EHL-İ FÜTÜVVET VE FÜTÜVVET NAMELER

 

Birinin, zamanını, uzmanlığını veya varlıklarını sosyal fayda oluşturmak için gönüllü olarak vermesi olarak tanımlanan filantropi (dilimizde tam karşılığı olmamakla birlikte) hayırseverlik kavramı terminolojimize yeni girmiş olsa da İslam Medeniyeti bu kavramı yüz yıllardır bilfiil zaten uygulamaktadır. İnsanların soyut ve somut her türlü varlığını (Bilgi, tecrübe, para vb) karşılık beklemeden diğer insanların faydasına sunması faaliyetinin medeniyetimizdeki karşılığı vakıftır. Hayır işi yapanlara biz vakıf kişiler derken, vakıf kişilerin oluşturduğu medeniyete de vakıf imparatorluğu adını vererek çalışmamızı bu isimle adlandırdık.

Ulaşabildiğimiz tarihte karşılık beklemeden insanlar yardım etmenin ilk örneği olan Hilfül fudül örgütü İslam öncesinde Mekke’de iki farklı zamanda yapılmış bir antlaşmadır. Antlaşmanın genel hatları şu şekilde anlatılmaktadır:

“Allah’a andolsun ki Mekke şehrinde birine zulüm ve haksızlık yapıldığı zaman hepimiz, o kimse ister iyi ister kötü ister bizden ister yabancı olsun, kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine aykırı davranmayacağız ve birbirimize malî yardımda bulunacağız”

Bu antlaşmaya Peygamber Efendimiz’de (sav) katılmış katılmış ve bu antlaşmadan övgüyle bahsederek, tekrar çağrıldığı takdirde derhal icabet edeceğini söylemiştir. (MUHAMMED HAMÎDULLAH DİA) Peygamber Efendimiz Mekke Müşriklerinin kuralsız şehir devletinde üstün ahlakı ile tanınan birisiydi. Ahlaki üstünlüğü sebebiyle de Hılfül Fudül anlaşmasına taraf olmuştu. Hılfül Fudül anlaşması Cahiliye döneminde farklı zamanlarda iki kez yapılan bir anlaşmadır. Birinci anlaşma veya ahidleşme Mekke şehrinin ilk sakinlerinden olan Cürhümilerden fazl (çoğulu fuzul, fudül) isimli üç kişinin kendi aralarında, yerli veya yabancı kimsesiz birine zulüm yapıldığında zalimden hakkını geri alıncaya kadar kabileleriyle birlikte ona yardım edeceklerine dair ahidleşmeleridir. Mekke şehrinde uzun süre etkisini gösteren bu anlaşma fazlların yemini olarak adlandırılmış ve meşhur olmuştur. 

Birincisinden daha ünlü olan ikinci antlaşma hicretten otuz üç yıl (bazı rivayetlerde yirmi sekiz veya on sekiz yıl) önce yapılmıştır. Mekke’de kabileler arasında zaman zaman çekişme ve çatışmalar oluyor, ayrıca dışarıdan hac ve ticaret için şehre gelen zayıf ve güçsüz kimselere haksızlık ve zulüm yapılıyordu. Bu zulüm insanların huzurunu kaçıracak boyuta ulaşmış olmalı dır ki en son Yemenli birisine yapılan zulüm Hılful fudül anlaşmasını doğurdu.  

Hz. Peygamber’in amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib Yemenli kişinin mağduriyetini önlemek için şehrin en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi Abdullah b. Cüd‘ân et-Teymî’ye toplantı için ikna etti. Toplantıya katılanlar uzun tartışmalardan sonra haksızlığı önlemek için yemin ettiler ve gönüllülerden oluşacak bir grup kurmayı kararlaştırdılar. O sırada 20 veya 35 yaşlarında olan Peygamber Efendimiz (sav) toplantıya amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib ile birlikte katılmıştı.

Hilfü’l-fudûl örgütlenmesi daha sonra devam etmese de önemli olan Efendimiz (sav) böyle önemli bir toplantıya genç yaşına rağmen katılmış olmasıdır. Herkesin kabul edeceği bir olgudur ki cahiliye toplumlarında genç insanların bu tür toplantılara katılmaları kolay değildir. Emeviler döneminde fiili olarak sona eren Hılful fudül Mekke cahiliye toplumunda haksızlıklara engel oldu. Teşkilat mensupları bir tüccarın parasını kurtardıkları gibi başka birinin zorla alı konan kızını kurtardılar. Yine Başka bir seferde Ebu Cehil’in ödemediği parayı Peygamber Efendimiz (sav) teşkilat üyesi olarak tahsil etti.

Bütün kaynaklarda Hz. Peygamber’in bi‘setten sonra da bu ittifaktan övgüyle bahsettiği, İslâmiyet’in onu daha da pekiştirdiğine inandığı ve bu yemini kızıl tüylü bir deve sürüsüyle de olsa asla değişmeyeceğini, tekrar çağrıldığı takdirde de tereddüt göstermeden derhal icâbet edeceğini söylediği (Müsned, I, 190, 317) kaydedilmektedir.

İslam toplumunda Ahlaki erdemleriyle temayüz edenlere ait fütüvvet ve feta kavramları ve teşkilatı vardı. Fütüvvet teşkilatı ilerleyen zamanda Anadolu’da Ahilik olarak tasavvuftan etkilenmiş bir teşkilat olarak ortaya çıktı. Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla ahilik tam anlamıyla filantropik bir teşkilattır.

            Bütün devletler ve ekonomik sistemler devletlerin ticari hayatlarına büyük önem vermişlerdir. Bu önem kapsamında üretim ve satış (sanatkar, esnaf, tüccar) devletlerin her zaman birinci önceliklerinden olmuştur. Ticari hayat vergi geliri, istihdam ve halkın her türlü ihtiyaçlarının karşılanması etkileriyle toplumların en önemli unsurlarından biridir. Orta Çağ’da ticari hayat Çin ve Hindistan’dan Batıya doğru İpek ve Baharat yolu ekseninde gelişmişti. İpek yolu ve baharat yolunu kontrol eden devlet doğal olarak dünya ticaretini de kontrol etme imkanına sahipti. O zamanlarda esnaf-sanatkarlar ve tüccarlar bazı yönlerden imtiyazlı bir meslek guruplarıydı.

Devletler ticari hayatın devamı için esnaf-sanatkar ve tüccarların can emniyetini sağlarlardı. Tüccarların can emniyetinin sağlanmaması ciddi problemlere yol açardı. Mesela Cengiz Han gönderdiği ajan-tüccarların öldürülmesi üzerine Harzemşahlar devletine savaş açmıştı. Savaşın tek sebebi elbette ki bu değildi ama görünürdeki tek sebep tüccarların öldürülmesi olmuştu. Savaşın sonunda Harzemşahlar devleti tarihe karıştı. 

Selçuklu ve Osmanlı döneminde bilhassa tüccarların güvenliği için ana ticaret güzergahları başta olmak üzere sayısız kervansaray da masraflar vakıflar tarafından karşılanıyordu ve üç günlük konaklama, yeme içme Müslüman-gayri müslim ayırmadan herkes için ücretsizdi.  Selçuklu devleti, beylikler dönemi ve Osmanlı devletinin kuruluş döneminde, bölgenin en önemli sivil yapılanması Ahilerdi. Yapılanmalarında tasavvufi neşvenin hakim olduğu Ahilerin inanç esasları, felsefesi ve ahlâk anlayışı, fütüvvet geleneğinin yazılı kaynakları olan fütüvvetnâmelerle şekillenmiş ve bu kaynaklar Anadolu’nun güven ve ahlâk temelli bir Türk-İslâm yurdu olmasında önemli rol üstlenmiştir.

Bu bağlamda fütüvvetnâmeler Ahî kurumunun iç tüzüğüdür. Fütüvvetnâmeler, dinî ve mesleki olarak kaliteli insan yetiştirmeyi esas alan eserlerdir. Fütüvvetnâmelerin oluşturmak istediği örnek insan modeli Türk-İslâm medeniyeti tasavvuru içinde bir ideal olarak güncelliğini korumaktadır.

Kökeni itibariyle “fetâ” kelimesi ile ilişkili olan “fütüvvet”, cömertlik, yiğitlik, yardımseverlik gibi üstün vasıflara sahip fertlerden oluşmuş bir teşkilâttır. Fütüvvet ile aynı anlam dairesinde bulunan Ahîlik, kardeşlik ve yardımlaşmayı ifade eden bir kurum olarak Anadolu’da Ahî Evran ismiyle tanınan Şeyh Nasîrüddîn Mahmûd (ö.1262- (bazı akademisyenlere göre Nasreddin Hoca) ) tarafından kurulmuştur.  Eski Türk akılık ve alplik geleneğinin bir devamı olarak Arap fütüvveti ve İran civanmertliği senteziyle Selçuklular döneminden itibaren kurumsal varlığını sürdüren Ahîlik, Anadolu’da dinî, tasavvufî, askerî, siyasi, idari, kültürel, mesleki ve ekonomik olmak üzere pek çok fonksiyon icra etti.

İbn Battûta (ö.1368-69) seyahatnamesinde 1340 lı yıllarda Anadolu’da Ahîlerin yönetiminde bulunan yirmi dört adet zaviye olduğundan bahisle, ahilerden övgüyle bahseder.

Kaynaklar incelendiğinde ahilerin içinde büyük servet ve nüfuz sahibi, yüksek idari mevkilere mensup devlet adamları, kadılar, müderrisler ve tarikat şeyhleri, kadınların gibi evli ve bekar insanların bulunduğu anlaşılmaktadır. Ahi teşkilatının kadınlar koluna Bacıyan-ı Rum denilmekteydi. Bacıyan-ı Rum’un kendi işlettiği zaviyeleri vardı.

Ahiler dervişlerle birlikte Osmanlı devletinin kuruluşunda ve ilk fetihlerinde pek çok faaliyetlerde de bulundular. Örnek vermek gerekirse Kendisi bir Vefai şeyhi olan Şeyh Edebali’nin kardeşi Semseddin ahi idi. Fatih döneminde esnaflar gedik ve lonca sistemiyle teşkilatlandılar.  Ahilerin ortaya koydukları ahlaki düsturlar Osmanlı devletinin sonuna kadar devam etti.  Ahiler bir esnaf teşkilatı olmalarının yanında siyasi otoritenin zayıfladığı anlarda yerel otorite olarak ta faaliyet gösterdiler. Ahiler, Moğol istilası zamanında Kösedağ bozgunun (1243) ardından Kayseri’yi Moğollara karşı başarı ile savunmuşlardır. Ahilik bir tarikat olmamasına rağmen zaviyelerinde kadiri ve halveti zikirlerini yapılması bir tarikat gibi algılanmasına sebep olmuştur. Yine de Ahiliğin her döneminde tasavvufi neşve görülmüştür. Bu yüzden hiyerarşisi ve törenlerinde tasavvufi ağırlık hissedilir. Ahîlikte sıralama yiğit, Ahî ve şeyh şeklindedir. Aslında bu Türkler de İslamiyet ve tasavvufun birbirlerinden etkilenmeleri ve içi içe geçtikleri bilindiği için yadırganacak bir durum sayılmamalıdır.

Fütüvvetnameler de “ başkasının isteğini kendi süflî arzularına ve hevâsına tercih etmek” olarak tanımlanan fütüvvet, genellikle doğruluk, kanaat, sabır, rıza ve cesaretle birlikte anılmaktadır.  (“Sen af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir. Araf 199) ayetinde tasvir edilen kişinin erdem sahibi ve batılı terk edenin gerçek Ahî olduğu vurgulanmaktadır. Bir Ahî “Şevk benim mürekkebimdir, tevekkül benim rızamdır, kanaat benim hüviyetimdir, sıdk benim menzilimdir, yakin benim mekânımdır, fakr benim fahrımdır.” düsturuyla yol haritasını çizmektedir. Ayrıca şefkatli ve merhametli olmak, Ahî geleneğinde çok önem verilen erdemlerden biridir. Fütüvvetnâmeler insanları, kibir, dedikodu, haset, yalan ve hile gibi kötü huylardan vazgeçmeleri hususunda sıklıkla uyarmaktadır. Ahilerin helal kazanç için alınteri dökmesi gerektiği şöyle anlatılır:

Kul rızkını Allah’tan bildikten sonra içtihat edip talebinden imtina ede. Rızkını Allah’tan görüp kesbi sebep bile. Muhakkak rızık Hüdâ’dandır. Kesb farzdır. Kesbi farz bilmeyenin kazancı helâl değildir. Eğer kesb farz olmasa, enbiya ve evliya kesb için uğraşmazdı.

Fütüvvetnâmelerde işlenen konular, birçok yönden günümüz modern toplumlarının maddi ve manevi ihtiyaçlarına cevap verebilecek niteliktedir.

( Ehl İ Fütüvvet Ve Fütüvvetnameler başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 28.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu