe karşılığı olmadığı için hayırseverlik deniliyor.) nin kültürümüzdeki karşılığı Vakıf’tır.

Yaptığım kısa bir araştırmaya göre güncel çalışmalarda genel olarak hayırseverlik hareketi olarak ta isimlendirebileceğimiz vakıflar için filantropi terimi dilimizde tam karşılığı olmadığı için Hayırseverlik olarak tanımlanıyor. Filantropi ile ilgili çalışmalarda vakıf esaslı bilgiler bulunmakta. Kanaatimce, tanımlanan anlamıyla İslami Vakıf İnsan tanımıyla birebir örtüşüyor.  

Tanımına baktığımızda filantropunun her yönüyle cömert insanları yani vakıf kişileri tarif ettiğini görürüz. Vakıf kişiler yani hayatlarını insanların huzur ve mutluluğuna adayan insanlar. 1400 yıllık İslam medeniyetinde bu tanıma uyan sayısız ve dünyamızda insanlık tarihinin başından bu güne kadar tanıma uyan milyarlarca insan yaşadı. Bu insanların en başında ise yaratılış olarak mükemmel olan peygamberler bulunuyor. Filantropi terimiyle ilgili bilgiler TÜSEV ve ve Wikipedia sayfalarından alınmıştır.

 

PEYGAMBERLER

 

Kesinlikle iddia edebiliriz ki peygamberler insanlık tarihinin zirvesinde yer alan mükemmel insanlardır. Mükemmellikten kasıt elbette ki bedeni değil ahlaki mükemmelliktir. Bedeni mükemmellik görece bir kavram olarak zaman içinde bedenin deforme olmasıyla geçerliliğini yitirir. Peygamberlere lütfedilen ahlaki ve kul mükemmeliyeti hiçbir şekilde geçerliliğini yitirmez. Peygamberler yaşadıkların toplumlarda ahlaki erdemlerini herkesin kabul ettiği şahsiyetlerdir.

            İlahi tebliği inkar eden kafirlerin hiç birisi peygamberleri ahlak dışı bir eylem ile suçlayamadıkları için fakirlik vb. dünyevi şeylerle aşağılamaya çalışmışlardır.

Vakıf olmak cömert olmak demektir. Peygamberler de her bakımdan cömertliğin zirvesinde bulunan kişilerdir. Nitekim Hz. İbrahim’in (as) dünyevi cömertliği 40 asırdır insanlık hafızasında tazeliğini korumaktadır. Peygamberlerin cömertliği elbette ki sadece dünya malı ile sınırlı değildir. Peygamberler tebliğilerini yapmada, kendilerine bahşedilen her türlü nimeti kayıtsız şartsız insanlara sunmalarıyla cömertlik tahtının sahibidirler.   

Sözlükte  “Haber getiren, Allah’ın emirlerini bildiren” anlamlarına gelen Peygamber kelimesini Cürcânî “Allah’ın melek vasıtasıyla veya ilhâm etmek sûretiyle ya da sâlih rüya yoluyla ilâhî bilgileri aktardığı ve hükümlerini halka ulaştırması için görevlendirdiği kişi” şeklinde tanımlamaktadır.

Zannımca kelime ve mana olarak vakıf kurumu peygamber mesleklerinden birisidir. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’e göre peygamberler, gönderildiği insanların kendi içinden çıkan, onlara Allah'ın âyetlerine uymayı salık veren, kitabı ve hikmeti öğreten uyarıcı ve müjdeleyici kişilerdir. Ve içinden çıktıkları topluma tüm varlıklarını (ilimlerini, mallarını ve gerektiğinde canlarını) vakfederek insanlığa örnek olmuşlardır. 

            Allah-ü Teala (cc) Kur-an-ı Kerim’de insanlara kendi içlerinden peygamberler gönderdiğini bildirerek {Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idilerAl-i İmran 164] {"Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet sahibisin." Bakara 129] {O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içindeydiler.  Cuma 2] ve insanlardan peygambere -özellikle Hz. Muhammed’e (sav) itaat edip peşinden gitmeleri emretmiştir. [De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. De ki: "Allah'a ve Peygamber'e itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kafirleri sevmez. ” (Âl-i İmrân 31-32)}; [“Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de itaat etmez ve yüz çevirirse bilesin ki Biz seni onlara bekçi olarak göndermedik” Nisâ 80]

Peygamberler seçilmiş, üstün vasıflara sahip insanlar olmaların rağmen tek ve asli görevlerinin tebliğ olduğu, kimseyi zorla hidâyete erdiremeyeceği ayetle hatırlatılmıştır. ["Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin" de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir. Nur 54]

İslam dininde imanın şartlarından birisi de peygamberlere iman etmektir. Biz Müslümanlar, Hz.Adem (as) den Peygamber Efendimiz (sav) e kadar gelmiş, sayısını bilmediğimiz ama yüzbinlerle ifade edilen bütün peygamberlere iman ederiz. İslam inancında din tektir. Bütün peygamberler Allahın (cc) varlığı, birliğini temel alan tebliğlerini yapmışlar ve birbirlerini tasdik etmişlerdir.

Kur-an-ı Kerim’deki ayetlerden anlayabildiğimiz kadarıyla geçmiş ümmetlerin tamamı peygamberlerini yalanlamayı seçtiler. Peygamber Efendimiz (sav) risaletini tebliği etmeye başladığında Mekke’li müşrikler de aynı şeyi yaptılar. Peygamberimizi (sav)  yalanlamaya çalıştılar. Kahinlikle, şairlikle ve cinlerle uğraşmakla suçladılar. Hâlbuki kesin olarak hepsinin bildikleri bir gerçek vardı. Peygamberimiz (sav) yaşadığı toplumda diğer peygamberler gibi üstün, ahlaki erdemleriyle temayüz etmiş birisiydi.  Tıpkı diğer peygamberler gibi hayatının hiçbir döneminde asla yalan söylememiş, kimsenin güvenini boşa çıkarmamış, her halde masumları korumuştu. Mekke’de El-Emin sıfatıyla tanına bir kişiydi. Geçmiş ümmetler nefislerine ve şeytana uyarak peygamberlerini yalanladıkları gibi azgınlık ve taşkınlık yaptılar. Peygamberleriyle alay etmek için vaad edilen musibetlerin neden gelmediğini sordular. Taşkınlarının ve azgınlıklarının bedelini de helak edilerek bu dünya da ödediler. Ve ebediyen cehennemlik oldular.

Burada bir hususu kesin olarak belirtmemiz gerekir: Peygamberler, yaratılış olarak bizim gibi insani özelliklere sahip olsalar da İlahi vahyin muhatabı olarak asla sıradan değillerdi. Peygamberlik görevleri gereği ortak bazı özellikleri vardı. Peygamberlik özellikleri bakımında tüm peygamberler eşittir. Bu husus Bakara suresi 285. Ayetinde beyan edilmiştir [Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: "Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz."  Bakara 285] Bakara suresinin 253. ayetinde Yüce Rabbimiz (cc) peygamberler arasında derece farkları olduğunu bildirmektedir. [İşte peygamberler! Biz onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah'ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Bakara 253] 

İslam terminolojisinde peygamber kelimesinin karşılığı olarak benzer anlamda olan Nebi ve resul kelimeleri de kullanılır. Hadis-i şeriflerden öğrendiğimize göre nebi ve resul arasında görev olarak bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıkları şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Resul şeriat sahibidir; nebî kendinden önceki resülün şeriatı üzere gönderilendir.

b)Rasüle vahyedilmiş ve bunu tebliğ etmesi emredilmiş, nebîye ise vahyedildiği halde gelen vahyi tebliğ etmesi emredilmemiştir. Başka bir ifadeyle resüle tebliğle yükümlü olduğu bir şeriat verildiği halde, nebîye verilen şeriati tebliğ etme yükümlülüğü yoktur.

c) Resül’e kitap indirilmiştir, nebiye kitap gelmemiştir.

d)Resul’e melek (Cebrail)  açıkça gelmiş ve peygamber olduğunu bildirmiş, nebî ise ya rüyasında ya da bir resulün bildirmesiyle nebi olduğunu öğrenmiştir.

e) Resul mucize ile desteklenmiş ve kendisine önceki şeriatı nesheden bir kitap verilmiştir, nebi ise bu ayrıcalıklara sahip değildir.

f) Nebî sadece Allah hakkında bilgi verir, resul ise insanlığı ıslah ile de memurdur. Bu ve diğer dini konularda son sözü Rabbimiz (cc) söylemiştir: [Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. Al-i İmran 66]

 Bu kısa girişten sonra Peygamberlerin tebliğlerindeki ve peygamberi özelliklerinden bahsetmeye geçebiliriz.

 

Peygamberlerin Tebliğ Sürecinde Ortak Noktalar 

 

            Ahlaki özellikleriyle insanlığın zirvesinde olan peygamberler insanlık tarihi boyunca benzer sıkıntılarla karşılaştılar. Bu kuru bir iddia veya efsane değil bizzat Allah-ü Teâla’nın Kur-an-ı Kerim’de bizlere bildirdiği bir gerçektir. Kur’an-ı Kerim’deki kıssaları incelediğimizde en uygun ifade zannımca “ Tarih Tekerrür Etmez, insanlar aynı hataları yaparlar.” olacaktır.  

Kur’an’a göre peygamberler kendi kavimlerinden seçilmiş ve onların diliyle gönderilmiştir. Kuran kıssalarındaki “Kardeşleri Hûd, kardeşleri Sâlih” ifadeleri müfessirlerce kan bağı bağlamında yorumlanmıştır. 

Peygamberlerin tebliğ sürecinde Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde en çok durulan bir diğer husus tevhid inancının peygamberlerin ilk mesajının içeriğini oluşturmasıdır. Bu ilke peygamber kıssalarına yer veren sûrelerde “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur” şeklinde çok defa tekrarlanmış bulunmaktadır. Peygamberler tevhid inancını tebliğ ettikten hemen sonra kendi kavimlerinde en çok görülen olumsuz davranış üzerinde yoğunlaşmışlar ve bununla mücadele etmişlerdir.

İnsanlık tarihi boyunca dünyevi iktidar sahiplerinin dini bir ekonomik sömürü aracı olarak kullandığını biliyoruz. Peygamberler bu sebepten dolayı kavimlerine hitap ederken onlardan herhangi bir ücret istemediklerini özellikle vurgulamışlardır. Kur’an ayetlerinde bu husus özellikle belirtilir.(“ Hâlbuk sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” Yusuf 104) (ayrıca Furkan 57, Şura 23, Sebe 47)

(”Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Al-i İmran 19)  âyeti, ilk peygamber Hz. Âdem’den (as) son peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar ulûhiyet akidesinin ana ekseninde bir değişme olmadığını ve bütün ilahi dinlerin İslâm’la aynı öze sahip olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah’ın takdiri ile bu dinî hükümler kıyamete kadar bütün insanlara hitap eden evrensel ilkeleriyle İslâmiyet’te en mükemmel şekline ulaşmış bulunmaktadır. 

Kur’ân-ı Kerîm’e göre Yüce Allah insanları ve cinleri Allah’a kulluk etmeleri gayesiyle yaratmıştır. (“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat 56) 

Nitekim Yüce Allah’ın peygamber gönderilmeyen bir kavme azap etmeyeceğini bildirmesi (“ Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici değiliz. İsra 15) bu hakikatin işareti olarak yorumlanmıştır. Allah-ü Teala (cc) peygamberler vasıtasıyla kullarıyla iletişim kurmuştur. Kur’an da vahiy olarak nitelendirilen bu iletişim bizzat Yüce Rabbimiz trarafından bildirilmektedir. Peygamberler farklı şekillerde aldıkları vahyi tereddütsüz ümmetlerine tebliği etmişler, tebliğ sırasında karşılaştıkları zorluklar bizzat Kur’an kıssalarında bizlere anlatılmıştır.

Hadis-i şeriflerde sayısı binlerle ifade edilen peygamberlere bazılarına ait kıssalar, ibret olması ve ders alınması açısından bizlere nakledilmektedir. 

Yukarıda belirttiğimiz üzere tebliğileri sırasında peygamberlerin karşılaştıkları zorluklar ve kafir toplumların tebliğe verdikleri karşılıklar ardından üstlerine gelen azab birbirine benzemektedir. Kur;’an kıssalarına göre peygamberlerin tebliğlerindeki benzerlikleri sırasıyla ifade etmek maddeler halinde şu şekilde ifade etmeden önce şu hususu belirtmek gerekir: 

Kur’an kıssalarının verdiği mesajlar dikkatle okunduğunda tüm peygamberlerin görevlerini yerine getirirken yaşadıkları ortak süreçlere ulaşmak mümkündür. Peygamberlerin tebliğlerinde çoğu defa “ben dili”ni kullanmaları, Allah’ın yardımının bazen son ana kadar gecikmesi/geciktirilmesi, hemen bütün peygamberlerin bir aileye sahip olması, peygamberlerin aile bireyleriyle imtihanı, peygamberlerin duası ve istiğfarı, peygamberlerin karakterinin Kur’an tarafından övülmesi gibi konularda benzerlikler mevcuttur. 

1. Peygamberlerin Kendi Kavminden Seçilmesi ve Onların Diliyle Konuşması

            Kur'an’a göre peygamberler kendi kavimlerinden seçilmiştir. (“Andolsun, senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik.” Rum 47) Peygamberler Allah’ın emir ve nehiylerini açıkça anlatmaları için onlara kendi dilleriyle hitap etmiştir. Alemlere rahmet olan Peygamber Efendimizin (sav) risaleti ve vasıfları eski kitaplarda Yahudi’lere bildirilmişti. (“Şüphesiz bu (Kur'an'ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı. İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir? Şuara 196-197)  

Hatta İsrail oğullarının Peygamberimizi kendi evlatları gibi tanıdıkları Bakara suresinde bildirilmektedir. (“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.” Bakara146) Hz. Ömer’in bu konuyu Abdullah b. Selam’a sorduğu, onun da Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğine, oğlunun kendi nesebinden olduğuna inandığından daha fazla emin olduğu şeklinde bir cevap verdiği nakledilmektedir.  

2. Nebevî Tebliğin İlk Adımı Tevhide Çağrı

Bütün peygamberler tebliğlerini ilk döneminde ümmetlerini öncelikle Tevhid inancına (Allah-ü Teala’nın varlığı ve birliğine inanmaya- Tevhid literatür de “şirk” in karşılığıdır ve birbirlerinden kalın bir çizgiyle ayrılmıştır.) çağırdılar. İlerleyen zaman içerisinde emir ve yasaklar tebliğ edildi. Mekkî sûrelerde daha çok Allah’a, ahiret gününe, peygamberlere ve meleklere iman konuları ve temel ahlaki kurallar ilkesel prensipler halinde zikredilirken Medenî sûrelerde fert, aile ve toplumu ilgilendiren konular öne çıkmıştır.

Kur’an kıssalarında tevhid mücadelesi özellikle zikredilen peygamberler arasında Nuh  (as) ve İbrahim (as) örnek gösterilebilir.

Tevhid inancı bütün kavimlere aynı şekilde bildirilmiş olup bu husus Al-i İmran suresinde şöyle ifade edilmektedir. (“De ki: "Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edinmesin." Al-i İmran 64) 

3. Müjdeleme ve Uyarma Arasında Dengeli Bir Yol İzlenmesi

Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlere atfedilen sıfatların başında “beşîr” (güzel haberler veren müjdeci) ve “nezîr” (korku bulunan haberleri getiren) gelmektedir. Bu sıfatlar çerçevesinde düşünüldüğünde Peygamberlerin görevi, Allah’ın emirlerine muhalif davranıp ona isyan edenleri Allah’ın cezalandırmasıyla uyarmak, Allah’a iman edip ona itaat edenlere verilecek ödülleri müjdelemektir.(“ Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik. A’raf 96)

4. Yaygınlık Kazanan Kötü Davranışlarla Mücadeleye Öncelik Verilmesi

Allah-ü Teala’nın (cc) dininin tek olduğuna ilk insandan bu güne inanıyoruz. Bu bağlamda kabul etmemiz gereken tek gerçek bütün Peygamberlerin yaşadıkları toplumlardaki ahlaki bozulmayla mücadele ettikleri olacaktır.  Kur’ân-ı Kerîm’de kesin bir iman ve amel ayırımına rastlamak mümkün değildir. Aksine ibadetler, salih ameller ve terk edilmesi gereken hasletler çoğu kere imandan sonra veya imanla birlikte zikredilir.  

5. Maddi Bir Beklenti İçinde Olmadıklarının Israrla Belirtilmesi

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (as) den itibaren tüm peygamberlerin, yaptıkları tebliğ karşılığında insanlardan maddi hiçbir beklentileri olmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb ümmetlerinden hiçbir ücret istemedikleri özellikle belirtilmiştir. Bu husus Kuranda pek çok ayette bildirilirken Allah-ü Teala (cc) Hz. Muhammed’in de (sav) aynı ifadeyi kullanmasını emretmiştir. (“Hâlbuk sen buna karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” Yusuf 104) ve (“De ki: "Ben buna karşılık sizden dileyen kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum."Furkan 57)   

6. Çeşitli Gerekçelerle Peygamberlerin Davetine Direnç Gösterilmesi

a. Ataların İnancına Bağlılıkların Dile Getirilmesi

İnsanlık tarihi boyunca yaşadıkları toplumun kültürel kodlarıyla yetişen insanlar peygamberlere kültürel kodları sebebiyle de karşı çıkmışlardır. Bunların en önemlisi hiç şüphesiz ki Atalar Dini kültüdür.

Müşriklerin peygamberleri inkarlarındaki en büyük söylemleri “ atalarından intikal eden din” olduğunu Yüce Rabbimiz (cc) Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirmektedir. (“Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)? Bakara 170) ve (“Onlara, "Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygamber'e gelin" denildiğinde onlar, "Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. Peki ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı? Maide 104)

Atalar dini kültü Kur’an-ı Kerim’de pek çok kez zikredilir. (En'am 91 ve 148, Araf  28 ve 70, 95, 173, Yunus 78, Hud 62, 87, 109, Yusuf 40, Nahl 35, Kehf 5, Enbiya 53, 54, Mü'minun 24, 68. 83, Şuara 74, 76. Neml 67, 68, Kasas 36, Lokman 21, Saffat 17, 69, Zuhruf 22, 23, 24, Casiye Suresi 25,Necm 23)

Allah-ü Teala (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de bu tavrın bir defa yaşanan bir husus olmadığını birçok toplumda görüldüğünü açıkça ifade etmektedir. (“İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik ki, oranın şımarık zenginleri, "Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz" demiş olmasınlar. (Gönderilen uyarıcı,) "Ben size, babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar, "Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler. Zuhruf 23-24)

b. Peygamberlerin Meleklerden Seçilmesi veya Onlara Bir Meleğin Eşlik Etmesi Gerektiğinin İleri Sürülmesi

İmanın şartlarından birisi de Meleklere iman etmektir. İnancımıza göre melekler nefis sahibi olmayan ve cinsiyetsiz canlılardır. Allah-ü Teala (cc) peygamberleriyle melekler vasıtasıyla iletişim kurmuştur. Kur’an kıssalarına göre meleklerin varlığı tüm insanların kabul ettiği bir nass dır. 

Kafirler topluluğu, önce peygamberlerin “beşer” olmalarını dillerine dolarken, ardından ancak bir meleğin peygamber olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Mesela Firavun, Hz. Mûsâ’nın (as) nübüvvetini reddederken şöyle demişti: ("Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?" Zuhruf 53) Aynı anlamsız talepler Hz. Muhammed’in (sav) tebliğ sürecinde de devam etmiştir.

c. Peygamberlerin ve Müminlerin Sosyo-Ekonomik Durumlarını Dillerine Dolamaları

İnsanların değerlendirme ölçütleri her zaman objektif değildir. Ama toplum üzerinde büyük etkisinin olduğu yadsınamaz. Hz. Nûh’un (as) kavminin inanmama gerekçelerinden birisi de Hz. Nûh’a (as) inananların düşük gelirli fakir kimselerden olmasıydı. (“Dediler ki: "Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız." Şuara 111)Asr-ı saadette de Araplar, Kur’an’ın bir yetim olarak büyüyen Hz. Muhammed’e (sav) nâzil olmasını akıllarına sığdıramayıp Mekke veya Taif’in ileri gelenlerinden birisine inmesi gerektiğini iddia etmişlerdir.

7. Peygamberlerden Mucize İstenmesi

Kur-an-ı Kerim de mucize (aciz bırakan kelimesinin isim şekli) karşılığı olarak ayet kelimesi geçmektedir. Hz. Sâlih’in dişi devesi (A‘râf 73), Hz. Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli (A‘râf 106-108; Hûd 96; Kasas 31-32, 35), Hz. Îsâ’nın gösterdiği olağan üstü hadiseler (Âl-i İmrân 49-50) ve inkârcıların peygamberlerden mûcize talepleri genellikle bu kelime ile anlatılmıştır.

Mucize kelimesini dolaylı olarak ilk kullananlar İmam Eş‘arî ve İmam ile Mâtürîdî’dir.  İmam Mâtürîdî mûcizeyi “peygamberin elinde ortaya çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meydana getirilemeyen olay” diye tanımlarken Kādî Abdülcebbâr’a göre ise Allah tarafından yaratılan, nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu göstermeyi amaçlayan ve nitelikleri bakımından insanları benzerini getirmekten âciz bırakan olağan üstü hadisedir.

Mûcizenin özellikleri arasında iki temel husus öne çıkar. Birincisi ilâhî fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla herhangi bir kimsenin gösterdiği hârikulâde olaya mûcize denmez. İkincisi de mûcizenin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur etmesidir. Kelâm âlimleri mucizeleri üç grup altında toplar. a) Hissî Mûcizeler. İnsanların duyularına hitap eden hârikulâde olaylardır. b) Haberî Mûcizeler. Peygamberlerin Allah’tan gelen vahye dayanarak verdikleri gayb haberleridir. c) Aklî Mûcizeler. “Mânevî mûcize” veya “bilgi mûcizesi” diye de anılan bu grup, insanların akıl yürütme gücüne hitap eden ve onları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur.

Alimler mûcizeleri amaçları bakımından da üçe ayırmaktadır: a) Hidayet Mûcizeleri. Tehaddî şartı çerçevesinde inkârcıların gözü önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden mûcizelerdir. b) Yardım Mûcizeleri. İnananların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak zuhur eden ilâhî yardımlardır. c) Helâk Mûcizeleri. İnkârda ısrar eden kavimlerin cezalandırılmasına yönelik mûcizelerdir.

Ehl-i sünnet âlimlerine göre sağduyulu kimseler gerçek peygamberi söz, fiil ve güzel hasletlerinden tanıyabilirlerse de peygamberlere karşı inat eden ve kibir gösteren inkârcılar için mûcizeden başka çare yoktur, zira onlar ancak bu sayede sorumlu olabilir. Peygamberlik iddia eden kimsenin doğruluğunun bilinmesinde hidayet mûcizeleri asıl, diğer delil ve alâmetler ise destekleyici unsurlardır.

Mucize taleplerinin tamamının samimiyete dayanmadığını gösteren delillerden birisi de Hz. İsâ’nın (as) mucizeleridir. O, evlerde ne yiyip tükettiklerini onlara haber vermekten tutun döneminde ilerleyen tıp ilmine rağmen bir türlü şifası bulunmayan hastalıkları iyileştirmeye hatta ölüleri dirilmeye varıncaya kadar birçok mucize göstermesine rağmen imanında samimi olanların sayısı iki elin parmaklarını geçememiştir.

8. Peygamber ve Müminlerin Eziyetlere Maruz Bırakılmaları ve Hicrete Zorlanmaları

Peygamberlerin tebliği karşısında kafir toplumların ilk tepkileri itibarsızlaştırmak ve yok saymak olmuş, ardından yıldırma, tehdit, baskı, eziyet ve tecrit etmek olmuştur. 

Bütün peygamber ve ümmetler kavimlerinin sözlü eziyetlerine maruz kalmakla kurtulmayıp fiziksel olarak da çok eziyet görmüşlerdir. (“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü'minler, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı.” Bakara 214)

Zulüm aşırı boyutlara ulaşınca Allah’ın izin vermesiyle peygamberler hicret etmişlerdir. O halde hicret bir kaçış değil bir nebevî duruştur, denilebilir.  Nitekim hicretten kısa süre sonra İslam dini Arabistan coğrafyasına hakim olmuştur. 

9. Peygamberleri İnkârın Azapla Neticelenmesi

Kur’an’ın bildirdiğine göre birçok âsi kavim helak olmuştur. Cezalandırılan kavimlerin bir kısmının kalıntıları ibrete vesile olacak şekilde Kur’ân-ı Kerîm’de görülmeye değer şeyler olarak takdim edilirken bazıları uzun süre kendisinden söz edilmeyecek şekilde tamamen yok olmuşlardır. Son zamanlarda yapılan arkeolojik çalışmalar araştırmacılara Kur’an’ın geçmiş milletler hakkındaki açıklamalarını doğrulamaktadır. Ad, Semud, Lut kavimleri Firavun ve ordusu vb.

 HALİL İBRAHİM BULUT DİA Mucize md.

Harran İlahiyat Dergisi Harran İlahiyat Journal Sayı: 46, Aralık 2021Peygamberlerin Tebliğ Sürecinde Bazı Ortak Noktalar 

Mahmut ÖZTÜRK Doç. Dr., Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Şanlı Urfa

 

( Vakıf İnsanlar Filantropizm Peygamberler başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 21.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu