Hz. Ebubekir (r.a.)
Efendimiz (sav) den iki yaş küçük olan Hz. Ebûbekir (ra) ın temiz
nesebi altıncı batında Rasullullah(sav) ile birleşir. Müslüman olmadan öncede
temiz ve nezih hayatıyla bilinen Hz. Ebu Bekir (ra) Müslüman olan ilk erkektir.
İslamı kabul ettikten sonra canını, malını velhasıl her türlü varlığını
Peygamber Efendimiz ve İslam dini için vakfetti. Hz. Ebûbekir (ra)
Hicret sırasında yanında bulunduğu için, Allah-ü Tealanın (cc) Tevbe Suresinde
ikinin ikincisi veya iki kişiden biri olarak zikrettiği kişidir. (…Eğer siz ona (Peygamber'e) yardım etmezseniz,
(biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke'den)
çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti… Tevbe 40)
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh dîni idrâk etme hususunda
son derece firâsetli, sır ve hikmetlere vukufiyette yüksek anlayış sahibi,
nerede, ne zaman ve nasıl konuşacağını gâyet iyi bilen, yumuşak huylu ve çok
cömert bir zât idi. Az konuşur; halîfeliği sırasında da kumandan ve vâlilerine
az konuşmalarını tavsiye ederdi. Her daim Peygamber Efendimizin(sav) yanında
bulunduğu için ayet ve hadisleri en iyi anlayan oydu. Bir rivayete göre
Peygamber Efendimiz(sav) tarafından Ümmet-i Muhammed’den cennete ilk girecek
kişi olarak taltif edilmiştir. (Ebû Dâvûd, Sünnet,
8/4652)
Hz. Ebûbekir radıyallahu anh fıtraten halim-selim olup,
engin bir şefkat ve merhamete sahipti. Bununla birlikte vazife ve mes’ûliyet
hususunda zerre kadar müsâmaha göstermezdi. Fikirlerindeki isâbeti,
muâmelâtındaki doğruluk ve nezâketi, tecrübesinin genişliği, nefsine
hâkimiyeti, hayırseverlik ve samimiyetiyle herkes tarafından çok sevilirdi.
Sevimli, güler yüzlü, hoş-sohbet, muâmelesi ve ahlâkı güzel bir Allah ve
Resûlullah dostu idi. İnsanlar onunla kolayca ülfet eder ve kendisine olan
muhabbetleri gittikçe artardı. Câhiliye döneminde bile mütevâzı bir hâli vardı.
Gâyet vakur, cömert ve âlicenap bir şahsiyet ve karaktere sahipti.
Hayatında muazzam bir denge olan Hz. Ebu Bekir (ra) acziyet göstermeden
tevazulu kibir göstermeden vakarlı olmasını bilen birisi olarak her haliyle
büyük bir muvâzene ve îtidâl numûnesiydi.
Nakşi geleneğine göre Hz. Ebu Bekir (ra) gizli zikri
Rasulullah (sav) Efendimizden öğrenmiş ve öğretmiştir. Hz. Ebu Bekir (ra) ın
ümmeti kendisine hayran bırakan en büyük özelliği sadakati ve fedakarlığı idi.
Efendimiz(sav) in tebliği ettiği her şeyi itirazsız kabul ve tasdik etti.
Rivayete göre Peygamber Efendimiz (sav) lütfu ilahi ile kendisine verilen isra
ve miraç mucizesini Kureyş müşriklerine haber vereceği zaman : “Ey
Cebrâîl! Kavmim beni tasdîk etmez!” dedi. Cebrâîl (a.s.): “–Ebûbekir Sen’i
tasdîk eder. O sıddîktır.”
buyurdu. (İbn-i
Sa‘d, I, 215) Hem
Peygamberimizin(cc) hem de Cebrailin (as) dediği oldu. Müşrikler Efendimizi
(sav) tasdik etmediler Hemen Hz. Ebu Bekir’in yanını koşarak haber
verdiler: “Arkadaşın, bir gece içinde Mescid-i Aksâ’ya gittiğini, oradan da göklere
çıkıp sabah olmadan tekrar Mekke’ye geldiğini söylüyor. Bakalım buna ne
diyeceksin?” Hazret-i Ebûbekir: “–O ne söylüyorsa doğrudur! Çünkü O’nun yalan söylemesine imkân ve
ihtimâl yoktur! Ben, O’nun her getirdiğine peşinen inanırım...” dedi.
Şüphe etmeden tasdit etmesinden dolayı o (ra) na Peygamberimiz (sav) tarafından
Sıddik lakabı verildi. İman ettikten peygamberimizin (sav) dar- ı beka’ya
irtihaline kadar imanındaki kuvvetini her halde sergileyen Hz. Ebu Bekir (ra)
hakkında, Hz. Ali (kv) “Sen, şiddetli kasırgaların hareket
ettiremediği ve şiddetli sarsıntıların yerinden oynatamadığı ulu bir dağ
gibiydin!” demiştir.
Hz. Ebu Bekir (ra) Peygamberimiz(sav) tarafından kendisine hicret
arkadaşlığı teklif edilince hiç tereddüt etmedi. İkinin İkincisi veya Üçüncüleri Allah
olan iki kişiden birisi olma şerefine ulaştı. Hz. Ebu Bekir (ra) in Allah
Rusulüne olan sadakati hayatı boyunca devam etti. Allah Resulü
İnsanların inanmakta zorlandıkları bâzı hârikulâde hâdiselerden
bahsedince; “Buna ben inanırım,
Ebûbekir ve Ömer de inanır.” derdi.
O (ra) hiç şüphesiz
yaşayan İslami ahlak abidelerinin en birincisiydi. Halife seçildiğinde verdiği
ilk hutbede sahabelere: “Ey insanlar! En sâlihiniz olmadığım hâlde sizin
başınıza halîfe seçilmiş bulunuyorum. Şayet vazifemi hakkıyla yaparsam bana
yardım ediniz! Yanlış hareket edersem beni îkâz ediniz! Doğruluk, emin bir
şahsiyet olmanın göstergesidir. Yalan ise hıyânettir. Zayıf olanınız hakkını alıncaya kadar benim
yanımda en güçlünüzdür. Güçlü olanınız da kendisinden hak sahibinin hakkını
alıncaya kadar benim nazarımda en zayıfınızdır. Bir millet Allah yolunda cihâdı
terk ederse zillete dûçâr olur. İnsanlar arasında kötülük yayılırsa Allah o
millete umûmî bir belâ verir. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ettiğim müddetçe bana
itaat ediniz! Şayet Allâh’a ve Resûlü’nün emirlerine riâyette kusur gösterirsem
bana itaat etmeniz söz konusu olamaz. Haydi, namazımızı kılalım, Allâh’ın
rahmeti üzerinize olsun.” buyurmuştu.
Ashâbın en zenginlerinden olan Hz. Ebûbekir (ra), Allah
Resûlü’nde (sav) fânî olunca, canını ve malını cömertçe O’ (sav) nun
yolunda fedâ etti. Fahr-i Kâinât Efendimiz’e peygamberlik geldiğinde, Hz.
Ebûbekir’in 40 bin dirhemlik bir serveti vardı. Malının büyük bir kısmını İslâm
uğrunda infâk etti. Müslüman olan köleleri âzâd ediyor, mü’minlere her türlü
desteği sağlıyordu. En son kalan 5 bin dirhemi de hicret esnâsında yanına
alarak yola çıktı ve Medîne-i Münevvere’de Allah için infâk etmeye devam etti.
Allah Resûlü (sav) ashâbından hiçbirinin malını tamamıyla infâk etmesine
izin vermezdi. Bu hususta yalnızca Hz. Ebûbekir’i (ra) istisnâ tutar, bir tek
ona müsâade buyururdu.
Hz. Ebu Bekir (ra) in temayüz ettiği özellikleri sebebiyle, bir gün
Resûlullah (sav): “
Allah yolunda çift sadaka veren kimse, Cennet’in muhtelif kapılarından; «Ey
Allâh’ın sevgili kulu! Buraya gel, burada hayır ve bereket vardır.» diye
çağrılır. Sürekli namaz kılanlar namaz kapısından, mücâhidler cihad kapısından,
oruçlular Reyyân kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından
Cennet’e dâvet edilirler.” buyurmuşlardı. Ebûbekir (ra):
“
Anam-babam Sana fedâ olsun ey Allâh’ın Resûlü! Gerçi bu kapıların birinden
çağrılan kimsenin diğer kapılardan çağrılmaya ihtiyacı yoktur; lâkin bu
kapıların hepsinden birden çağrılacak kimseler de var mıdır?” diye
sordu. Resûlullah: “Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını ümid
ederim.” buyurdular. (Buhârî, Savm 4, Ashâbu’n-Nebî 5; Müslim, Zekât
85, 86)
Onun (ra) sadece 2 sene 3 ay süren hilâfeti, bütün bir İslâm tarihi
için, vakti kısa, fakat gölgesi uzun ikindi zamanı gibi feyizli ve bereketli
bir dönem oldu. Her şeyden çok sevdiği Resûlullah
(sav) Efendimiz gibi 63 yaşında vefât ettiğinde son sözleri "Rabbim! Gerçekten
bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri
yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı müslüman olarak
al ve beni iyilere kat." Yusuf 101)niyazıyla oldu. Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam
Yayınları
Ebû Bekir es-Sıddîk (ra) Şam taraflarına gönderdiği ordu komutanı Yezid bin Ebî Süfyan’a verdiği
talimatla İslam savaş hukukunu belirledi; “
Sen kendilerini Allah’a adadıklarını iddia eden bir takım ruhbanlar göreceksin,
onları bu îtikâdlarıyla baş başa bırak! Başlarının ortalarını tıraş etmiş başka
bir grup (keşişler) daha göreceksin, onların o tıraş ettikleri kafalarını
kılıçtan geçir. Sana on şey tavsiye ediyorum: Kadınları, çocukları ve çok yaşlı
ihtiyarları öldürme! Meyveli ağaçları kesme, mamur yerleri tahrip etme! Koyun
ve develeri sadece yemek için kes! Arıları yakma ve onları dağıtma! Ganimete
ihanet etme! Korkaklık gösterme!” (Muvatta’, Cihâd, 10)
Ebû Bekir (r.a), başka bir defâsında yine sefere çıkmaya hazırlanan ordusuna şöyle hitâb etmiştir: “Hâinlik yapmayınız, ganimet malına ihanet etmeyiniz, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz); çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyiniz! Hurma ağaçlarını kökünden kesmeyiniz ve yakmayınız, meyveli ağaçları kesmeyiniz; koyun, sığır ve develeri -yiyeceğiniz hâriç- kesmeyiniz! Manastırlara kapanıp kendilerini ibadete vermiş kimselerle karşılaşacaksınız, onları ibadetleriyle baş başa bırakınız.
İmanveihsan.com. 23 Ağustos 2022 Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
Hz. Ebu Bekir
(r.a)’den 111 Hayat Ölçüsü Dr. Murat KAYA
Hz. ÖMER (ra)
Hulefâ-i Râşidîn’in ikincisi, Aşere-i
Mübeşşere’den, Peygamber Efendimizin (sav) kayınpederi, adaletiyle asırları
aydınlatan sahabe. Resûl-i Ekrem’in (sav),
“Yâ rabbi! İslâmiyet’i Ömer b. Hattâb veya Amr b. Hişâm (Ebû Cehil) ile teyit
et” şeklindeki duasının tezahürü ile Müslüman olan Hz. Ömer öncesinde
Müslümanlara işkence yapan gaddar birisiydi. O’nun (ra) İslam’ı kabul etmesiyle
Müslümanlar ilk defa Kâbe’de toplu olarak namaz kıldılar.
Kaynaklarda uzun boylu, gür sesli ve heybetli bir
kişi olarak tasvir edilen Hz. Ömer (ra) Aşere-i mübeşşereden olup aynı zamanda
vahiy katipliği yapan efendimiz’e (sav) en yakın sahabelerden birisidir. Onun
bazı görüşlerinin nâzil olan âyetlerle teyit edildiği görülmektedir.
“Muvâfakāt-ı Ömer” denilen bu âyetler arasında şarabın kesin biçimde haram
kılınması (Bakara 219), Hz. Peygamber’in evine gelen kimselerle hanımlarının
perde arkasından konuşmasının daha uygun olacağı (Ahzâb 53), Kâbe’deki Makām-ı
İbrâhim’in namazgâh ittihaz edilmesi (Bakara 125) ve münafıkların reisi
Abdullah b. Übey b. Selûl’ün cenaze namazının kılınmaması gerektiği (Tevbe 84))
Resûl-i Ekrem onun hakkında, “Allah,
gerçeği Ömer’in lisanı ve kalbi üzere yarattı” (Tirmizî, “Menâḳıb”, 18); “Allah’ın emirleri konusunda ümmetimin en
kuvvetlisi Ömer’dir”, “Muhakkak ki
şeytan senden korkar, yâ Ömer!” demiş, “Ey
Allahım! Ömer’in kalbinden haset ve hastalıkları çıkar ve onu imana tebdil et”
şeklinde dua etmiştir (Müsned, IV, 336)
Hz. Ömer (ra) “Sana
vâiz olarak ölüm yeter ey Ömer!” ifadesini mührüne kazıtmış, kendisini
malıyla ve canıyla Hz. Peygamber’in yoluna adamıştır.
Hz. Ömer’in en meşhur lakabı hak ile batılı
birbirinden ayıran manasında “Fârûk”tur.
Sünnî ulemâsı, onun Hz. Ebû Bekir’den sonra müslümanların en faziletlisi
ve hilâfet makamına en uygun sahâbî olduğunda ittifak etmiştir. Hz. Ali, Ebû
Bekir’in Ömer’i halife olarak bırakmasına karşı çıkmamış, ona ilk gün biat
edenler arasında yer almış, onu desteklemiş ve onun yardımcısı olmuştur. Hz.
Ömer de, “Ali olmasaydı Ömer helâk
olurdu” diyerek bir gerçeği ifade etmiştir.
Hz. Ömer sert mizaçlıydı. Onun bu özelliğini
Resûl-i Ekrem, “Ümmetimin içinde ümmetime
en merhametlisi Ebû Bekir, Allah’ın emri konusunda en şiddetlisi Ömer’dir”
sözüyle dile getirmiştir (Abdülhay el-Kettânî, II, 295). Hz. Ömer
kadınlara karşı da çok sertti. Hz. Ebû Bekir döneminde Medine’deki kazâ
işlerinin başında bulunarak tecrübe kazanmış, adalet sahasında gerçekleştirdiği
icraatıyla insanlık tarihine geçmiştir. Onun hakkında Hz. Âişe’nin, “Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet
anılınca Allah anılmış olur, Allah anılınca da rahmet iner” dediği
nakledilir. Halifeliği süresince beytülmâlden ihtiyacı dışında hiçbir şey
almamaya dikkat etmiş, sıradan bir Kureyşli gibi yaşamış ve Hz. Ali’nin bu
konudaki tavsiyelerine uymuştur. Resûlullah onun hakkında, “Sizden önceki toplumlarda Allah’ın kalplerine ilham verdiği kimseler
vardı. Eğer benim ümmetimde de böyle kimseler varsa -ki şüphesiz vardır-
muhakkak Ömer de onlardandır” demiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in mushaf haline getirilmesi hususunda
Hz. Ebû Bekir’i ikna eden Hz. Ömer, bütün İslâm beldelerinde valilere cami ve
mekteplerde eğitim ve öğretime Kur’an’la başlanmasını emretmiş, bu maksatla
çeşitli vilâyetlere Medine’den bazı sahâbîleri göndermiş, onlara maaş
bağlamıştır. Kur’an’ın inanç esaslarına ait âyetlerinin doğru anlaşılması için
çaba göstermiş, müteşâbih âyetlerle ilgilenenleri bundan menetmiş, kazâ ve
kader konusundaki yanlış yorumları engellemiştir. Teravih namazı o’nun(ra)
zamanında cemaatle kılınmaya başlandı.
Fıkhın gelişme çağı olan sahâbe devrinde en çok
fetva vermekle meşhur yedi sahâbînin başında bulunduğu, Hz. Ebû Bekir’in
hilâfet makamına gelince yargı işlerini yürütmekle onu görevlendirildi.
Said b. Müseyyeb Radıyallahu anh’dan: Hazret-i Ömer (ra), hepsi de
hikmet dolu on sekiz tavsiyede bulundu:
HZ. ÖMER
(R.A.) DÖNEMİNDEKİ İLKLER
vazifeden azlederdi. Kendisi de her cumartesi Medîne’nin kenar
semtlerine gider, herhangi bir köleyi gücü yetmeyeceği bir işte çalışırken
görürse, bu işi ondan alırdı.
İlk defâ Emîrü’l-Mü’minîn (Mü’minlerin Emîri) diye
isimlendirilen, Zimmîlere ilk defa alâmet taktıran, ilk defa yazılı kararlar
alan, kumandan ve vâlilerle ilk defa toplantı yapan, İlk defâ İslâm
devletine âit para bastıran odur.
Ömer (r.a.), uzun boylu, iri yapılı, buğday tenli idi. Alnı geniş,
bilekleri uzun, saçları dökük ve gözlerinde hafif kırmızılık vardı. Yüksek
sesle konuşur, yürüdüğünde hızlı yürürdü. Allah’tan hakkıyla korkmak, doğruluk,
ibâdete düşkünlük, dünyaya karşı zâhid olma ve mes’ûliyet şuuru gibi
fazîletlerde en önde idi. Dînî hususlarda kınayanın kınamasına aldır-maz, hatır
için adâletten ayrılmazdı. Kat’iyyen taraf tutmazdı.
Ömer (r.a) sert tabiatlı olmasına rağmen pek mütevâzı idi. Yamalı elbise
giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, toprak üzerine yatıp uyur,
develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Geniş toprakları, güçlü orduları
olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevâzı ve sade bir
hayat yaşamaktan alıkoymamıştı. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer
insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan
kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı.
Allah Rasûlü (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytine çok ihtimam gösterirdi.
Yanında dokuz adet tabak vardı. Meyve, çerez her ne eline geçerse bu tabaklara koyup
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’in zevcelerine gönderirdi. Allah Rasûlü’nün
hanımlarından olan kızı Hafsa’ya ise en son gönderirdi. Eğer bunda bir eksiklik
olursa, kendi hissesinden tamamlardı.
Ömer (r.a), mert ve doğru sözlü olanları severdi. Hata ve kusurlarının
açıkça söylenmesini isterdi. Huzeyfe (r.a) şöyle anlatır: Bir gün Hz.
Ömer’in yanına gitmiştim. Evindeki bir kütüğün üzerine oturmuş sıkıntı içinde
kendi kendine söyleniyordu. Yaklaştım ve:
“–Seni üzen nedir ey
Mü’minlerin Emîri?” dedim.
“–İşte şudur!” diyerek
eline işaret etti ve idareci iken yanlış işler yapmaktan korktuğunu anlatmak
istedi.
“–Bu mu seni üzen şey,
vallahi yanlış bir iş yaptığını gördüğümüzde seni düzeltiriz!” dedim. Bunun
üzerine sevinerek:
“–Kendisinden başka
ilâh olmayan Allah hakkı için, benden yanlış bir hareket zuhûr ettiğinde
hakikaten beni düzeltir misiniz?” diye sordu.
“–Kendisinden başka
ilâh olmayan Allah hakkı için, senden yanlış bir hareket gördüğümüzde seni
mutlaka düzeltiriz!” cevabını verdim.
Buna çok sevindi ve:
“–Allah’a hamd olsun ki
sizin içinizde, Muhammed (s.a.v)’in ashâbından, yanlışımı gördüğünde beni
düzeltecek kimseler vâr etti!” dedi.
Onun dindarlığı, Allah korkusu ve kul hakkına riâyeti, daha sonra
gelenler-le kıyâs edilemeyecek derecede üstündü. Adâlet timsâli idi. Üzerine
aldığı idârecilik vazîfesinin mes’ûliyetinden çok korkardı. Geçimini ticaretle
temin ederdi. Bunun yanında Medine’de ganimetten kendisine bazı arazilerin
düştüğü de bilinmektedir. Hayber’de hissesine düşen çok kıymetli arazisini Allah
için vakfetmiştir.
Musa Topbaş, İslam Kahramanları 1, Erkam Yayınları İslam ve İhsan 21 Mayıs 2022
Mustafa
FAYDA DİA
Muhsin
KOÇAK DİA