Hz.
OSMAN (ra)
Aşere-i Mübeşşereden,
Peygamber Efendimizin damadı, Hulefâ-yi Râşidîn’in üçüncüsü, edep timsali büyük
sahabe. Efendimiz (sav) iki kere damat olma şerefinden dolayı lakabı Zinnureyn
(iki nur sahibi) dir.
Hz. Osman (ra) ticaretten
kazandığı servetini İslam dini ve Peygamber Efendimize (sav) vakfetmişti. Tebük
seferine yaptığı yardım sebebiyle Hz. Peygamber’in, “Bugünden sonra yapacakları
Osman’a zarar vermez” dediği rivayet edilmiştir. Efendimizin(sav) vahiy
katipliğini, Hz. Ebû Bekir’in (ra) kâtiplik ve müşavirliğini, Hz. Ömer’in (ra)
danışmanlığını yaptı.
Fetihlerle büyüyen, lüks ve
refahla birlikte fitne ateşinin alevlendiği sıkıntılı bir zamanda halifelik
yaptı. Döneminde fitne ateşini körükleyerek Hz. Osman’ın (ra) şehadetine giden
süreçteki gizli el rivayete göre Yahudi dönmesi olan İbn Sebe’dir.
Geceleri ibadetle,
gündüzleri oruçla geçiren Hz. Osman nazik ve mahcup bir tabiata sahip olmanın
yanı sıra bütün vakıf insanlar gibi aşırı derecede cömert bir insandı. İçme
suyu sıkıntısı yaşandığı sırada 35.000 dirhem gibi fahiş bir fiyata aldığı Rume
kuyusunu vakfetmişti. (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem, kuyuyu satın alıp
müslümanların istifadesine sunacak şahsa bu hizmetine karşılık olarak cennetin
verileceğini, bütün günahlarının bağışlanacağını, kendisine cennette bu kuyudan
daha güzel bir su kaynağının verileceğini bildirdi (Buhârî, “Müsâkat”, 1, 74; Tirmizî, “Menâkıb”, 57;
İbn Sa‘d, I, 392)
Hz. Ebû Bekir zamanındaki
bir kıtlık sırasında 100 deve yükü buğday, kuru üzüm ve zeytinyağı ile dönen
kervan malının tamamını muhtaç durumdaki müslümanlara dağıtması, Talha b.
Ubeydullah’ta olan 50.000 dirhem alacağını bağışlaması onun cömertlikte ne
kadar ileri seviyede olduğunun göstergelerindendir. Akrabalarına büyük
miktarlarda yardım yapan Hz. Osman (ra) (Mısır, Basra ve Kûfe
halkından bazı isyankâr insanlar bir araya gelerek Hz. Osman’a: “Akrabaların
olan Ümeyye Oğulları’na bol bol ihsanda bulunuyorsun?!” diye onu suçlamak
istemişlerdi. Hz. Osman (r.a) da şu cevâbı verdi:
“–Biliyorsunuz ki Allah
Teâlâ bana mal ve servet vermiştir. Akrabama yaptığım ihsanları kendi öz
malımdan veririm. Şimdiye kadar onlara Beytül-mâl’den hiçbir şey vermiş
değilim. Bu yaştan sonra şu güzel ahlâkımdan vazgeçemem!” (Ramazanoğlu M. Sâmi, Hz. Osman Zinnûreyn, s.
133)
Mescidi Nebevî’yi yeniden
inşa ettirirken kendi malından 10.000 dirhem harcamıştı.
Hac menasiki konusunda en bilgili kişi olan Hz. Osman
(ra) Kur-an hafızı ve Rasulullah’ın (sav) sağlığında fetva ehliyetindeki birkaç
sahabeden birisiydi. Onun hakkında bir kişi, “Ashap arasında hadisleri Hz.
Osman’dan daha tam ve güzel şekilde rivayet eden birini görmedim, ancak o hadis
rivayetinden çekinen bir zattı” demiştir. Resûl-i Ekrem’den 146 hadis rivayet
etmiştir.
HZ.
OSMAN’DAN HİKMETLİ SÖZLER
“En akıllı insan; nefsini
hesaba çeken, onu iyi idâre eden, ölümden sonrası için amel işleyen ve kabir
karanlığı için Allâh’ın nûrundan istifâde edendir.” “Kul, gözleri gördüğü hâlde
Allâh’ın kendisini âmâ olarak diriltmesinden korksun! Hikmetten anlayana mânâlı
bir söz kâfîdir. Mânen sağır olanlar, zaten hakkı duyamazlar…”
Salihlerin Beş Alameti
“Beş şey
müttakîlerin (sâlihlerin) alâmetidir:
Gerçek Müminin Altı Korkusu
“Gerçek
mü’min altı çeşit korku içindedir:
Osman (r.a) denilince akla ilk gelen “Kur’ân-ı
Kerîm”dir. O Kur’ân’ı ez-berlemiş, çokça okumuş ve hükümleriyle amel
etmiştir. Pek çok kişi Hz. Os-man’ın bir rekâtta hatim indirdiğine şâhit
olmuştur. Halîfeliği esnâsında Kur’ân’a hizmet etmiş, onu tekrar toplayıp
çoğaltmış ve belli İslâm merkezlerine gönderdiği için “Câmiu’l-Kur’ân: Kur’ân’ı toplayan”
ünvânını hak etmiştir. Ve nihâyetinde Kur’ân-ı Kerîm okurken şehîd edilmiştir.
Hz. Osman Zinnûreyn (r.a) orta boylu, iri kemikli, güzel yüzlü, uzun
sakallı ve esmer renkli idi. Âlim, fâzıl, çokça ibâdet eden, sâlih, cömert,
kerem sahibi, halim selim, son derece nâzik ve mahcûb bir zât idi. İnsanlar
tarafından son derece sevilip sayılan ve hürmet duyulan bir şahıstı. Son derece
takvâ ve verâ sahibiydi. Bütün yılını oruçlu geçirir ve her sene haccederdi. Hz.
Âişe (r.a) vâlidemiz onun hakkında: “Vallahi o, akrabasını en çok gözeten
ve Allah’tan en fazla korkan bir kişiydi” demiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 223)
Meşhur müfessirlerden Dahhâk’ın bildirdiğine göre: (“Allah'a ve Peygamberlerine iman edenler var
ya, işte onlar sıddîklar (sözü özü doğru kimseler) ve Allah katında şahitlerdir.
Onların mükafatları ve nurları vardır. İnkar edip âyetlerimizi yalanlayanlara
gelince; işte onlar cehennemliklerdir.” Hadid 19) âyet-i kerimesi,
herkesten önce müslüman olan sekiz kişi hakkında nâzil olmuştur. Bunlar da Hz.
Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Talha, Zübeyr, Sa’d ve Zeyd (r.a)
Hazarâtı’dır.
Şûrâ ehli tarafından bey’at edilerek halife seçilen Osman (r.a) üzgün
bir şekilde Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in minberine çıktı. Allah’a hamd ü
senâda bulunup Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’e salât ü selam getirdikten sonra
şunları söyledi:
“–Siz, her an değişmekte olan bir yurttasınız ve
hayatınızın bundan sonraki kısmını yaşamaktasınız. Öyleyse henüz gelmeden,
gücünüz yettiğince ve en güzel şekilde ölüme hazırlanınız! Ömrünüzü en hayırlı
amellerle değerlendiriniz. Şunu biliniz ki bu imkân sizlere verilmiştir.
Unutmayınız, eceliniz sabah ya da akşam hiç beklemediğiniz bir anda size
gelebilir. Bu dünya aldatma üzerine kurulmuştur. Nitekim Allah Teâlâ: (“ Ey
insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna hiçbir
yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına hiçbir yarar sağlayamayacağı
günden korkun! Şüphesiz Allah'ın va'di gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi
aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” Lokman 33) buyurmaktadır. Geçmiş
ümmetlerden ders ve ibret alınız! Sonra var gücünüzle çalışınız ve sakın
gaflete düşmeyesiniz! Çünkü siz gaflet etseniz de hiçbir ânınızdan gaflet
edilmeksizin hesâba çekileceksiniz. Hani dünyanın evlatları/ona gönül verenler
nerede? Dünyayı îmar edenler nerede? Dünyadan çok uzun bir süre faydalananlar
nerede? Dünya onları da kaldırıp atmadı mı? O halde dünyaya Allah’ın verdiği
kadar değer veriniz! Allah Teâlâ dünyaya nasıl değer vermemişse siz de ona
değer vermeyiniz! Yalnızca âhireti elde etmeye çalışınız! Çünkü Allah, bu dünya
hayatından daha hayırlı olan âhiret hayatı için şöyle bir temsil getirmiştir:
(“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya
hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri
boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgarın
savurduğu kuru bir çer çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret
sahibidir. Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih
ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır. Kehf 45-46)
Bey’at işi tamamlandıktan sonra Osman (r.a) halka hitâben şu konuşmayı
yaptı: “Ey insanlar! Üzerime bir yük
yüklendi ve ben de bunu kabul ettim. Ama şunu biliniz ki ben kendiliğimden
birşey icat edecek değilim. Ben, sadece öncekilerin yolunu izleyecek olan bir
tâbîyim. Bilmenizi isterim ki Allah’ın Kitâbı’ndan ve Rasûlullah (s.a.v)
Efendimiz’in Sünnet’inden sonra benim üzerimde üç hakkınız vardır:
1. Benden önceki zatların koymuş oldukları ve
sizin de üzerinde icma ettiğiniz hükümlere tâbi olmam.
2. Hakkında hüküm ve rivayet bulunmayan
konularda salâhiyetli kimselerle istişâre etmem.
3. Hak etmediğiniz ve gerekmediği müddetçe size
elimi ve kamçımı kaldırmamamdır.
Unutmayınız ki dünya hayatı, süslenmiş ve
insanlara sevdirilmiş çekici bir hayattır. Bunun içindir ki birçok kimse ona
kapılmıştır. Sakın dünyaya güvenip meyletmeyiniz! Çünkü o kendisine
güvenilebilecek birşey değildir. Şunu da bili-niz ki dünya, kendisini
terkedenler müstesna hiç kimsenin yakasını bırakmaz!” (Ta-berî, Tarih, IV, 422; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe, III,
203-204)
Aynı şekilde Kuba Mescidi de Osman (r.a) tarafından genişletilmiştir.
Ashâb-ı kiram, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’den sonra O’nun davrandığı gibi
davranmaya ihtimam göstermişler, her hususta O’nu taklit etmeye gayret
et-mişlerdir. Bir gün Osman ibn-i Affan (r.a) su isteyip abdest aldıktan
sonra tebessüm etmiş ve arkadaşlarına:
“−Niçin tebessüm ettiğimi sormayacak mısınız?”
demişti.
Onların sorması üzerine şunları söyledi:
“–Birgün Allah Rasûlü (s.a.v) buraya yakın bir
yerde su istediler, benim gibi abdest aldılar ve tebessüm ettiler. Sonra da:
«−Niçin tebessüm
ettiğimi sormayacak mısınız?» buyurdular.
Sorduğumuzda ise şu açıklamayı yaptılar:
«−Tebessüm etmemin
sebebi şudur: Kul abdest alıp yüzünü yıkadığı zaman Allah Teâlâ yüzü ile
işlediği günahları siler. Kollarını yıkadığı zaman da böyle, başını meshettiği
zaman da böyle, ayaklarını yıkadığı zaman da böyledir».” (Heysemî, I, 229)
Hz. Osman (r.a) malını Allah yolunda infak etmekle meşhurdur. Rahmet
rüzgârları gibi her yöne hayır saçar, bir gün tasaddukta bulunur, ertesi gün
köle âzâd eder, diğer gün fakir ve yoksulları doyurur, böylece vermek üzerine
kurulu bir hayat yaşardı.
Birgün bir zât Hz.
Osman (r.a)’a gelerek şöyle dedi:
“–Ey mâl sâhibi
zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan tasaddukta bulunuyor, köle
âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infak ediyorsunuz!”
Hz. Osman (r.a):
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu.
O zât:
“–Evet, vallahi size gıpta ediyoruz!” dedi.
Bu sefer Hz. Osman (r.a) şu cevâbı verdi:
“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk
çekerek infâk ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infâk edilen on bin
dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî,
VI, 612/17098) Zaman olur az, çoğu geçer. İhlâsla, îsârla,
sabır ve tahammülle verilen bir sadaka veya yapılan küçücük yardım, kolaylıkla
yapılan nice büyük infak ve yar-dımlardan daha kıymetli olur, daha çok makbûle
geçer.
Saad ibn-i Müeyyeb (r.a) şöyle anlatır:
Hz. Osman’ı bir yerde otururken gördüm. Ateşte pişen bir yiyecek istedi ve onu
yedi. Sonra kalktı ve namaz kıldı. Namazın akabinde şöyle dedi:
“–Allah Rasûlü’nün oturduğu yere oturdum, Allah
Rasûlü’nün yediğinden yedim ve Allah Rasûlü’nün kıldığı namazı kıldım.” (Ahmed, I, 70)
Ashâb-ı kirâmın Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e muhabbet ve bağlılıkları
işte böyle idi… O’nun yaptığı gibi yapmak, O’nun oturduğu yere oturmak, O’nun
gittiği yoldan gitmek, O’nun yediği yemeği yemek, O’nun kıldığı namazı kılmak,
O’nun yaptığı cihâdı yapmak… Bütün arzu ve istekleri, Rasûlullâh (s.a.v)
Efendimiz’i taklîd etmekti.
Hz. Osman’ın îrâd buyurduğu son hutbesi şudur: “Allah Teâlâ bu dünyayı size, âhireti kazanasınız diye vermiştir. Yoksa
ona meyletmeniz için vermemiştir. Şurası kesindir ki dünya fâni, âhiret ise
bâki-dir. Sakın fâni olan dünya sizi bâki olan âhireti elde etmekten
alıkoymasın. Fânî olan dünya sizi şımartıp da bâkî olan âhiretten alıkoymasın.
Biz bâkiyi fânîye tercih ederiz. Bildiğiniz gibi dünyanın bir sonu vardır.
Kendisinden başka dönülecek bir yer ve kimsenin olmadığı Allah’tan korkunuz.
Çünkü Allah korkusu insanı O’nun azabından koruyan bir kalkan olduğu gibi
rızâsını kazanmak için de bir vâsıtadır. Allah’ın gazabından korkunuz ve
cemaat-ten ayrılarak parça parça olmayınız. Allah Teâlâ kitabında şöyle
buyurur: (“Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur'an'a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp
bölünmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize
düşmanlar idiniz de o, kalplerinizi birleştirmişti. İşte onun bu nimeti
sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında
idiniz de o sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık
bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” Al’i İmran 103)
Hz. Osman (r.a) şehîd edilmişti. Onun eşyaları arasında kilitli bir
sandık bulundu. Açtıklarında içinden şu vasiyet çıktı: “Bu Osman’ın vasiyetidir. Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
başla-rım. Affan oğlu Osman şehâdet eder ki Allah’tan başka ilah yoktur. O tek
ve ortaksızdır. Muhammed O’nun kulu ve Rasûlü’dür. Yine şehâdet eder ki Cennet
ve Cehennem hak olup Allah Teâlâ kabirlerdeki insanları diriltecektir. Allah
va’dinden asla dönmez. İşte Osman bu îtikâd üzere yaşamış ve bununla da
ölecektir. Allah’ın izniyle yine bu inanca sahip olarak diriltilecektir”
Aynı kâğıdın arkasında şu mealde bir şiir yazılıydı: “Nefis zenginliği ve tok gözlülük insanı
zenginleştirir. Onu pırıl pırıl ya-par. İnsan bu hâlinden zarar görüp fakirlik
çekmiş olsa da bu böyledir, değişmez. Sabır gösterilen her sıkıntılı devrin
arkasından mutlaka bir genişlik ve ferahlık anı gelir. Zamanı kıyaslamasını
bilmeyen, eziyet ve acıları tanıyamaz. Hiç kimse gelecek günlerin neler
getireceğini bilemez.”(İbn Kesîr, el-Bidâye,VII,
184, Muhibbu’t-Taberî, er-Riyadu’n-nadra,II, 133; Kandehlevî, Hayâtu’s-sahâbe,
II, 172)
Muhârik bin Sümâme, kız kardeşi Ümmü Gülsüm’e:
“–Hz. Âişe’nin yanına git ve ona Osman
ibn-i Affân’ı sor! Zîrâ insanlar onun hakkında ileri geri çok konuşmaya
başladılar” dedi.
Ümmü Gülsüm, Hz.
Âişe’nin yanına gidip:
“–Evlâtlarından biri
sana selâm ediyor ve Osman ibn-i Affân hakkında ne düşündüğünü soruyor” dedi.
Âişe (r.a):
“–Ve aleyhi’s-selâm ve
rahmetullâh” diye selâmı aldıktan sonra şöyle devam etti:
“–Şuna şahitlik ederim
ki, çok sıcak bir gece Osman bu evdeydi. O esnâda Cibrîl, Allah’ın Rasûlü’ne
vahiy getirmişti. Rasûlullâh (s.a.v), Osman’ın eline ve-ya omzuna vurarak:
«–Yaz Osman!» buyuruyorlardı. Allah Teâlâ’nın, Peygamberi
yanında bu derece yücelttiği bir zât, şüphesiz O’nun katında kıymetli bir
kişidir. Kim Osman’a hakaret eder ve onu kötülerse Allah’ın lâneti üzerine
olsun!” (Buhârî, el-Edebü’l-müfred,
no: 828; İbn Hacer, el-İsâbe, II, 458, no: 5463)
İsmail Yiğit DİA Hz. Osman (r.a)’dan
111 Hayat Ölçüsü Dr. Murat KAYA
Hz. ALİ (Kerremallahü
Vecheh)
Aşere-i
Mübeşşere’den, Hz. Peygamber’in (sav) damadı, çocuk yaşta Müslüman olan,
Hulefâ- i Râşidîn’in dördüncüsü.
Peygamber
Efendimizin (sav) amcası Ebu Talib’in en küçük oğludur. Mekke’de baş gösteren
kıtlık üzerine Hz. Peygamber amcası Ebû Tâlib’in yükünü hafifletmek için onu
himayesine almış, Hz. Ali beş yaşından itibaren hicrete kadar onun yanında
büyümüştür. İlk iman eden çocuk ve aşere-i mübeşşeredendir. Asr-ı Saadet’ te
Peygamber Efendimizin(sav) evinde yetişmeleri sebebiyle ahlak ve edebleriyle
temayüz etmiş üç kişiden biridir.(Diğerleri Hz. Hatice validemizin oğlu Hind ve
Enes bin Maliktir)
Hicretten
sonra Ensar-Muhacir kardeşliği uygulamasında Peygamber Efendimiz (sav) Hz.
Ali’yi kardeşi ilan etti. Hicri 2. Yılda kızı Fatıma ile evlendirdi. Peygamber
Efendimizin nesli Hz. Ali (ra) nin Hasan ve Hüseyin isimli çocuklarından devam
etti.
Hz.
Ali Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve
seriyyelere katılmış, bu savaşlarda Resûl-i Ekrem’in sancaktarlığını yapmış ve
daha sonraları menkıbevî bir üslûpla rivayet edilen büyük kahramanlıklar
göstermiştir.
Hz.
Ali, Hz. Peygamber’e kâtiplik ve vahiy kâtipliği yapmış, Hudeybiye
Antlaşması’nı da o yazmıştır. Hz.
Peygamber vefat ettiğinde cenazenin yıkanması ve benzeri hizmetleri, vasiyeti
üzerine Hz. Ali ile Resûlullah’ın yakın akrabasından Abbas, oğulları Fazl ve
Kusem ile Usâme b. Zeyd yapmışlardır.
Hz.
Ali Halife Ömer’in Filistin ve Suriye seyahati sırasında Medine’de askeri
valilik yapması dışında ilk üç halife zamanında hiçbir görev almadı. Kur’an ve
hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hz. Ebû Bekir’in hem de Ömer’in
özellikle fıkhî meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahâbî olmuştur.
Hicri takvim onun tavsiyesi üzerine kabul edilip uygulanmaya başlandı. (656).
Hz.
Osman’ın 656 yılında şehid edimesinin ardından halife seçilerek biat edildi.
Hz. Ali, önceleri Hz. Osman’a karşı muhalefeti desteklerken şimdi kendisini
halife olarak tanımak istemeyen Hz. Âişe’yi, ayrıca dört ay sonra Âişe’nin
saflarına katılan Talha ve Zübeyr’i itaata davet için acele kuvvet toplamak ve
Basra üzerine yürümek zorunda kaldı.
Hz. Âişe’nin önderliğindeki ordu ile hilâfet ordusu
Basra önlerinde Hureybe mevkiinde karşılaştı. (9 Aralık 656). Tarihte Cemel
Vak‘ası adıyla meşhur olan savaş sonunda Hz. Ali galip geldi, Talha ve Zübeyr
de dahil olmak üzere pek çok müslüman öldü. Hz. Ali ve Muaviye arasındaki
Sıffin savaşı halife ordusunun zaferiyle sonuçlanmak üzere iken savaşı
sonlandırmak için hakem olayını kabul etmek mecburiyetinde kaldı.
Hakemlerin Ali
b. Ebû Tâlib ile Muâviye b. Ebû Süfyân’ın azledilerek halifenin bir şûra
tarafından seçilmesi kararına varmışlardı. Bu karara rağmen söz sırasın
kendisine gelen Muâviye’nin hakemi Amr b. Âs hilâfet makamına Muâviye’yi tayin
ettiğini bildirdi. Halkın bir kısmının Hz. Ali’yi, bir kısmının da Muâviye’yi
halife olarak tanıması sebebiyle de ikili bir iktidar ortaya çıkmıştı. Hz. Ali
Kûfe’de, intikam arzusu ile yanıp tutuşan Hâricî Abdurrahman b. Mülcem
tarafından zehirli bir hançerle sabah namazında yaralandı, aldığı yaranın
tesiriyle iki gün sonra 26 veya 28 Ocak 661’de vefat ederek Kûfe’ye (bugünkü
Necef) defnedildi.
Ali b. Ebû Tâlib ortaya yakın kısa boylu, koyu esmer
tenli, iri siyah gözlü olup sakalı sık ve genişti; yüzü güzeldi, gülümserken
dişleri görünürdü. Kendisine Hz. Peygamber tarafından verilen “Ebû Türâb”
lakabından başka “el-Murtazâ” ve “Esedullahi’l-galib” gibi lakapları da
vardır.
Çocukluğunda puta tapmadığı için daha sonraları
“Kerremallahu vecheh” Allah yüzünü mükerrem kılsın, şereflendirsin!” dua cümlesiyle anılırken Tasavvuf erbâbı, Hz. Ali’ye kerremallahu
veche “Şâh-ı Velâyet” ve “Sultânü’l-Evliyâ” lâkaplarını
uygun görmüşlerdir. İslâm’ın yayılış
tarihinde ve müslümanlar arasındaki ilim, takvâ, ihlâs, samimiyet, fedakârlık,
şefkat, kahramanlık ve şecaat gibi yüksek ahlâkî ve insanî vasıflar bakımından
müstesna bir mevkie sahip bulunduğuna, Kur’an ve Sünnet’i en iyi bilenlerden
biri olduğuna hemen hemen bütün Sünnî ve Şiî kaynaklar ittifakla belirtirler.
Kesin olan husus, onun Kur’an ve Sünnet’e tam anlamıyla bağlı, dünyevî işlerden
uzak kalmayı dileyen, İslâm tarihinin Cemel, Sıffîn, Nehrevan gibi talihsiz
vak‘aları sonunda gözyaşı döküp muhaliflerinin iman ve hidayetleri için dua
edecek kadar hassas, takva sahibi ve idealist bir mümin olduğudur.
Ancak onun devri, Allah’ın bir
takdiri olarak son derece karışık geçti. Hilâfete geldiğinde hâlledilmesi
gereken birçok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffîn gibi iç çatışmaları doğurdu. Hz. Ali İslâm devleti
bünyesindeki bu ihtilâfları gidermek için büyük fedakârlık ve gayretler
gösterdi.
Bu karışıklıklar esnâsında ikiye
ayrılan ashâbın birbirine bakışı ise son derece insaflıydı. Onlar birbirlerine;
“Bunlar bize karşı taşkınlık eden
kardeşlerimizdir.” diyorlardı. Her şeye rağmen yine de birbirlerine
kardeş gözüyle bakabiliyorlardı.
Hz.
Ali ashâb-ı kirâm arasında Kur’an, hadis ve özellikle fıkıh alanındaki
bilgileriyle kendini kabul ettirmiş bir otoritedir. Hem hadis rivayet eden hem
de kendisinden hadis rivayet edilen müstesna bir kişidir. 586 hadis rivayet
etmiştir.
Hz.
Peygamber daha hayatta iken Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberlemiş bulunan ve
onun meselelerine hakkıyla vâkıf olan sayılı sahâbîlerden biri de o idi.
Ali b. Ebû Tâlib Yemen’de kadılık yapmıştır. Onun hukuk
bilgisi ve hüküm vermedeki başarısı Hz. Ömer tarafından, “En isabetli hüküm
verenimiz Ali idi” şeklinde ortaya konulmuştur. Bu sebeple ilk üç halife önemli
meselelerde onun fikrini almayı ihmal etmemişlerdir.
Hz.
Ali’nin hikmetli sözlerinden bazıları şunlardır: “İnsanlara anlayacakları
şeyleri (veya hadisleri) söyleyiniz. Aksi halde Allah ve Resulü’nün
yalanlanmasına gönlünüz razı olur mu?”
“İnsanlar
uykudadır; öldükleri zaman uyanacaklardır.”
“Kişi
bilmediğinin düşmanıdır.”
“Her
şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.”
“Size
en büyük âlimin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah’ın kullarına onun
yasaklarını cazip göstermeyen, Allah’ın verdiği mühlete aldanıp da onlara ilâhî
azaptan kurtulduklarını telkin etmeyen ve O’nun rahmetinden ümit kesilmesine
sebep olmayan kimsedir.”
Hz. Ali’nin faziletine dair en güvenilir rivayetlerden
biri de şöyledir: Hz. Peygamber Hayber kuşatması sırasında, sancağı bir gün
sonra Allah ve Resulü’nü seven birine vereceğini ve zaferin onun eliyle
kazanılacağını söylemişti. Bu müjde Ömer b. Hattâb’ı bile heyecanlandırmış,
fakat Hz. Peygamber sancağı Ali b. Ebû Tâlib’e vermiş ve fetih gerçekleşmişti.
Bir diğer sahih rivayet de Hz. Peygamber’in, Ali b. Ebû Tâlib’i ancak
müminlerin sevebileceğine, ona sadece münafıkların kin besleyeceğine dair
hadisidir.
Hz. Ali radıyallahu anh der ki:
“Hayrın tamamı dört şeyde dürülüdür: Konuşmak, susmak, nazar ve hareket.
Konuşması zikir ve hayır, susması tefekkür, nazarı
ibret, hareketi kulluk olan kişiye Allah rahmet eylesin! İnsanlar, böylelerinin
elinden ve dilinden selâmette olurlar.”
Hz.
Ali’den 111 Hayat Ölçüsü, Dr. Murat Kaya Erkam Yayınları İman ve İhsan.com
Ethem Ruhi Fığlalı DİA
M. Yaşar Kandemir. DİA