AHİLER

 

İslam toplumlarında mensuplarına civanmerd, ayyar (ayyaran), feta (fıtyan) gibi isimler verilen fütüvvet ülküsünün, İslam'ın yayılmasına paralel olarak Suriye, Irak, İran, Türkistan, Semerkant, Endülüs, Kuzey Afrika ve Mısır gibi yerlerde esnaf ve sanatkarlar arasında yaygın olduğu bilinmektedir. Fütüvvet ülküsünün Anadolu’daki temsilcileri Ahilerdir. Ahilik Arap ve İran fütüvvet idealiyle eski Türk akılık ve alp geleneğinin sentezinden ve kurumlaşmasından ibarettir şeklinde de tanımlanmaktadır. Ahiliğin kurucusu Ahi Evran'ın asıl adı Hoylu Şeyh Nasıruddin Mahmud' dur. Ahilik geleneğinde Debbağların piri olarak görülen Ahi Evran aynı zamanda 32 çeşit esnafın da piri sayılmıştır. Ahi Evran'ın prensiplerinin etkinliği kendisinden sonra da devam etmiş, Kırşehir' deki Ahi Evran tekkesi şeyhi imparatorluk sınırlarındaki her şehirde ahilerin reisi olarak kabul edilmiştir.

Neşet Çağatay ve Mikail Bayram ahiliğin Anadolu'da doğmuş Türklere mahsus bir kurum olduğunu iddia ederlerken, Ahmet Yaşar Ocak tarihi ve sosyolojik gerçeklerin bu görüşe aykırı olduğunu ifade etmektedir.

Ahilik Türklere mahsus bir teşkilat olmasa da kurumlaşması Ahi Evran liderliğinde Türkler arasında olmuştur. 1220'lerde başlayan Moğol istilası nedeniyle çoğu esnaf ve sanatkar olan onbinlerce insan, Maveraünnehr, Horasan ve İran gibi bölgelerden ayrılıp güvenli bir yer olan Anadolu'ya geldiler. Bu kalabalık ve sürekli göçlerle gelen esnaf ve sanatkarlar Ahi Evran liderliğinde birleşerek tezgah ve atölyelerini kurdular ve birer konuk evi mahiyetinde olup geceleri toplantı yerleri olarak da kullanılan Ahi zaviyelerini inşa ettiler.

Ömer Lüfi Barkan'a göre, Anadolu'da tesadüf edilen zaviyelerin çoğu Osmanlılardan evvelki beyliklerin himaye ve nişanlarıyla kurulmuş olan ahi zaviyeleridir. Anadolu de Ahi zaviyelerinin belirli bir bölgede toplanması gibi bir duruma rastlanmaz. Saruhan, Menteşe, Amasya ve Tokat gibi yerlerde sık rastlanmakla beraber diğer şehirlerde de pek çok Ahi zaviyesi vardır. Türkiye’nin pek çok yerinde Ahi isimli kasaba, köy, ve mahallenin bulunması Ahi teşkilatının nüfuzunun yansıması olarak değerlendirilebilir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığından emekli öğretim görevlisi Sadi Bayram’ın 1997 yılındaki tespitlerine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığı Arşivi'nde Ahi adı geçen 88 adet vakıf bulunmaktadır. Bunlar: Afyon, Aydın, Bilecik,  Elazığ, Isparta, Kocaeli, İstanbul, Kayseri, Manisa, Niğde, Samsun ve Zonguldak’da 1, Antalya, Balıkesir, Bolu, Çanakkale, Çorum, Denizli, Edirne, Eskişehir, Kastamonu, Trabzon, Yozgat’ta 2, Bursa, Kırşehir ve Tekirdağ’da 3, Amasya ve İzmir’de 4, Ankara 8, Kütahya 9, Muğla 7, Sivas 5, Tokat 7) Vakıfların 7 tanesi Para (nukud)  vakfı 14 tanesi zaviye vakfı 1 tanesi eczahane vakfı diğerleri genel amaçlı (cami, mescid, tekke, su, mektep vb) gayri menkul vakıflarıdır.   

Osmanlı Devleti'nin kurulduğu yıllarda ahiler ve ahi zaviyeleri ile ilgili en kapsamlı bilgilere Orhan Gazi döneminde Anadolu'da seyahat etmiş olan İbn Batuta'nın eserinde rastlıyoruz. İbn Batuta, Anadolu'da Türkmenlerin yaşadığı her vilayet, şehir ve köyde ahilerin bulunduğunu ifade etmiştir. İbn Batuta'nın belirttiğine göre ahiler, memleketlerine gelen yabancılara yakın ilgi gösterirler, yiyeceklerini, içeceklerini temin ederler ve diğer ihtiyaçlarını karşılamaya itina gösterirlerdi. İbn Batuta. Antalya' da ahiler tarafından zaviyelerinde ağırlandığını ve benzer şekilde Burdur' da da yine ahilerin kendileri için bir ziyafet tertip ettiklerini ifade etmiştir. Ladik'e (Denizli) girişlerinde ise Ahi Sinan'ın ve Ahi Duman'ın yoldaşları arasında, kendilerini zaviyelerinde ağırlama hususunda bir kargaşa yaşandığını ve hatta bu iki grubun kavgaya tutuştuklarını belirtmiştir.

 

 

 

 

AHİ ZAVİYELERİ

 

Ahiliğin kurum olarak en belirgin fonksiyonu, konuklara ve fukaraya yardım etmek, bir sanat ya da meslek sahibi olan üyelerini gündüz tezgah ve atölyelerde işbaşında, geceleri ahi zaviyelerinde sosyal ve ahlaki yönlerden eğitmekti. Anadolu'da ahi zaviyeleri daha çok Orta Anadolu şehir ve kasabalarında yoğunlaşmaktaysa da, diğer bölgelerdeki şehirlerde de kurulmuş ve benzer faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Esnaf ve sanatkarların dernekleri olan bu çatılar, tasavvufi kültürle beraber üyeleri arasındaki sevgi ve dayanışmayı da sağlamışlar, siyasi ve ticari hayata yön vermişlerdir. Ahi zaviyelerine mensup sanat erbabı kimseler gündüz mesleklerinde çalışırlar, kazançlarının bir kısmını bakmakla yükümlü oldukları kimseler için harcarlar, diğer bir kısmını da zaviye için getirip oradaki başkana teslim ederlerdi. Özellikle genç ahilerin çoğunluğu, zaviyede toplanan paralarla o akşam için yemek hazırlamak üzere zaviyede toplanır ve misafirlerle birlikte topluca akşam yemeği yenirdi. Muallim ahiler, eğitim için yanlarına verilen gençlere namaz ve oruç gibi İslami bilgiler ile ahilerin prensip ve edeb kaidelerini öğretirlerdi. Mesela, Ankara'da bulunan Ahi Yakup Zaviyesi 'ne eğitim-öğretim faaliyeti şartı ile bostan öşrü verilmesi bu müesseselerde eğitime verilen önemi göstermektedir.

Medreselerin olmadığı kırsal bölgelerde bu konuda oluşan boşluğu ikmal etme noktasında daha da önemli hale gelen zaviyelerde eğitim medreselerden farklı olarak geniş bir perspektifte sunulmaktaydı. Teşkilat mensupları kendilerine uygun her mahfil, toplantı ve eğlenceye katılabilir ve buralarda ilgileri doğrultusunda yeni şeyler öğrenirlerdi. Bu yöntem medreselerdeki hoca-talebe ilişkisinden farklı bir boyutta gelişmiş ve fütüvvetnamelerde bu durum terbiye-ahi ilişkisi olarak adlandırılmıştır.

Ahi zaviyelerinde evliya menkıbeleri, örnek şahsiyetlerin hayatları, şuiir ve konuşma sanatı öğretilirken diğer yandan da insanları savaşa hazırlayan, kılıç ve silah kullanmak, atıcılık, güreş gibi sporlar da öğretilmekteydi.

Zaviye faaliyetlerine meslek mensuplarından başka kadı, vaiz, müderris, hatip, emir ve beğ gibi değişik gruplardan insanlar da katılmışlardı. Anadolu' daki seyahati sırasında, Konya' da şehrin kadısı İbn Kalem Şah'ın zaviyesine misafir olan İbn Batuta, bu zatın bir ahi olduğunu ve zaviyesininde en büyük zaviyelerden biri olduğunu söylemektedir. Niğde'de Ahi Çaruk'un zaviyesinde, Kayseri'de ise ünlü bir "beğ" olan Ahi Emir Ali'nin zaviyesinde kaldıklarını yazmıştır.

Zaviyelerde kesintisiz verilmesi gereken hizmetler arasında, ayende ve rayendeye yani gelip geçenlere yemek yedirilmesi ve barınmalarının temin edilmesi önemli bir yer tutmaktadır. (Hicri 1308 ve 1331 yıllarında Sivrihisar Ahi Rüstem Zaviyesi'ne yapılan zaviyedarlık tayinlerinde ayende ve revendeye it'am-ı ta 'am (gelip geçenin doyurulması ) şartı, ihmal görüldüğü takdirde vazifeden alınma ihtimali özllikle vurgulanırken, Eskişehir'deki Ahi İdris Zaviyesi'ne ait evkafdan bir değirmen ve bir çiftliğin ayende ve rayendeye hizmet etmek için vakfedildiği kaydedilmiştir.

Tokat'taki Ahi Paşa zaviyesinin vakfiyesinde, yemek için buğday, batman pirinç, sadeyağ, koyun eti ve yemek ve içmek için süzülmüş bal ekmek, tuz ve nohut alınması için 800 dirhem ayrılması şart koşulmuştur. Antep'teki Ahi Ahmed zaviyesinde ise mutad masraflar ve tamirat giderlerinden sonra kalan para ile fakirlere yılda bir defa aşure gününde yemek dağıtılması vakıf şartıdır. Zaviyelerin bulunduğu yerlerdeki virane araziler ziraate açılarak hem yol güvenliği sağlanırken hem de yolcuların ihtiyaçları karşılanmış oluyordu. Zaviyeler bu vazifelerini bir şekilde ifa etmezlerse devlet tarafından sıkı takibe uğruyorlardı.

 

 

 

AHi ZAVİYELERİNİN GELİR KAYNAKLARI

 

"Türk Fütüvvet Hareketi" denilebilecek Ahilik kurumu XII. yüzyılın ilk yarsından XX.  yüzyılın başlarına kadar Balkanları ve Kırım’ı içine alacak kadar yaygınlık kazanarak bir taraftan fetih ve gaza hamlelerini kolaylaştıran askeri bir teşekkül, bir taraftan da, şehir ve kasabalarda sanatkarları ve çalışanları kendi himayesine almış iktisadi bir kurumdur, bir taraftan da kurumsal bir eğitim kurumları zinciridir.

Osmanlı padişahları Selçuklulardan kalma haklarını "ayende ve revendeye" hıizmet etmek karşılığında Ahilere vermişlerdir. Ayrıca Ahilerin fethettikleri yerlere yerleşmelerine de olumlu yaklaşmışlardır. Örneğin, Ahi Mahmut Aydın taraflarında İsa Bey nişanıyla bir takım araziye mülkiyet üzere tasarruf etmekteydi. Saruhan' da Ahi Aslan, Ahi Farkun, Ahi Şaban, Ahi Çarpık, Ahi Yahşi, Ahi Yunus, Kandırmış, Şeyh, Durnca Baba, Nusrat Şeyh, Saru İsa, Kutlu Bey zaviyeleriyle, Menteşe'de Ahi Yusuf, Ahi Feke, Ahi Debbağ, Ahi Ümmet, Ahi İsmail zaviyelerinin varlığı bu tezi destekler. 1368 yılında Gelibolu'da Ahi Musa ve ailesine verilen" imtiyazlardan başka Malkara'da dükkan ve değirmenlerin bulunması izlenen politikanın işaretidir. I. Bayezid'in Dimetoka'da bir zaviye yaptırarak şehir içinde inşa ettirdiği bir başhanenin gelirini zaviyeye vakfettiği bilinmektedir. Yenice Zağra'da Kılıç Baba zaviyesi, Çirmen'de Musa Baba zaviyesi bu döneme ait olup, yalnız Paşa livasında çoğunluğu bu şekilde kurulmuş bulunan 67 zaviye mevcuttur.

İlk Osmanlı hükümdarları Ahi zaviyelerini, Osmanlı Beyliği topraklarındaki Türkmen kitlelerini serbest düşünceli ve hoşgörülü bir İslam anlayışının bayrağı altında toplamakla görevli bir yönetim aracı olarak kullanmışlardır. Ahilerin, uçlardaki değerler sisteminin girift bir şekilde gaza rubu ile iç içe geçmiş özelliklerine dinde serbest görüşlülüğü ve içericiliği de bünyesine katmış olduğu görülmektedir. Şeyh Edebali gibi Ahi liderleri (Şeyh Edebali Vefai şeyhi, kardeşi Şemseddin ve oğlu Hasan ahi’dir) ve yandaşlan farklı toplumsal ve kültürel katmanlara dahil farklı tasavvufi eğilimleri bir arada topladılar. Abiler de bir ölçüde heterodoksiye yakınlardı ve İslam öncesinden kalma özellikler taşıyorlardı; ancak kırsal ve göçebe çevrelerden ziyade genellikle kentlerde etkiliydiler. Anadolu'nun bütün belde ve kentlerinde Ahilerin bulunduğu göz önüne alındığında bunların basit mesleki birlikler olmayıp, gerçek tasavvufi neşveli örgütler olduğu anlaşılmaktadır.

Ömer Lütfü Barkan, Anadolu 'nun Türkleşme sürecinde Ahi zaviyelerinin rolünü anlatırken şu ifadelere de yer verir: "Anadolu ya doğru yapılmış olan derviş akım ve bu dervişlerin köylere yerleşerek toprak işleri ve din propagandası ile meşgul olmaları hareketi ve zamanın beylerinin bu gibi kolonizatör dervişlere bir takım muafiyetler, haklar ve topraklar bahşetmek suretiyle onların kendi memleketlerine yerleşmelerine temine çalışmaları, Anadolu istila ve iskanları kadar eskidir. Anadolu 'da yer alan zaviyelerin çoğunun Osmanlılardan evvelki beyliklerin himaye ve nişaneleri ile kurulmuş Ahi zaviyeleri olması lazım gelir"

Ahi zaviyeleri hakkında Nasıri'nin Fütüvvetname'sinde ve İbni Batuta'da az da olsa bazı bilgilere rastlamaktayız. Nasıri, fütüvvet erbabının topluluk yeri olan Ahi zaviyesine asitane yani büyük tekke dendiğini, asitanenin dört taraflı, yani başka bir yapıya bitişik olmayıp avlu içinde bulunması gerektiğini, kapısını ve avlusunun iyi bir şekilde yapılması ve aydınlık olması için duvarlarının beyaz olması gerektiğini bildirir; "Zaviyenin temiz tutulması gereklidir. Mutlaka suyu olmalıdır, Kapısına hayvan bağlanmaması için kapıya bakan birisi bulunmalıdır. Zaviye ağır halılar ya da güzel kilimlerle döşenmelidir. Ancak Ahinin kapısında perde bulunmaz. Çünkü bu ululuk alametidir: Bir de zaviyede kadın bulunamaz. Çünkü kadın bulunursa töhmetten kurtulmak güçtür. Ahi erlerle sohbet etmeli ve zaviyede temiz kişiler mihman edilmelidir"

İbni Batuta Antalya'daki bir Ahi zaviyesinden bahsederken zaviyenin "Rum ülkesi halılarıyla döşeli olduğunu, Irak camından avizelerle döşenmiş bulunduğunu söyler ve misafir odasında birkaç çerağ yandığını anlatır. Devam ederekBu çerağlar bakırdan ve üçayaklı olup, üstünde yine bakırdan ve ortasında fitil kanacak yeri bulunan genişçe bir bakır kandilin olduğunu, buraya erimiş yağı doldurulduğunu, çerağların yanında yağ dolu kaplar ve fitili düzeltmeye yarayan bir de makas durduğunu, icap edince fitilin makasla kesildiğini ve fütüvvvet ehlinden birinin çerağcılık hizmetinde kullanıldığını anlatır: Fütüvvet ehli gündüz kazancını getirir. Misafir gelirse zaviyede konuklanır: Esasen zaviyedeki topluluk odasında misafirler için ayrı bir peyke vardır: Fütüvvet ehli yemeklerini hep beraber yerler: Sonra sohbeti, müzik ve sema ile vakit geçirirler: Ahiler çok cömerttirler: Bu cömertliği misafir ağırlamak ve konuklamak için birbirleriyle çekişecek kadar ileri götürmüşlerdir." demektedir.

Ahi zaviyeleri başkan tarafından yaptırılır, halılar, kilimler ile döşer, kandillerle aydınlatırdı. Her zaviyeye bağlı olan sanatkarlar, akşam üzeri işlerini bitirdikten sonra kazançlarından bir kısmını başkana getirirlerdi. Bu paralar ile zaviyenin giderleri karşılanırdı.

            Zaviyenin yönetimine seçimle gelen Ahi Baba yönetimde mutlak söz sahibi olur ve yaşanılan bölgede otorite boşluğu olması durumunda siyasi yönetimi de devralırdı.  

Burgazi Fütüvvetnamesi'ne göre Ahinin terbiye üzerindeki, terbiyenin Ahi üzerindeki hakları şunlardır: (Burada kast edilen terbiye Ahinin ahlaki gelişimi için yanında bulunduğu kıdemli Ahi olmalıdır. Çünkü terbiye İslam geleneğinde “çocuğu veya ekini besleyip büyütmek, geliştirmek” “bir şeyi en mükemmel derecesine ulaşıncaya kadar adım adım inşa etmek” “bir şeyi derece derece geliştirerek kemaline ulaştırmak” şeklinde tanımlanmaktadır.) "Terbiye, Ahisinin sözünü dinleye ve asla sözünden çıkmaya; terbiye, Ahisi yanında edebe muhalif yapmaya; terbiye, Ahisini can-ı gönülden sevip, ona yakınlık duya ve yakınlık göstere; terbiye, Ahisi kendisine menfi bile davransa sabredip ondan yüz çevirmeye; terbiye, bir Ahiye bağlana sonra mürtet olup başkasına bağlanmaya."

Sühreverdi tarafından sistematik şekilde ortaya konan Ehl-i Fütüvvete’e ait ahlak kuralları çeşitli fütüvvetnamelerde açık ve kapalı, dışa ve içe ait olmak üzere sınıflandırılan on iki emirden oluşmaktadır. Kapalı ve dışa ait olan altı emir şunlardır: Şalvar ile ilgili emir; gayrimeşru ilişkilerden sakınmayı, mide ile ilgili emir; yasaklanmış yiyecek ve içeceklerden sakınmayı, dil ile ilgili emir; dedikodudan, boş laftan ve iftiradan sakınmayı, göz ve kulakla ilgili emir; görülmemesi ve duyulmaması gereken şeyleri görmekten ve duymaktan sakınmayı, el ve ayak ile ilgili emir; dünya nimetlerine bağlanmaktan sakınmayı gerektirmektedir.

Açık ve içe ait altı emir ise; cömertlik, tevazu, kerem, merhamet ve bağışlama, bencil olmama, realizm olarak sıralanabilir. Ahi zaviyelerini yaptıran Ahi babalarının da sanatlarında yüksek düzeye ulaşmış zengin kişilerden olmaları, zaviyelerin, geniş avlulu görkemli yapıları, gelir kaynaklarının fazlalığı zaviyelerin zengin vakıflara bağlı olduklarının göstergesidir.

Arşiv belgelerine göre; Tire-Aydın Fota köyündeki Ahi Baba zaviyesinin yıllık 2450 akçe, Balat-Menteşe Kınık köyündeki Ahi İslam zaviyesinin 1565 akçe, Mazon- Karacadağ köyündeki Ahi Ömer zaviyesinin 1800 akçe, Bozöyük- Leyne köyündeki Ahi Sinan zaviyesinin 1300 akçe, Çine'deki Ahi Bayram Bey zaviyesinin 2040 akçe, Balıkesir kazasındaki Ahi Mustafa bin Ahi Ali zaviyesinin 4129 akçe, Hüdavendigar sancağı, Kirasiye köyündeki Ahi Çoban zaviyesinin 1424 akçe, Beypazarı kazasındaki Ahi Evran zaviyesinin 1200 akçe, Antalya kazasındaki Ahi Kızı zaviyesi 4320 akçe, Kütahya sancağına tabi nefs-i Kütahya'daki Ahi Mustafa tekkesinin 3913 akçe, Şeyhlü'deki Ahi Hayreddin tekkesinin 2036 akçe, Nefs-i Kütahya'daki Ahi İzzeddin zaviyesinin 2600 akçe geliri bulunmaktaydı.

Osmanlı Devleti'nin kırsal ekonomisi ve tımar sistemi büyük ölçüde zirai üretime dayanıyordu. Tarım üretim kaynaklarının en önemlilerinden olan tarım arazi ve işletmeleri aynı zamanda vakıf kurumların da önemli gelir kaynaklan arasındaydı.

Zaviye vakıflarını ayakta tutan en önemli gelir kaynağı şüphesiz ekilebilen tarım arazileridir.(karye, çiftlik, bahçe, bağ, bostan, arazi ve tatlı sular) Üretim karşılığı bu arazilerden elde edilen gelirlerle hem vakıf görevlilerinin ücretleri ödenirken aynı zamanda vakfiye şartları yerine getirilmektedir.

Selçuklu ve Osmanlı dönemindeki vakıfların (Para vakıflarının kurulmaya başlanmasından önce) en önemli gelir kaynakları bağ, bahçe, tarla gibi gayrimenkul arazilerdi. Örneğin, XVI. yüzyılda Menteşe vilayeti, Mekri kazasındaki Ahi Beytimur zaviyesinin Sandılu köyünde 1280 akçe geliri olan üç çiftlik, 12 kıt'a bahçe, Amas'da iki dönüm bağ, Ovacık'ta bir pare incir bahçesi, Sandılu'da iki değirmeni bulunuyordu. Yine Menteşe sancağındaki Ahi Mehmed zaviyesinin, 4 kıt'a bağ, 1 kıt'a incir bahçesi, 5 müdlük (1330’larda Marmara, Kastamonu, Konya, İznik, Manisa, Antalya ve Karahisar müddünü yaklaşık 70,99 kg dır) yer ve 6 ay yürür bir değirmen hasılından oluşan 630 akçe, Dalaman köyündeki Ahi Yunus zaviyesinin 520 akçe gelirli 6 parça öşürlü yer, 4 dönüm bağ ve 14 dönüm yeri vardı.  Yine İzmir kazasındaki Ahi Osman zaviyesinin Moladan'da 1 parça zeytinliği, Tire'deki Ahi Süleyman zaviyesinin 200 akçe gelirli bir zeytinliği bulunuyordu.

Vakıf arşivlerinden vakıf gayrimenkullerinden birisinin de değirmenler olduğunu görüyoruz. Örneğin Karacadağ karyesindeki Ahi 6 ay yürür öşr ve resm vermeyen bir değirmeni vardı. Aynı şekilde Hamid sancağı Uluborlu daki Ahi Şemseddin zaviyesinin 6 ay yürür 50 akçelik bir değirmeni bulunurken aynı yerdeki Ahi Ömer zaviyesinin 100 akçe gelirli bir sebil değirmeni vardı.

Selçuklu ve Osmanlı dönemi vakıf kayıtları incelendiğinde, bilhassa sultan, vezir ve hanım sultan vakıflarının tamamında farklı yerlerde köy ve mezraların akarat olarak kaydedildiği açıkça görülmektedir. Vakıf defterlerinden Ahi zaviyelerine de bu şekilde köy ve mezraların vakfedildiği tespit edilmiştir. Hüdavendigar sancağı Akhisar kazasına bağlı Yılanda köyü hem zaviye hem köprü hizmeti için Ahi İlyas’a vakıf olarak verilmişti. Aynı sancakta yer alan Çökre-i Kebir köyü Ahi Sadık'a, Eşen-Güney köyü ise Ahi Hızır'a vakıf olarak yazılmıştı.

            Vakfedilen mezraalar içerisinde de Oluklu mezrası Ahi Hacı'ya, Gül özü mezrası Ahi Ahi'ye, Göynük mezrası Ahi Paşa'ya, Günay Mezrası ise Ahi Davud'a vakıf olarak yazılıydı. Vakıf tarihini incelediğimizde hayırsever, cömert insanların taam vakıfları ve imaretlere, kullanılmak üzere mutfak malzemesi de vakfettiklerini tespit edebiliyoruz. Mesela Menteşe sancağındaki Ahi Eyne Hace zaviyesi vakfının malları arasında zaviye şeyhi tarafından vakfedilen 1 adet Kazan ve 2 adet dığan bulunuyordu.(yağ tavası, ufak kulplu süt bakracı ya da tencere)

Osmanlı döneminde şehirlerin nüfuslarının ve ticaretin artmasıyla ticari işletmeler vakıf akaratları arasında ciddi yer kaplamaya kapladı. Ahi zaviyeleri de bundan paylarını aldılar elbette. Ekonomik gücü yüksek vakıf sahipleri pek çok yerde hamam, dükkan, bedesten, iş hanı türü binalar yaptırarak hayratları için gelir sağladılar. Karahisar merkezindeki Ahi Ulubey vakfının Karahisar'daki kasap dükkanından 1440, Akviran köyündeki 2 hamamdan 380 akçe kira geliri bulunurken, Sandıklu'daki Ahi Bayezid zaviyesinin 357 akçe kira geliri elde ettiği 9 dükkan, 45 akçe geliri olan 2 debbağhanesi vardı. Karhane olarak adlandırılan atölye, imalathane tarzı iş yerleri ise tüm malzemeleriyle vakfediliyor kira geliri ise vakfa aktarılıyordu. Edremit te (Karesi) bulunan Ahi Burak zaviyesinin bir karhaneden senelik 216 akçe geliri vardı.

Vakıflara kira geliri sağlayan bir diğer gayrimenkul türü de kaynaklarda ev, oda, beyt, hane, menzil gibi isimlerle anılan meskenlerdir. Ahi zaviyelerinin de bu tür mülkleri kayıtlara geçmiştir. Ahi İzzeddin vakfının Kütahya- Ahi İzzeddin mahallesinde kira geliri aldığı bir evi vardır. Nefs-i Peçin’deki Ahi Ahi Hüseyin zaviyesinin 4 evi, Milas’taki Ahi Hace zaviyesinin 2 evi, Uluborlu’daki (Hamid sancağı) Ahi Şemseddin zaviyesinin 1 evi vakfiyet üzere işletilmektedir.

Ahi zaviyelerinin gelir kaynaklarından birisi de İcare denilen vakıf emlakinin kiralanmasından elde edilen kira gelirleriydi. Kütahya'daki Ahi Mustafa zaviyesi gelirleri arasında 4072 akçe tutarında 31 dükkanın kira geliri vardı. Uluborlu’daki (Hamid sancağı)  Ahi Şemseddin zaviyesi 1’i kasap olmak üzere 5 dükkanın 110 akçe tutan icaresini hizmetleri için kullanıyordu.

Çiftçiden alınan öşür, resm-i çift, resm-i ağnam ve ticari işlemlerden alınan bütün vergiler rüsum-u şer'iyye kapsamındadır.  Cürm ü cinayet, arus, bennak, mücerred vb. vergiler ise Rüsum-u örfiyye yi oluşturur ki bunlar devlet işlerinin yürütülmesi karşılığında alınan vergilerdir. Osmanlı dönemi vakıflarının pek çoğunda olduğu gibi, devlet tarafından vergiler vakıflara gelir olarak tahsis edilebiliyordu. Yani devlet vergi gelirinden vazgeçerek vakıflara finans sağlamış oluyordu.  Bursa-Akhisar-, Eşengüney köyündeki Ahi Hızır zaviyesinin 16 nefer 10 hane, 1'i imam 6 nimçift, 5 bennak, 5 mücerred'ten oluşan nüfusun 144 akçe çift ve bennak resmi hınta’dan 14, alef’ten iki, burçak'tan 2, bahçeden 120, kovandan 10, resmi asiyap'tan 75 akçe öşür geliri bulunmaktaydı. Yine Bursa Sivrihisar daki Ahi Rüstem zaviyesi Babulu köyünden 4440 akçe, Kemer köyünden 2220 akçe vergi gelirine sahipti.

Ahi zaviyelerinin bir diğer gelir kaynağı Mukataa üsulünden elde edilen gelirdir. (Mukataa: Mültezimlerin belli bir bedel karşılığında arazinin yönetim hakkını elde etmesidir.) Bu yöntemde kiracı vakıf arazisine ağaç dikebiliyor, bina yapabiliyordu. Mukataa miras yoluyla nüfus kaydındaki herkese intikal ediyordu.) Aydın 'ın İzmir nefsindeki Ahi Osman zaviyesinin Yağlıca da Abaoğlu mukataasından 110 Hacı Hızır bağı mukataasından 80, Eyüboğlu mukataasından 50, Ahi Bahşayış mukataasından 30 akçe, Halkapınarı Han bey’i mukataasından 30 akçe, Yorgi bağ mukataasından 12, Çölmekçi İskender mukataasından 80 olmak üzere yıllık toplam 392 akçelik geliri vardı.

Yine Kütahya'daki Ahi Hayreddin zaviyesini 3 zemin mukataasından 105, bahçe mukataasından ise 25 akçe kayıtlı geliri vardı.

Hamid sancağı, Burdur nefsinde bulunan Ahi Muhammedi zaviyesinin 2 kıta zeminden malikane hissesi 150 akçe, 1 kıta bağ öşrü malikanesinden 10 akçe, 1 bağ dönümü malikanesinden de 100 akçe olmak üzere toplam 260 akçelik malikane geliri vardı. Aynı zaviye 3 kıta zeminden malikane hissesinden 300 akçe, 2 dönüm bağ öşrü malikanesinden de 100 akçe olmak üzere toplam 400 akçelik malikane gelirine ulaşmıştı.

KIRŞEHİR AHi EVRAN ÜNİVERSİTESİ Yayın No: 002 IV. ULUSLARARASI AHILIK SEMPOZYUMU XIII-XVI. Yüzyıllarda Ahilik" 27-29 Eylül/ September 2018 KIRŞEHİR

AHi ZAVİYELERİNİN GELİR KAYNAKLARINA DAİR BİR ÇALIŞMA Burcu AKBULUT Ordu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Öğrencisi

https://www.sadibayram.com/?page=makaleler&mid=356&id=2

 

( Ahiler başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 29.08.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu