VAKIF
İNSANLAR (FİLANTROPİ-FİLANTROPİST-FİLANTROPİZM)
Çalışmamızı hazırlarken vakıf kavramına geniş bir perspektiften
bakmaya çalıştık. Filantropi kavramı tam olarak düşüncemizi
teyit ediyor. Filantropizm veya insanseverlik, başkalarının
tıbbî, ekonomik ve sosyal standartlarını yükseltmek ve mutluluklarını artırmak
için organize faaliyetler düzenlemek. Daha kapsamlı olan hayırseverlik kavramının bir alt kategorisidir ve İslamî
vakıflar, kilise yardım grupları, Antik Yunanistan'daki Platon Akademisi gibi oluşumlar filantropik faaliyetlere örnek
olarak gösterilebilir. Filantropi kelimesinin modarn anlamı ise ''Birinin, zamanını, uzmanlığını veya
varlıklarını sosyal fayda yaratmak için gönüllü olarak vermesidir.''
şeklinde ifade edilmektedir.
Tüsev yayınları temel olarak vakıf konusunu işler. Anlatmak istediğim
Filantropi (Türkçe karşılığı olmadığı için hayırseverlik deniliyor.) nin
kültürümüzdeki karşılığı Vakıf’tır.
Yaptığım kısa bir
araştırmaya göre güncel çalışmalarda genel olarak hayırseverlik hareketi olarak
ta isimlendirebileceğimiz vakıflar için filantropi terimi dilimizde tam
karşılığı olmadığı için Hayırseverlik olarak tanımlanıyor. Filantropi ile
ilgili çalışmalarda vakıf esaslı bilgiler bulunmakta. Kanaatimce, tanımlanan
anlamıyla İslami Vakıf İnsan tanımıyla birebir örtüşüyor.
Tanımına baktığımızda filantropunun her yönüyle cömert insanları yani vakıf kişileri tarif ettiğini görürüz. Vakıf kişiler yani hayatlarını insanların huzur ve mutluluğuna adayan insanlar. 1400 yıllık İslam medeniyetinde bu tanıma uyan sayısız ve dünyamızda insanlık tarihinin başından bu güne kadar tanıma uyan milyarlarca insan yaşadı. Bu insanların en başında ise yaratılış olarak mükemmel olan peygamberler bulunuyor. Filantropi terimiyle ilgili bilgiler TÜSEV ve ve Wikipedia sayfalarından alınmıştır.
PEYGAMBERLER
Kesinlikle iddia edebiliriz ki peygamberler insanlık tarihinin
zirvesinde yer alan mükemmel insanlardır. Mükemmellikten kasıt elbette ki
bedeni değil ahlaki mükemmelliktir. Bedeni mükemmellik görece bir kavram olarak
zaman içinde bedenin deforme olmasıyla geçerliliğini yitirir. Peygamberlere
lütfedilen ahlaki ve kul mükemmeliyeti hiçbir şekilde geçerliliğini yitirmez.
Peygamberler yaşadıkların toplumlarda ahlaki erdemlerini herkesin kabul ettiği
şahsiyetlerdir.
İlahi tebliği inkar eden kafirlerin hiç birisi
peygamberleri ahlak dışı bir eylem ile suçlayamadıkları için fakirlik vb.
dünyevi şeylerle aşağılamaya çalışmışlardır.
Vakıf olmak cömert olmak demektir. Peygamberler de her bakımdan
cömertliğin zirvesinde bulunan kişilerdir. Nitekim Hz. İbrahim’in (as) dünyevi
cömertliği 40 asırdır insanlık hafızasında tazeliğini korumaktadır.
Peygamberlerin cömertliği elbette ki sadece dünya malı ile sınırlı değildir.
Peygamberler tebliğilerini yapmada, kendilerine bahşedilen her türlü nimeti
kayıtsız şartsız insanlara sunmalarıyla cömertlik tahtının sahibidirler.
Sözlükte “Haber getiren, Allah’ın emirlerini bildiren” anlamlarına gelen Peygamber kelimesini Cürcânî “Allah’ın melek vasıtasıyla veya ilhâm etmek
sûretiyle ya da sâlih rüya yoluyla ilâhî bilgileri aktardığı ve hükümlerini
halka ulaştırması için görevlendirdiği kişi” şeklinde tanımlamaktadır.
Zannımca kelime ve mana olarak vakıf kurumu peygamber mesleklerinden
birisidir. Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’e göre peygamberler, gönderildiği
insanların kendi içinden çıkan, onlara Allah'ın âyetlerine uymayı salık veren,
kitabı ve hikmeti öğreten uyarıcı ve müjdeleyici kişilerdir. Ve içinden
çıktıkları topluma tüm varlıklarını (ilimlerini, mallarını ve gerektiğinde
canlarını) vakfederek insanlığa örnek olmuşlardır.
Allah-ü Teala (cc) Kur-an-ı Kerim’de insanlara kendi içlerinden
peygamberler gönderdiğini bildirerek {Andolsun, Allah, mü'minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan,
onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber
göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir
sapıklık içinde idiler. Al-i İmran 164] {"Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara
âyetlerini okusun, kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları her kötülükten
arındırsın. Şüphesiz, sen mutlak güç sahibisin, hüküm ve hikmet
sahibisin." Bakara 129]
{O, ümmîlere,
içlerinden, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve
hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık
bir sapıklık içindeydiler. Cuma 2] ve
insanlardan peygambere -özellikle Hz. Muhammed’e (sav) itaat edip peşinden
gitmeleri emretmiştir. [De ki: "Eğer Allah'ı
seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. De ki: "Allah'a ve
Peygamber'e itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah
kafirleri sevmez. ” (Âl-i İmrân 31-32)}; [“Kim Peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de itaat
etmez ve yüz çevirirse bilesin ki Biz seni onlara bekçi olarak göndermedik” Nisâ 80]
Peygamberler seçilmiş, üstün vasıflara sahip insanlar olmaların rağmen
tek ve asli görevlerinin tebliğ olduğu, kimseyi zorla hidâyete erdiremeyeceği
ayetle hatırlatılmıştır. ["Allah'a itaat edin, peygambere itaat
edin" de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak
ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona
itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir
tebliğdir. Nur 54]
İslam dininde imanın şartlarından birisi de peygamberlere iman etmektir.
Biz Müslümanlar, Hz.Adem (as) den Peygamber Efendimiz (sav) e kadar gelmiş,
sayısını bilmediğimiz ama yüzbinlerle ifade edilen bütün peygamberlere iman
ederiz. İslam inancında din tektir. Bütün peygamberler Allahın (cc) varlığı,
birliğini temel alan tebliğlerini yapmışlar ve birbirlerini tasdik etmişlerdir.
Kur-an-ı Kerim’deki ayetlerden anlayabildiğimiz kadarıyla geçmiş
ümmetlerin tamamı peygamberlerini yalanlamayı seçtiler. Peygamber Efendimiz
(sav) risaletini tebliği etmeye başladığında Mekke’li müşrikler de aynı şeyi
yaptılar. Peygamberimizi (sav) yalanlamaya
çalıştılar. Kahinlikle, şairlikle ve cinlerle uğraşmakla suçladılar. Hâlbuki
kesin olarak hepsinin bildikleri bir gerçek vardı. Peygamberimiz (sav) yaşadığı
toplumda diğer peygamberler gibi üstün, ahlaki erdemleriyle temayüz etmiş
birisiydi. Tıpkı diğer peygamberler gibi
hayatının hiçbir döneminde asla yalan söylememiş, kimsenin güvenini boşa
çıkarmamış, her halde masumları korumuştu. Mekke’de El-Emin sıfatıyla tanına
bir kişiydi. Geçmiş ümmetler nefislerine ve şeytana uyarak peygamberlerini
yalanladıkları gibi azgınlık ve taşkınlık yaptılar. Peygamberleriyle alay etmek
için vaad edilen musibetlerin neden gelmediğini sordular. Taşkınlarının ve
azgınlıklarının bedelini de helak edilerek bu dünya da ödediler. Ve ebediyen
cehennemlik oldular.
Burada bir hususu kesin olarak belirtmemiz gerekir: Peygamberler,
yaratılış olarak bizim gibi insani özelliklere sahip olsalar da İlahi vahyin
muhatabı olarak asla sıradan değillerdi. Peygamberlik görevleri gereği ortak
bazı özellikleri vardı. Peygamberlik özellikleri bakımında tüm peygamberler
eşittir. Bu husus Bakara suresi 285. Ayetinde beyan edilmiştir [Peygamber,
Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her
biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve
şöyle dediler: "Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt
etmeyiz." Bakara 285] Bakara suresinin 253. ayetinde Yüce
Rabbimiz (cc) peygamberler arasında derece farkları olduğunu bildirmektedir. [İşte
peygamberler! Biz onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden,
Allah'ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Bakara 253]
İslam terminolojisinde peygamber kelimesinin karşılığı olarak benzer
anlamda olan Nebi ve resul kelimeleri de kullanılır. Hadis-i şeriflerden
öğrendiğimize göre nebi ve resul arasında görev olarak bazı farklılıklar
bulunmaktadır. Bu farklılıkları şu şekilde sıralayabiliriz:
a) Resul şeriat
sahibidir; nebî kendinden önceki resülün şeriatı üzere gönderilendir.
b)Rasüle vahyedilmiş ve
bunu tebliğ etmesi emredilmiş, nebîye ise vahyedildiği halde gelen vahyi tebliğ
etmesi emredilmemiştir. Başka bir ifadeyle resüle tebliğle yükümlü olduğu bir
şeriat verildiği halde, nebîye verilen şeriati tebliğ etme yükümlülüğü yoktur.
c) Resül’e kitap
indirilmiştir, nebiye kitap gelmemiştir.
d)Resul’e melek
(Cebrail) açıkça gelmiş ve peygamber
olduğunu bildirmiş, nebî ise ya rüyasında ya da bir resulün bildirmesiyle nebi
olduğunu öğrenmiştir.
e) Resul mucize ile
desteklenmiş ve kendisine önceki şeriatı nesheden bir kitap verilmiştir, nebi
ise bu ayrıcalıklara sahip değildir.
f) Nebî sadece Allah
hakkında bilgi verir, resul ise insanlığı ıslah ile de memurdur. Bu ve diğer
dini konularda son sözü Rabbimiz (cc) söylemiştir: [Ya hiç
bilginiz olmayan şey hakkında niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz
bilmezsiniz. Al-i İmran 66]
Bu kısa girişten sonra
Peygamberlerin tebliğlerindeki ve peygamberi özelliklerinden bahsetmeye
geçebiliriz.
Peygamberlerin Tebliğ
Sürecinde Ortak Noktalar
Ahlaki özellikleriyle insanlığın zirvesinde olan
peygamberler insanlık tarihi boyunca benzer sıkıntılarla karşılaştılar. Bu kuru
bir iddia veya efsane değil bizzat Allah-ü Teâla’nın Kur-an-ı Kerim’de bizlere
bildirdiği bir gerçektir. Kur’an-ı Kerim’deki kıssaları incelediğimizde en
uygun ifade zannımca “ Tarih Tekerrür Etmez, insanlar aynı
hataları yaparlar.” olacaktır.
Kur’an’a göre peygamberler kendi kavimlerinden seçilmiş ve onların
diliyle gönderilmiştir. Kuran kıssalarındaki “Kardeşleri Hûd, kardeşleri Sâlih”
ifadeleri müfessirlerce kan bağı bağlamında yorumlanmıştır.
Peygamberlerin tebliğ sürecinde Kur’ân-ı Kerîm’de üzerinde en çok
durulan bir diğer husus tevhid inancının peygamberlerin ilk mesajının içeriğini
oluşturmasıdır. Bu ilke peygamber kıssalarına yer veren sûrelerde “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O'ndan
başka tanrınız yoktur” şeklinde çok defa tekrarlanmış bulunmaktadır.
Peygamberler tevhid inancını tebliğ ettikten hemen sonra kendi kavimlerinde en
çok görülen olumsuz davranış üzerinde yoğunlaşmışlar ve bununla mücadele
etmişlerdir.
İnsanlık tarihi boyunca dünyevi iktidar sahiplerinin dini bir ekonomik
sömürü aracı olarak kullandığını biliyoruz. Peygamberler bu sebepten dolayı
kavimlerine hitap ederken onlardan herhangi bir ücret istemediklerini özellikle
vurgulamışlardır. Kur’an ayetlerinde bu husus özellikle belirtilir.(“ Hâlbuk sen buna
karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” Yusuf 104) (ayrıca Furkan 57, Şura 23, Sebe 47)
(”Şüphesiz Allah
katında din İslam'dır. Al-i İmran 19)
âyeti, ilk peygamber Hz. Âdem’den (as) son peygamber Hz. Muhammed’e
(sav) kadar ulûhiyet akidesinin ana ekseninde bir değişme olmadığını ve bütün
ilahi dinlerin İslâm’la aynı öze sahip olduğunu bildirmektedir. Yüce Allah’ın
takdiri ile bu dinî hükümler kıyamete kadar bütün insanlara hitap eden evrensel
ilkeleriyle İslâmiyet’te en mükemmel şekline ulaşmış bulunmaktadır.
Kur’ân-ı Kerîm’e göre Yüce Allah insanları ve cinleri Allah’a kulluk
etmeleri gayesiyle yaratmıştır. (“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk
etsinler diye yarattım.” Zariyat 56)
Nitekim Yüce Allah’ın peygamber gönderilmeyen bir kavme azap
etmeyeceğini bildirmesi (“ Biz, bir peygamber göndermedikçe azap edici
değiliz. İsra 15) bu hakikatin işareti olarak
yorumlanmıştır. Allah-ü Teala (cc) peygamberler vasıtasıyla kullarıyla iletişim
kurmuştur. Kur’an da vahiy olarak nitelendirilen bu iletişim bizzat Yüce
Rabbimiz trarafından bildirilmektedir. Peygamberler farklı şekillerde aldıkları
vahyi tereddütsüz ümmetlerine tebliği etmişler, tebliğ sırasında
karşılaştıkları zorluklar bizzat Kur’an kıssalarında bizlere anlatılmıştır.
Hadis-i şeriflerde sayısı binlerle ifade edilen peygamberlere bazılarına
ait kıssalar, ibret olması ve ders alınması açısından bizlere
nakledilmektedir.
Yukarıda belirttiğimiz üzere tebliğileri sırasında peygamberlerin
karşılaştıkları zorluklar ve kafir toplumların tebliğe verdikleri karşılıklar
ardından üstlerine gelen azab birbirine benzemektedir. Kur;’an kıssalarına göre
peygamberlerin tebliğlerindeki benzerlikleri sırasıyla ifade etmek maddeler
halinde şu şekilde ifade etmeden önce şu hususu belirtmek gerekir:
Kur’an kıssalarının verdiği mesajlar dikkatle okunduğunda tüm
peygamberlerin görevlerini yerine getirirken yaşadıkları ortak süreçlere
ulaşmak mümkündür. Peygamberlerin tebliğlerinde çoğu defa “ben dili”ni
kullanmaları, Allah’ın yardımının bazen son ana kadar gecikmesi/geciktirilmesi,
hemen bütün peygamberlerin bir aileye sahip olması, peygamberlerin aile
bireyleriyle imtihanı, peygamberlerin duası ve istiğfarı, peygamberlerin
karakterinin Kur’an tarafından övülmesi gibi konularda benzerlikler
mevcuttur.
1. Peygamberlerin Kendi Kavminden Seçilmesi ve Onların Diliyle Konuşması
Kur'an’a göre peygamberler kendi
kavimlerinden seçilmiştir. (“Andolsun, senden önce biz nice peygamberleri
kendi kavimlerine gönderdik.” Rum 47) Peygamberler
Allah’ın emir ve nehiylerini açıkça anlatmaları için onlara kendi dilleriyle
hitap etmiştir. Alemlere rahmet olan Peygamber Efendimizin (sav) risaleti ve
vasıfları eski kitaplarda Yahudi’lere bildirilmişti. (“Şüphesiz bu (Kur'an'ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da
vardı. İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri)
için bir delil değil midir? Şuara 196-197)
Hatta İsrail oğullarının Peygamberimizi kendi
evlatları gibi tanıdıkları Bakara suresinde bildirilmektedir. (“Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Peygamberi) oğullarını tanıdıkları
gibi tanırlar.” Bakara146) Hz. Ömer’in bu konuyu
Abdullah b. Selam’a sorduğu, onun da Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğine,
oğlunun kendi nesebinden olduğuna inandığından daha fazla emin olduğu şeklinde
bir cevap verdiği nakledilmektedir.
2. Nebevî Tebliğin İlk Adımı Tevhide Çağrı
Bütün peygamberler tebliğlerini ilk döneminde ümmetlerini öncelikle
Tevhid inancına (Allah-ü Teala’nın varlığı ve birliğine inanmaya- Tevhid
literatür de “şirk” in karşılığıdır ve birbirlerinden kalın bir çizgiyle
ayrılmıştır.) çağırdılar. İlerleyen zaman içerisinde emir ve yasaklar tebliğ
edildi. Mekkî sûrelerde daha çok Allah’a, ahiret gününe, peygamberlere ve
meleklere iman konuları ve temel ahlaki kurallar ilkesel prensipler halinde
zikredilirken Medenî sûrelerde fert, aile ve toplumu ilgilendiren konular öne
çıkmıştır.
Kur’an kıssalarında tevhid mücadelesi özellikle zikredilen peygamberler
arasında Nuh (as) ve İbrahim (as) örnek
gösterilebilir.
Tevhid inancı bütün kavimlere aynı şekilde bildirilmiş olup bu husus
Al-i İmran suresinde şöyle ifade edilmektedir. (“De ki: "Ey kitap
ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah'a ibadet
edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi
ilah edinmesin." Al-i İmran 64)
3. Müjdeleme ve Uyarma Arasında Dengeli Bir Yol İzlenmesi
Kur’ân-ı Kerîm’de peygamberlere atfedilen sıfatların başında “beşîr”
(güzel haberler veren müjdeci) ve “nezîr” (korku bulunan haberleri getiren)
gelmektedir. Bu sıfatlar çerçevesinde düşünüldüğünde Peygamberlerin görevi,
Allah’ın emirlerine muhalif davranıp ona isyan edenleri Allah’ın
cezalandırmasıyla uyarmak, Allah’a iman edip ona itaat edenlere verilecek
ödülleri müjdelemektir.(“ Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah'a karşı
gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler
(in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini
işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik. A’raf 96)
4. Yaygınlık Kazanan Kötü Davranışlarla Mücadeleye Öncelik Verilmesi
Allah-ü Teala’nın (cc) dininin tek olduğuna ilk insandan bu güne
inanıyoruz. Bu bağlamda kabul etmemiz gereken tek gerçek bütün Peygamberlerin
yaşadıkları toplumlardaki ahlaki bozulmayla mücadele ettikleri olacaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de kesin bir iman ve amel
ayırımına rastlamak mümkün değildir. Aksine ibadetler, salih ameller ve terk
edilmesi gereken hasletler çoğu kere imandan sonra veya imanla birlikte
zikredilir.
5. Maddi Bir Beklenti İçinde Olmadıklarının Israrla Belirtilmesi
İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (as) den itibaren tüm peygamberlerin,
yaptıkları tebliğ karşılığında insanlardan maddi hiçbir beklentileri
olmamıştır. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Nûh, Hz. Hûd, Hz. Sâlih, Hz. Lût ve Hz. Şuayb
ümmetlerinden hiçbir ücret istemedikleri özellikle belirtilmiştir. Bu husus
Kuranda pek çok ayette bildirilirken Allah-ü Teala (cc) Hz. Muhammed’in de
(sav) aynı ifadeyi kullanmasını emretmiştir. (“Hâlbuk sen buna
karşılık onlardan bir ücret de istemiyorsun.” Yusuf 104) ve (“De ki: "Ben buna karşılık sizden dileyen
kimsenin, Rabbine giden yolu tutmasından başka herhangi bir ücret istemiyorum."Furkan 57)
6. Çeşitli Gerekçelerle Peygamberlerin Davetine Direnç Gösterilmesi
a. Ataların İnancına Bağlılıkların Dile Getirilmesi
İnsanlık tarihi boyunca yaşadıkları toplumun kültürel kodlarıyla yetişen
insanlar peygamberlere kültürel kodları sebebiyle de karşı çıkmışlardır.
Bunların en önemlisi hiç şüphesiz ki Atalar Dini kültüdür.
Müşriklerin peygamberleri inkarlarındaki en
büyük söylemleri “ atalarından intikal eden din” olduğunu Yüce Rabbimiz (cc)
Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirmektedir. (“Onlara,
"Allah'ın indirdiğine uyun!" denildiğinde, "Hayır, biz,
atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!" derler. Peki ama, ataları
bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna
uyacaklar)? Bakara 170) ve (“Onlara, "Allah'ın
indirdiğine (Kur'an'a) ve Peygamber'e gelin" denildiğinde onlar,
"Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din bize yeter" derler. Peki ya
babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı? Maide 104)
Atalar dini kültü Kur’an-ı Kerim’de pek çok kez zikredilir. (En'am 91 ve
148, Araf 28 ve 70, 95, 173, Yunus
78, Hud 62, 87, 109, Yusuf 40, Nahl 35, Kehf 5, Enbiya 53, 54, Mü'minun
24, 68. 83, Şuara 74, 76. Neml 67, 68, Kasas 36, Lokman 21, Saffat 17, 69,
Zuhruf 22, 23, 24, Casiye Suresi 25,Necm 23)
Allah-ü Teala (cc) Kur’ân-ı Kerîm’de bu tavrın bir defa yaşanan bir
husus olmadığını birçok toplumda görüldüğünü açıkça ifade etmektedir. (“İşte böyle, biz senden önce hiçbir memlekete bir uyarıcı göndermedik
ki, oranın şımarık zenginleri, "Şüphe yok ki biz babalarımızı bir din
üzerinde bulduk. Biz de elbette onların izlerinden gitmekteyiz" demiş
olmasınlar. (Gönderilen uyarıcı,) "Ben size, babalarınızı üzerinde
bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlar,
"Biz kesinlikle sizinle gönderilen şeyi inkar ediyoruz" dediler. Zuhruf 23-24)
b. Peygamberlerin Meleklerden Seçilmesi veya Onlara Bir Meleğin Eşlik
Etmesi Gerektiğinin İleri Sürülmesi
İmanın şartlarından birisi de Meleklere iman etmektir. İnancımıza göre
melekler nefis sahibi olmayan ve cinsiyetsiz canlılardır. Allah-ü Teala (cc)
peygamberleriyle melekler vasıtasıyla iletişim kurmuştur. Kur’an kıssalarına
göre meleklerin varlığı tüm insanların kabul ettiği bir nass dır.
Kafirler topluluğu, önce peygamberlerin “beşer” olmalarını dillerine
dolarken, ardından ancak bir meleğin peygamber olabileceğini ileri
sürmüşlerdir. Mesela Firavun, Hz. Mûsâ’nın (as) nübüvvetini reddederken şöyle
demişti: ("Eğer doğru
söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı, yahut onunla beraber bulunmak üzere
melekler gelmeli değil miydi?" Zuhruf 53) Aynı anlamsız talepler Hz. Muhammed’in (sav)
tebliğ sürecinde de devam etmiştir.
c. Peygamberlerin ve Müminlerin Sosyo-Ekonomik Durumlarını Dillerine
Dolamaları
İnsanların değerlendirme ölçütleri her zaman objektif değildir. Ama
toplum üzerinde büyük etkisinin olduğu yadsınamaz. Hz. Nûh’un (as) kavminin
inanmama gerekçelerinden birisi de Hz. Nûh’a (as) inananların düşük gelirli
fakir kimselerden olmasıydı. (“Dediler ki: "Sana hep aşağılık kimseler
uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız." Şuara 111)Asr-ı
saadette de Araplar, Kur’an’ın bir yetim olarak büyüyen Hz. Muhammed’e (sav) nâzil
olmasını akıllarına sığdıramayıp Mekke veya Taif’in ileri gelenlerinden
birisine inmesi gerektiğini iddia etmişlerdir.
7. Peygamberlerden Mucize İstenmesi
Kur-an-ı Kerim de mucize (aciz bırakan kelimesinin isim şekli) karşılığı
olarak ayet kelimesi geçmektedir. Hz. Sâlih’in dişi devesi (A‘râf 73), Hz.
Mûsâ’nın asâsı ile parıltılı eli (A‘râf 106-108; Hûd 96; Kasas 31-32, 35), Hz.
Îsâ’nın gösterdiği olağan üstü hadiseler (Âl-i İmrân 49-50) ve inkârcıların
peygamberlerden mûcize talepleri genellikle bu kelime ile anlatılmıştır.
Mucize kelimesini dolaylı olarak ilk kullananlar İmam Eş‘arî ve İmam ile
Mâtürîdî’dir. İmam Mâtürîdî mûcizeyi “peygamberin elinde ortaya
çıkan ve benzeri öğrenim yoluyla meydana getirilemeyen olay” diye
tanımlarken Kādî Abdülcebbâr’a göre ise Allah tarafından yaratılan, nübüvvet iddiasında
bulunan kişinin doğruluğunu göstermeyi amaçlayan ve nitelikleri bakımından
insanları benzerini getirmekten âciz bırakan olağan üstü hadisedir.
Mûcizenin özellikleri arasında iki temel husus öne çıkar. Birincisi
ilâhî fiil olması ve sadece peygamberlerin elinde zuhur etmesidir; dolayısıyla
herhangi bir kimsenin gösterdiği hârikulâde olaya mûcize denmez. İkincisi de
mûcizenin peygamberlik iddiasının ve meydan okumanın arkasından zuhur
etmesidir. Kelâm âlimleri mucizeleri üç grup altında toplar. a) Hissî
Mûcizeler. İnsanların duyularına hitap eden hârikulâde olaylardır. b)
Haberî Mûcizeler. Peygamberlerin Allah’tan gelen vahye dayanarak
verdikleri gayb haberleridir. c) Aklî Mûcizeler. “Mânevî mûcize”
veya “bilgi mûcizesi” diye de anılan bu grup, insanların akıl yürütme gücüne
hitap eden ve onları rasyonel kanıtlarla baş başa bırakan gerçeklerden oluşur.
Alimler mûcizeleri amaçları bakımından da üçe ayırmaktadır: a)
Hidayet Mûcizeleri. Tehaddî şartı çerçevesinde inkârcıların gözü
önünde ve onları acze düşürecek şekilde zuhur eden mûcizelerdir. b) Yardım
Mûcizeleri. İnananların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olarak zuhur
eden ilâhî yardımlardır. c) Helâk Mûcizeleri. İnkârda ısrar eden
kavimlerin cezalandırılmasına yönelik mûcizelerdir.
Ehl-i sünnet âlimlerine göre sağduyulu kimseler gerçek peygamberi söz,
fiil ve güzel hasletlerinden tanıyabilirlerse de peygamberlere karşı inat eden
ve kibir gösteren inkârcılar için mûcizeden başka çare yoktur, zira onlar ancak
bu sayede sorumlu olabilir. Peygamberlik iddia eden kimsenin doğruluğunun
bilinmesinde hidayet mûcizeleri asıl, diğer delil ve alâmetler ise destekleyici
unsurlardır.
Mucize taleplerinin tamamının samimiyete dayanmadığını gösteren
delillerden birisi de Hz. İsâ’nın (as) mucizeleridir. O, evlerde ne yiyip
tükettiklerini onlara haber vermekten tutun döneminde ilerleyen tıp ilmine
rağmen bir türlü şifası bulunmayan hastalıkları iyileştirmeye hatta ölüleri
dirilmeye varıncaya kadar birçok mucize göstermesine rağmen imanında samimi
olanların sayısı iki elin parmaklarını geçememiştir.
8. Peygamber ve Müminlerin Eziyetlere Maruz Bırakılmaları ve Hicrete
Zorlanmaları
Peygamberlerin tebliği karşısında kafir toplumların ilk tepkileri
itibarsızlaştırmak ve yok saymak olmuş, ardından yıldırma, tehdit, baskı,
eziyet ve tecrit etmek olmuştur.
Bütün peygamber ve ümmetler kavimlerinin sözlü eziyetlerine maruz
kalmakla kurtulmayıp fiziksel olarak da çok eziyet görmüşlerdir. (“Yoksa
siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü'minler, "Allah'ın
yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve
sarsılmışlardı.” Bakara 214)
Zulüm aşırı boyutlara ulaşınca Allah’ın izin vermesiyle peygamberler
hicret etmişlerdir. O halde hicret bir kaçış değil bir nebevî duruştur,
denilebilir. Nitekim hicretten kısa süre
sonra İslam dini Arabistan coğrafyasına hakim olmuştur.
9. Peygamberleri İnkârın Azapla Neticelenmesi
Kur’an’ın bildirdiğine göre birçok âsi kavim helak olmuştur.
Cezalandırılan kavimlerin bir kısmının kalıntıları ibrete vesile olacak şekilde
Kur’ân-ı Kerîm’de görülmeye değer şeyler olarak takdim edilirken bazıları uzun
süre kendisinden söz edilmeyecek şekilde tamamen yok olmuşlardır. Son
zamanlarda yapılan arkeolojik çalışmalar araştırmacılara Kur’an’ın geçmiş
milletler hakkındaki açıklamalarını doğrulamaktadır. Ad, Semud, Lut kavimleri
Firavun ve ordusu vb.
Harran İlahiyat
Dergisi Harran İlahiyat Journal Sayı: 46, Aralık 2021Peygamberlerin Tebliğ
Sürecinde Bazı Ortak Noktalar
Mahmut ÖZTÜRK Doç.
Dr., Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Şanlı Urfa