OSMANLI ESNAFI
Türk ticaret hayatında
esnaf ismiyle tanımlanan küçük ticari işletmelerin yeri yadsınamaz. Esnaf ve
sanatkarlar ilk olarak Ahi ismiyle Anadolu Selçuklular döneminde teşkilatlı bir
gurup olarak ortaya çıktılar. Ahilerin sosyal ve ticari hayattaki etkinlikleri
Osmanlı döneminde de devam etti.
16.yüz
yılda Amerika kıtasının keşfi ve deniz ticaret yollarının bulunması ile ticari
hayatı İpek Yolu’na bağlı Osmanlı ticari sistemi bir durgunluğa girmeye
başladı. Ama her halükarda ticari hayat devam etti. Osmanlı devletinde Bursa,
Edirne ve İstanbul’un sosyal ve ticari anlamda gelişmesi Başkent olmalarıyla
doğrudan bağlantılıdır. En uzun süre başkentlik yapan İstanbul hiç şüphesiz bu
gelişmeden en fazla payı almıştır.
Miyase Koyuncu Kaya’nın,
Vakıflar dergisinin Aralık 2014 tarihli 4.sayısında Vakıf Kurucusu Olarak
Osmanlı Esnafı (18.Yüzyıl İstanbul Örneği) İsimli çalışmasında yazdığına göre:
Esnaflar, farklı dönemlerde vakıf kurucusu olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Kaya’nın tespitine göre XVIII. yüz yılda Esnafların kuruculuğunu yaptıkları
vakıfların tüm esnaf vakıfların oranı %
20’ye tekabül etmektedir. Kaya XVIII yüz yıldaki esnaf vakıflarını reaya
vakıfları arasında değerlendirmekte ve belirtilen yüz yılda kurulan esnaf
vakıflarının tüm vakıflara oranını ise % 1.82 olarak belirtiliyor. Vakfiyeleri
mevcut 18. yüzyıl İstanbul'unda ikamet eden vakıf kurucusu esnaf arasında bir
kısmı hacı olan saraç, keresteci, hamamcı, yumurtacı, kasap, çadırcı, haffaf,
sabuncu, kazancı, çubukçu gibi çeşitli meslek mensupları ve esnaf idarecileri
de bulunmaktadır.
Miyase
Koyuncu Kaya’nın incelediği vakfiyelere göre,18.yüz yıl esnaf vakıflarının çoğu
yarı ailevi olup vakıfların çoğu gayrimenkul vakfı statüsündedir. Para
vakıfları da parayı işletmek yerine akar alınıp icareteyn usulü ile kiraya
vermeyi tercih etmektedir. Vakfiyelerde ki mütevelli seçimi bütün Osmanlı
vakıflarında olduğu gibi kendileri ve çocukları tercih edilmekte, ardından
tercih yaşam çevrelerine yakın kişiler olmaktadır.
Esnaflar İstanbul’da
ikamet etmelerine rağmen memleketlerini unutmamış, memleketindeki
gayrimenkulünü satarak İstanbul’da hayır işine kanalize edenler olduğu gibi,
birçoğu da memleketlerinde cami, mektep, çeşme gibi toplumsal istifadeye
yönelik hayri hizmetlerinin devamlılığını sağlamak için İstanbul'daki bir
akarını ya da parasını vakfetmeyi tercih etmiştir. Örnek olarak Ali Ağa ise bir
miktar parasından ve Nevşehir'de-iki farklı değirmende olan hissesinin kiraya
verilmesi ile elde edilecek geliri hem Nevşehir'deki mektebin giderleri hem de
İstanbul'da Ahi Çelebi Camisinde vaaz verilmesi şartıyla vakfetmiştir.
Miyase
Koyuncu Kaya Vakıflar dergisinin Aralık 2014 tarihli 4.sayısında Vakıf Kurucusu
Olarak Osmanlı Esnafı (18.Yüzyıl İstanbul Örneği)
OSMANLI’DA VAKIF - ESNAF ÎLÎŞKÎSİ
Osmanlı
toplumu yönetenler (askeriye) ve yönetilenler (reaya) olmak üzere iki ana
unsurdan oluşuyordu. Reaya, üretici olan, ticaret yapan, vergi veren yerleşik
veya yarı yerleşik halktan yani reaya şehirliler, köylüler ve göçebe
aşiretlerden meydana gelmiş vergi yükümlüsü zümrelerdi. Reaya kapsamında
öncelikle şehirde yaşayan kesimler (ticaret, endüstri vb. işleri yapan ve
esnaflar).
Türklerin
Anadolu’daki ilk esnaf teşkilatlanması Ahîlik çatısı altında gerçekleşti.
Selçuklular ve Osmanlı devletinin kuruluş dönemlerinde önemli görevler üstlenen
(Kalifiye eleman yetiştirmek, üretim ve satış zincirinin denetimini sağlamak,
mensuplarının devlet ile olan ilişkilerini düzenlemek, mal ve kalite kontrolü,
fiyat tespiti vb) Ahilik teşkilatının Osmanlı esnaf ve sanatkârı üzerindeki
etkileri XV. yüzyılın ortalarından (1450 lerden sonra) itibaren azalmıştır. Bu
yüz yılda kuruluşunu tamamlayan Osmanlı devletinde esnaflar, önce Lonca sonra
Gedik adı verilen esnaf teşkilatları oyarak örgütlendi. Esnaf loncalarında Ahiliğin
aksine dini/tasavvufi neşve pek görülmez. Esnafların loncalar etrafından
örgütlenmeye başladıkları bu dönemlerde Ehli hiref-i hassa denilen bir kısım
esnaf ve zanaatkâr sürekli devlet hizmetlisi olmuş, eskiden fütüvvet ehli
sayılara kalem ve ilim mensupları da devlet görevlisi olarak yetişmeye başlamış
ve ayrıca devlet loncaların idari olarak kontrol etmeye başlamıştır. Yine de esnaf ve zanaatkarlar Osmanlı tarihi
boyunca büyüklü küçüklü bütün kentlerde ve kasabalarda en örgütlü sivil kesim
durumundadır.
Osmanlı
şehirlerinde esnaf ve zanaatkarların sayısı ve çeşidini siyasi iktidarlar,
bölgedeki insanların ihtiyaçları, yer altı ve yer üstü kaynakları, coğrafi
konum, iklim, ürün çeşitliliği ve ulaşım imkanları ile ortaya çıkıyordu. Bunlar
ve benzeri faktörlerle bazı şehirlerde esnaf iş kolu sayısı 200’e yaklaşmakta,
hatta Evliya Çelebi, XVII. yüzyıl İstanbul’u için 1000’den fazla işkolu
zikretmektedir. XVII. yüzyılda başkent İstanbul’da 1000’in üstünde esnaf ve
zanaatkâr faaliyet gösterirken, Sivas’ta bu 150 dolayında idi. Ufak yerlerde
esnaf iş kolu çeşitliliği elbette ki temel ihtiyaçlarla sınırlıydı.
Osmanlı
döneminde esnaftan sorumlu iki birimden birincisi esnafın dışından olan kadı ve
muhtesib, İkincisi ise esnafın içindeki sorumlardır. (esnaf şeyhi, ahî baba,
esnaf nakibi, esnaf duacısı, esnaf çavuşu, sertabbah, ekmekçibaşı, mezarcıbaşı,
kazzazbaşı, kethüda, kahya, yiğitbaşı, nazır, muhtar-ı sükve esnaf
ihtiyarları) (Esnaf şeyhleri tasavvufi
anlamdaki şeyhler olmayıp esnafların yaşlıları-lonca idarecisi
müdürlerdir.)
Devletin
büyüme döneminde hızla artarak 50 binin üstüne çıktığı düşünülen vakıflar.
Osmanlı ekonomisinin yaklaşık %16’sına hakimdi. XVI. yüzyılın ilk yarısında
Anadolu Eyaleti’nden sağlanan yıllık gelirin %17’si vakıflara ait iken, Rum
Vilayeti’nde %15,7’si, Halep ve Şam Eyaleti’nde %14’ü, Zülkadiriye’de %5’i,
Rumeli’nde %5,4’ü vakıflara ayrılmıştı. Başka bir ifade ile Osmanlı
ekonomisinin XVII. yüzyılda % 15,97’si, XVIII. yüzyılda % 26,80’i, XIX.
yüzyılda ise %15,77’si vakıfların elinde idi. Rakamlar dönemler
itibariyle değişik olsa da; vakıfların ziraattan imalat sanayi, ticaret
merkezleri, konut sektörü, istihdam ve para konularına kadar ekonomide göz ardı
edilemeyecek bir payı olduğu görülmektedir. Aynı şekilde gayri menkullerin
büyük bir kısmının XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında
vakıfların elinde bulunduğu; toplam gayri menkuller içinde vakıfların payının
dörtte üç oranına ulaştığı bilinmektedir.
Osmanlı
Devleti’nde vakıf-esnaf ilişkisi Vakfın esnafa altyapı ve kaynak sağlaması ve
Esnafın vakfa kaynak olması şeklinde iki türlü olmuştur. Bu ilişkiyi incelemek
gerekirse; Vakıflar esnafa, akarat
olarak yaptırdıkları binalarla iş yeri ve alt yapı desteği sağlamışlardır. Örnek
vermek gerekirse 1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterleri kayıtlarına
göre, büyük sultan vakıfları hariç, İstanbul’daki “amme” vakıflarının elinde
4000’in üzerinde ev, 5717 dükkan, 28 kervansaray, 19 han, 38 bezhane, 18
mahzen, 14 bodrum, 68 fırın, 199 köy, 40 mezraa ve 228 değirmen bulunuyordu.
Vakıflar,
mal ve hizmet naklinin güvenliği için ticaret yolları üzerinde 30-40 km.
aralıklarla han ve kervansaraylarla donatmışlardı. Yatakhaneleri, aşhaneleri,
erzak ambarları, ticari eşyayı koyacak depoları, yolcuların hayvanlarını barındıracak
ahırları, samanlıkları, yolcuların namaz kılmak için mescitleri, misafirlerin
yıkanması için hamamları, şadırvanları, hastaneleri, hatta eczaneleri, ayakkabıcıları,
nalbantları, gelir ve masrafları idare edecek divan (büro) ve memurları ile kervansaraylar
muazzam kuruluşlardı. Buralarda hizmetin sürekliliğini sağlamak için lüzumlu
tedbirler alınmış, konaklayan misafir ve hayvanların iaşe ve ibatesi vakıf
gelirlerinden üç gün süre ile karşılıksız sağlanmış, hastalar tedavi edilmişti.
Banilerinin sağladığı
gelirlerle, yerli, yabancı, erkek, kadın, hür, köle, müslim, gayrimüslim
herkese ücretsiz hizmet veren olarak kervansaraylar hizmetlerini yüz yıllarca
kesintisiz sürdürdüler. Hanlar kervansarayların şehirlerdeki vazifelerini
görürlerdi. Osmanlı ülkesinde farklı şehirlerden ve ülkelerden gelen malların
pazarlandığı hanları vakıflar işletirdi. Hemen her şehirde de yolcuların
kaldığı ücretsiz hanlar mevcuttu.
Bedestenler
bilhassa tekstil ticaretinin yapıldığı iş hanlarıydı. İstanbul hariç (Başkente
üç bedesten-birisi Galata’da diğerleri şehir merkezinde olmak üzere-izni
verilmişti.)
Vakıfların
işlettiği bir diğer ticari mekan ise çarşılardı. Çarşı, iki tarafında
dükkanların sıra sıra bulunduğu bir veya birkaç sokağın birleşmesinden meydana
gelen alışveriş yerleriydi. Bir vakıf binasına gelir sağlamak için vakıf
eserinin yakınına dizilen dükkanlar da bir çarşı oluşturabiliyordu. Arasta, bu
çeşit çarşıları ifade etmek için kullanılan bir kelimedir. Bu arastaların bir
veya iki sıra dükkanlı olanları bulunduğu gibi bazı arastalar cami veya bir
başka hayır binasının genel düzenlemesinin bir parçasını meydana getirirlerdi.
Mülkiyeti
vakfa ait olan bedesten, arasta veya çarşıdaki dükkan veya atölyeler esnaf ve
zanaatkara kiraya veriliyordu. Bu kiralar vakıfların ana gelirini
oluşturuyordu.
Osmanlı döneminde esnaflara borç/kredi desteği ve avarız ödemelerinde
destek sağlayan önemli kurumlar loncaların kendi imkanlarıyla kurdukları
loncalara ait para ve Avarız vakıflarıdır.
Osmanlı dönemine ait özgün bir vakıf türü olan para vakıfları II. Murat
döneminden (1421-1451) itibaren
kurulmaya başlandı ve Fatih döneminde (1451-1481) sayısı arttı. Fatih döneminde
İstanbul’da
kurulan vakıfların % 16’sı para vakfı idi ve 1451-1546 yılları arasında ’te
vakfedilen değer olarak birinci sıraya yerleşmişti. Mesela 1456-1546 tarihleri
arasında İstanbul’da kurulan 1150 nukud vakfının ana parası 21.385.786 akçeyi
buluyordu.
Para
vakıflarının en önemli işlevi din, dil ırk ayrımı yapmadan belirlenen şartlarla
herkese borç/kredi ve yardım yapmalarıydı.
Bursa’da kurulan nukud vakıflarının para hacmi 3.349.046 akçeyi, yıllık
geliri ise 333.119 akçeyi buluyordu. Aynı yıllarda, vakıfların gayrimenkul
işletmelerinden sadece Bursa’da 547.734 akçe gelir sağlanıyordu. 1531
yıllarında Ankara’da kurulan para vakıflarının tüm vakıflara oranı % 50 idi.
XVIII.
yüzyıl Türk vakıflarının toplam gelirlerinin yaklaşık % 32’si para vakıflarından
sağlanıyordu. Vakfiyeleri incelenen 330 vakıftan 94’ünün yani % 28’inin gelir
kaynaklarının ya sadece nakit paralardan veya nakit parayla birlikte diğer
bazı gayr-i menkullerden ibaret idi. Bu nakit paraların 42.120.220 akçe gibi
dönemine göre önemli bir yekûn tuttuğunu belirtmek gerekir.
“Arıza”nın
çoğulu olan “avarız” hastalık, fakirlik, zaruret veya yangın gibi durumları
anlatmaktadır. Avarız vakıfları, hiçbir toplumun uzak kalamayacağı kesin ve
hayati ihtiyaçları gidererek insanın ızdırabını dindirmek için kurulmuş
vakıflardır.44 Başka bir ifade ile, geliri bir köy veya mahalle
ahalisinin beklenmedik ihtiyaçlarına (avarızına) harcanmak üzere kurulmuş olan
vakıflardır.
Mahalle ve
köyler için kurulan avarız vakıflarının geliri köy/mahalle halkının ihtiyaçları
için harcanırdı. Meslek veya sanat erbabı ise loncaları vasıtasıyla esnafın
avarız ve kredi/borç gibi ihtiyaçları için kuruluyordu.
Para
vakıfları sınıfında sayılan uygulamalardan biri esnaf loncalarındaki iç yardım
ve dayanışmanın önemli bir öğesi olan esnaf sandığı idi. Loncalar Avrupa’daki
benzerleri gibi, üyeleri ve aile efradı için hastalık, evlenme, doğum, iş
kurma, işsizlik, ölüm gibi birtakım sosyal risklere karşı aynî ve nakdî yardım
sağlayan dayanışma sandıkları kurmuşlardır. “Orta sandığı”, “teavün sandığı”,
“esnaf sandığı”, “esnaf kesesi” veya “esnaf vakfı” adı da verilen bu sandıklar
yoluyla esnafa sosyal yardımlar yapılıyordu.
Sandık gelirlerinin harcandığı
başlıca yerler ise; Ticaret veya işlerini genişletmek isteyen esnafa verilen borçlar,
Ramazan aylarında ahali için yapılan masraflar,
Hali vakti yerinde olmayan esnafa yapılan karşılıksız yardımlar, Vefat
eden esnaf için yapılan cenaze giderleri, Felakete uğrayan esnafa yapılan
yardımlar, Esnaftan fakir olanların hastalık masrafları, Evlenecek olan fakir
ve kimsesiz gençlere yapılan yardımlar,
Müteferrik masraflar: Onarım giderleri, alimlere ve diğer din adamlarına
yapılan yardımlar, vergiler, yaz aylarında kullanılan sebil sular ve kar
bedelleri, Devletin olağanüstü durumlarda topladığı “avarız” denilen yüklü
vergilerin ödenmesi şeklindeydi.
Örneğin, bir
hallaç esnaf sandığının 1873-1874 yılı gelir gider kayıtlarına göre kendi
mensuplarına ve yöredeki yoksullara yapılan yardımlar şu şekilde sıralanmıştı:
“Esnaf ve fakirlere kömür, Ramazanda ekmek parası, dul ve yetimlere bayramlık
basma, sadaka, dükkanı yanan Haşan Ağa’ya sermaye, kasaba dışındaki köprü
tamiri, öğretmenlere ev kirası, esnaf fakirlerine hastalık parası, kurban ve
hocalara yardım parası.”
Esnaf
sandıklarından iş kazası neticesinde tedavi sonrasında iş görebilir durumda
olanlarla çalışamayacak durumda olanlara farklı yardımlar yapılırdı. Çalışmaya
gücü yeten ve fiilen meslek ve sanatı icra eden üstad, usta, kalfa, çırak ve
yamak gibi kimselere efrad-ı âmile denilmiştir. Bunlar, ihtiyaç halinde
ödünç para almak için lonca başkanına başvuruyor, başkan da bu konuda, esnafın
niçin borç para almak durumunda kaldığını, dükkanındaki sermayesini ve bunun
gibi hususlarda gerekli araştırmaları yaparak durumu yönetim kuruluna
bildirmesi üzerine yine Yönetim kurulunun kararı gereğince esnafa borç/kredi
veriliyordu.
İşgöremez
durumdaki (hastalık, yaşlılık, sakatlık gibi) çalışamaz haldeki esnafa ise
efrad-ı gayriâmile denilirdi ve bunlara karşılıksız yardımlar yapılırdı. Sosyal
yardım, işgöremezlik ödemesiyle Esnaf
sandıkları işsizliğe, hastalığa, sakatlığa ve ölüme karşı bir tür sigorta
niteliği de arz etmekte olup, Loncaların kurdukları sandıklar bir görüşe göre,
ülkemizdeki sosyal güvenlik sisteminin ilk çekirdeği olarak kabul edilmektedir.
ESNAF
LONCALARI VE İŞŞİZLİK SİGORTASI
İnsanlık tarihinde devletlerin siyasi yapısı
kadar ticari yapısı da çok önemli olmuştur. Her devlet ticaret ticari
faaliyetleri korumuş ve desteklemeye çalışmıştır. Çoğu zaman ticaret siyasi
yapıyı etkilemiştir. Ticari faaliyetler aynı zamanda devletin gelir kaynağı
olduğu gibi halkın ihtiyaçlarının karşılanması gibi önemli bir işlevi vardı.
Türk-İslam devletleri de ticari hayatı geliştirmek için gayret gösterdiler.
Orta Çağ’da tüccarların güvenli seyahat etmeleri için kervansaray ve han
yapımına önem verildi. Servet sahipleri hem güvenlik hem de vakıflarına gelir
sağlamak için ticari yollar üzerine sayısız han ve kervansaraylar yaptırdılar.
Bu binaları vakıflar işletiyordu. Büyük
şehirlerde yapılan iş hanları ise ticari faaliyetlerin gelişmesinde büyük önem
arzediyordu.
Loncalar Osmanlı döneminin özgün
yapılanmalarından biridir. Geçmiş İslam toplumlarında esnaflar arasında
tasavvufi yönü ağır basan Fütüvvet ve Ahilik ağırlıklı iken, Osmanlı
dönemindeki Lonca sisteminde tasavvufi yön yavaş yavaş ihmal edilmiştir. Bu
halleriyle Loncalar, esnaf ve sanatkar arasında dayanışmayı sağlayan, bir
bakıma işveren sendikasından daha ileride üretim kooperatifleri olarak
nitelenebilecek kuruluşlardır.
Hammer ünlü Tarih'inde, III. Murad (1574-1595)
döneminde yapılan bir saray düğününe katılan 148 değişik esnaftan bahsederken,
Evliya Çelebi Seyahatname'sinde Alay Köşkü'ndeki Padişahın önünde yapılan geçit
resmini de katarak oluşturduğu değerli bilgilerden, o sırada 57 bölüme ayrılmış
İstanbul'da 1100 sınıf halk ve meslek grubu olduğu bilgisini vermektedir.
Lonca; Osmanlı ülkesindeki bir merkezde, aynı
mesleği icra eden esnaf ve sanatkarın, mesleki dayanışma amacıyla
oluşturdukları, devlet kontrolündeki organizasyon ve bu organizasyonun
bulunduğu yere verilen isim olmuştur.
Osmanlı ülkesinde esnaflar, Debbağlar çarşısı,
Hallaçlar çarşısı, Yorgancılar çarşısı, Bakırcılar çarşısı, Demirciler çarşısı
gibi genelde ayrı ayrı çarşılarda bulunur, Loncası da kendi adlarıyla birlikte
anılır ve çarşılarında uygun bir mekan Lonca olarak düzenlenirdi. Loncaların
kendine ait simgesini de taşıyan bir bayrağı vardı. Loncaların, üyeler
tarafından seçilen ve devletin tasdik ettiği Kethüda(sonraları mütevelli),
loncanın iç işleriyle ilgilenen ve hiyerarşide kethüda dan sonra gelen
Yiğitbaşı ve gerektiğinde kendisine yardım eden, mesleğin Ehli-i Hib re denen
kıdemlilerini içeren bir Yönetim Kurulu bulunurdu. Kethüdanın görevi loncanın
denetim ve yönetimi ve üyelerin korurken devlet ile esnaf arasında aracılık
yapmaktı.
Loncaların, yönetim kuruluna ilaveten kaideleri
olan kurulları ve toplantıları vardı. (Kahyalar Kurulu, Ziyafet toplantısı,
Üçgünler toplantısı, Memleket toplantısı gibi)
Lonca yönetim kurulu, her ayın ilk ve üçüncü Cumasında
yaptığı toplantılarda Kethüda, geçmiş onbeş günün kendi meslek kolu açısından
değerlendirmesini yapar, daha önce üzerine almış olduğu görevlerle ilgili bilgi
verirdi. Toplantı da üyeleri ilgilendiren her türlü konu görüşülür dilek ve
temenniler dile getirilirdi. Esnafın kendi aralarındaki küçük çaplı
anlaşmazlıkları da burada görüşülür, karara bağlanırdı.
Mesleğinin icrada geçerli kurallara uymayan
Lonca mensupları Kethüda ve Yiğitbaşları tarafından uyarılır, geçici olarak iş
bıraktırılır veya duruma göre falaka ile cezalandınlırlardı. Uyarı ve cezalar
konusunda Lonca kararlan kesindi. Yönetim Kurulunun önemli ilgi alanlarından
birisi de Orta Sandığı’nın işletilmesiydi.
Bir merkezdeki bütün loncaların birleşerek
oluşturdukları üst kuruluşun başında bulunan Şehir Kethüdası, bulunduğu merkezi
diğer ileri gelenlerle birlikte devlet karşısında temsil ederdi.
Loncalar yalnızca Müslüman esnafın oluşturduğu
bir teşekkül değildi. Gayri müslim esnaf ta loncaya katılabilirdi. İlerleyen
zamanlarda yaşanan bazı sıkıntılar sonrasında 1768'den itibaren ayn Loncalar
halinde teşkilatlanmaya gidilmiştir. Nihayet Loncalar, değişen ekonomik ve ülke
şartlan dolayısıyla, zaman içerisinde önemlerini yitirmiş, ortadan
kalkmışlardır. Bununla birlikte Fütüvvetle başlayıp, Ahilikle gelişen ve
Loncalara ulaşan geleneğin izleri toplumda uzun yıllar devam etmiştir.
Önceleri yönetim işlerinden ziyade dini yönü
temsil eden Şeyhleri de bulunan Loncalar, gitgide tamamıyla birer mesleki
dayanışma kuruluşları haline geldilerse de, buradaki esnaf ve sanatkar daima
birbirine aşağıdan yukarıya doğru uzanan ve yukarıdan aşağıya doğru giden bir
saygı, sevgi ve hürmet bağı ile bağlı idiler. Loncalar, mensuplarından;
kanaatkarlık, gelenek ve göreneklere bağlılık, sanatında titizlik, mesleki
disipline riayet gibi özellikler isterlerdi.
Günümüzde hala bilhassa küçük yerleşim
yerlerinde Esnaf ahlakı kavramı bulunmakta ve esnaflar kendi aralarında yazılı
olmayan kuralları işletmektedirler.
Bazı kavramların gelişimini Batı ülkeleriyle
aynı minvalde değerlendirmemek gerekmektedir. Modern bir uygulama Batı’da XX.
Yüzyıl başlarında ortaya çıkan işşizlik sigortasının geçmişinin Osmanlı
toplumunda aynıyla aranması hatalı olur. İşşiz kalma veya çeşitli sebeplerle
çalışamamak gibi durumlarda, Loncalar hem piyasayı kontrol eder hem de kendi
meslek mensuplarına istikrar ve güvence sağlayan, bu gaye ile de piyasa ve
üretim şartlarını düzenlemeye çalışan meslek örgütleri idiler. Aynı zamanda
üyeleri arasında toplumsal dayanışma sağlarlardı. Her loncada bu amaca hizmet
eden Orta Sandığı bulunurdu. Loncalar üyelerini gerek dışarıdan gelebilecek
rekabete karşı korudukları gibi, lonca içi rekabete karşı da korurlardı.
Loncalar kendi mensupları içerisinde işsizliği
gedik usulü ile önlerlerdi. Gedik usulünde her dükkan bir gedik bir çeşit kadro
olarak kabul edilirdi. Bu uygulama sayesinde her esnaf istediği yerde dükkan
açamaz, iş koluna göre belirlenmiş tezgah sayısını artıramazdı. Lonca üyeleri
müteselsilen birbirlerine kefil olurlardı. Yeni bir dükkan ancak o iş kolunda,
dükkan sahibi bir ustanın işi bırakması veya vefatıyla söz konusu olabilirdi.
Bu takdirde boşalmış (mahlul) gedik en büyük evlada, o yoksa veya o işi yapmıyorsa,
yetişmiş kalfasına devredilirdi. Esasen Loncaya mensup bir usta, istediği
sayıda çırak çalıştırıp, istediğini kalfa ve istediğini de terfi ettirerek usta
yapamazdı. Gereği kadar ve belirli sayıda çırağı alıp, bunları belirli usullere
göre yetiştirdikten sonra kalfa yapabilirdi. Devlet lüzumu halinde gedik
sayısını artırırsa esnafın çırak, kalfa, usta sayıları yükseltilirdi. Bu
sistemle o iş kolunda işsizlik problemi olmayacağı için işsizlik sigortası diye
bir sıkıntı yoktu.
Ticaretin doğası gereği bizzat esnafın veya aile
fertlerinin veya toplum içerisinde bazı kişilerin maddi desteğe ihtiyaç
duymaları halinde Lonca Orta Sandığı devreye sokulurdu. (Orta Sandığı, Esnaf
Vakfı, Esnaf Sandığı, Esnaf Kesesi) Sandık,
Kethüda ve Yiğitbaşı ile ihtiyarların nezaret ve sorumluluğundaki
sandığın sermayesi esnafın bağışları, çıraklıktan kalfalığa ve kalfalıktan
ustalığa yükselenler için ustaları tarafından verilen paralar, haftada veya
ayda bir esnaftan güçlerine göre alınan paylardan oluşurdu. Ayrıca vasiyet,
hibe, vakıf paraların gelirleri, duhuliye, teberrular, kiralar gibi gelirler
vardı.
Orta Sandığında biriken para, ihtiyacı olan veya
sanat ve ticaretini geliştirmek isteyen esnafa %1 nema ile verilirdi. Buradan
ve teberrulardan elde edilen gelir, Ramazan'da hatim indirilmesi, zerde ve
pilav pişirtilerek ahaliye yedirilmesi, esnaftan hali vakti müsait olmayanlara,
bir felakete uğrayanlara, hasta olanlara yardımda bulunulması, ölen fakir
esnafın techiz ve tekfini gibi(cenaze giderleri) ve daha bir kısım hayır
işlerinde kullanılırdı.
Böylece Orta Sandığı bir bakıma hem İşsizlik
Sigortası Fonu hem de vakıf gibi kullanılırdı. Lonca düzeninde esnaf Dahililer
(fiilen çalışanlar) ve Hariciler (fiilen çalışmayanlar) olmak üzere öncelikle
ikiye aynlırdı. Dahililer; Yamak, Çırak, Kalfa ve Ustalardır. Hariciler ise;
Emekliler, Düşkünler ve Sakatlardır. Harici esnaftan özellikle son iki grup,
yani Düşkünler (aceze; esnafın üstadlarından olup, yaşlı ve dükkanı
bulunmadığından yardıma muhtaç) ve Sakatlar (herhangi bir nedenle
çalışamayanlar) çalışan esnafın yardımları yanında, özellikle de Orta
Sandığından ayrılan yeterli ödeneklerle desteklenirlerdi. Bu uygulamayı normal
bir sosyal güvenlik yanında, işsizliğe karşı bir tedbir ve bir işşizlik
Sigortası olarak da değerlendirmek yerinde olacaktır.
Lonca gelir gider defterinde Esnafa verilen
borçların yanında bir diğer gelir kalemi fakirlere verilen yemek bedeli
gözükmektedir. Gider kalemlerinde ise mevlid bedeli, Ramazan-ı Şerifte
dağıtılan ekmek bedeli, dul, yetimlere basma, fakir esnaf ve ailelerine
hastalık yardımı, yolda kalmışlara yapılan yardımlar, Harameyn delillerine,
şeriflere, hac görevlilerine ve çekirge şeyhlerine yardımlar, dükkanı yanan
esnafa sermaye ve alet yardımı gibi sosyal yardım ücretleri gözükmektedir.(Osman Nuri Ergin
Mecelle-i Umur-i Belediye)
BURSA TÜCCAR LONCASI (1693-1823)
Üretim ve ticaret insanlık tarihi
boyunca topluların gelişmesinde en önemli aktörlerden olmuştur. Herkesin
malumudur ki devletlerin en önemli gelir kaynağı vergi, en çok vergi ödeyenler
ise her zaman ticaret erbabıdır. Okuyucular da kabul edeceklerdir ki, insan
için kan neyse devletler içinde ticaret ve para odur. Nitekim Anadolu’daki ilk
isyan olan Babailer isyanı da Kanuni zamanında ki Celali isyanları da ekonomik
sebeplerle çıkmıştır. I Mehmed zamanındaki isyanda Şeyh Bedrettin yanlılarının
hemen hemen tamamı fakir insanlardı ve okuyucu kabile edecektir ki insanları
iki olgu tahrik eder ve isyana sevkeder. Fakirlik ve Din.
Aynı şekilde Anadolu’yu kan gölüne
çeviren Haçlı Seferlerinin temel dinamiği de fakirlikti yani ekonomi. Yine aynı
şekilde insanlık tarihini incelediğimizde savaşların temel sebeplerinden
birinin ekonomi olduğunu görüyoruz. Bu bölümde ticaret ve üretim aynı anlamda
kullanılmıştır.
İslam tarihinde Peygamber
Efendimizin (sav) sağlığında genişlemeye başlayan İslam coğrafyası, beraberinde
İslam devletlerini siyasi, ticari ve askeri bir güç haline getirdi. İpek ve
Baharat yolunu kontrol eden İslam ve Türk devletleri her zaman tüccarları
güvenliğini sağlamayı kendilerine bir görev addettiler. Orta Çağ’da Asya’dan
Avrupa’ya ticaret yollarını kontrol eden Türk-İslam devletleri ticaret
güvenliği için ticaret yollarını kervansaraylar ve hanlarla adeta süslediler.
Üç gün boyunca yeme ve barınma hizmetinin ücretsiz olduğu ve güvenliği sağlanan
kervansaraylar ticaret güvenliğini tam anlamıyla karşılıyorlardı.
Bursa tarihi süreçte Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti
olarak önemli bir üretim, sanayi ve ticaret kenti olarak her zaman göz önünde
olan idi. Kentte emtia üretimi, loncalar halinde örgütlenmiş zanaatkarlar
tarafından gerçekleştirilirdi. Üretim çıktıları, Bursa ve çevresine, İstanbul‟a
ve Avrupa‟ya yerli veya yabancı tüccar eliyle ulaştırılırdı. Şehirde, ticarette
etkin bir rol üstlenmiş tüccar da lonca çatısı altında faaliyetini sürdürürdü.
Tüccar loncası aynı zamanda taciran hirfeti vakfı adıyla bilinen vakfı
kurmuştu. Vakıf yönetimi, parasal işlemlerini, yıllık mali hesap bilançolarını,
dönem dönem kadının teftişine sunar ve onaylatırdı.
Bursa şehri, tarihleri 15. yüzyılın ikinci yarısına
uzanan zengin bir şer'iyye sicil defteri koleksiyonuna sahiptir. Bu sicillerin
bir bölümü, kentteki vakıfların değişik yıllara ve dönemlere ait muhasebelerini
içeren vakıf muhasebe defterlerinden oluşmuştur. Defterlere
yansıyan ve Bursa kadısı tarafından onaylanan muhasebelerden biri de tüccar
esnafının ortaklaşa kurduğu lonca bağlantılı vakfa aittir.
Vakıf, şehirdeki tacir zümresinin çeşitli giderleri ve
etkinlikleri için kurulmuştur. Bursa tüccarının kurduğu vakfın hesap ve kayıtları,
32 adet şer'iyye siciline (vakıf muhasebe defterine) yansımıştır.
Hirfet terimi sözlükte, sanat, meslek
anlamında geçmekle birlikte genel olarak esnaf ve sanatkarların oluşturduğu
topluluk manasında kullanılır. Buradan türetilen erbâb-ı hirfet bir
sanat veya zanaatla uğraşan esnaf grubu olarak bilinir. Aynı şekilde ehl-i
hiref sözcüğü de sanat sahibi kişileri ifade eder. Fehmi Yılmaz’ın Osmanlı
Tarih Sözlüğünde hırfe, sanat, ticaret veya ziraat gibi bir uğraşı ile
geçimini kazanma yolu olarak tarif edilmiştir. Kelimenin çoğulu hiref’
olup terim olarak ise Osmanlılarda, devlet ve saray teşkilatında, sarayda
devlet adına görev yapan çeşitli sanatkar ve zanaatkarlardan oluşan bir
teşkilatı ifade ederdi.
Osmanlı döneminde ehl-i hiref kavramı, küçük el
sanatlarıyla uğraşan sanatkar ve zanaatkarları tanımlamak için kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde Ehl-i Hiref teşkilatındaki zanaatkar
loncalarının bir yükümlülüğü ise savaş zamanında üyelerinden bir kısmını ordu
esnafı adıyla sefere göndermekti. İlerleyen zamanlarda sefere çıkma görevi için
bedel ödenmeye başlandı. Hirfet vakıfları üyeleri adına bu bedeli
öderlerdi.
Çalışmamızın bu bölümünde Bursa özelinde, Ehl-i hiref
olarak görülen esnaf guruplarının kurdukları ve kayıtlara Taciran Hirfeti
Vakfı ya da Tüccaran Hirfeti Vakfı olarak geçen bir tüccar vakfını incelemeye çalışacağız.
Esnaf grupları, çeşitli ortak ihtiyaçları karşılamak veya
hayır işlerini içeren sosyal yardımlarda bulunmak amacıyla hirfet vakıfları
kurarlardı. Esnaf sandıkları da denilen bu vakıfların temel gelir kaynakları,
üye esnafların vakfettikleri paralardan oluşurken, bu vakıflar para vakfı
(nukud vakfı) sistemiyle çalışırdı.
Para vakıflarının önemli işlevlerinden birisi de ihtiyaç
sahiplerine ve üyelerine kredi vermeleridir. Kredi olarak verilen paraların
işletilmesinden elde edilen gelirle vakfın;
loncada yemek yedirilmesi, muhtaç esnafa yardım edilmesi, yakın
mahallerdeki çeşme onarımları, yine yakın camilerin görevlilerinin maaş ödemesi
ve mevlit okutulması gibi sosyal hizmetlerin finansmanı sağlanırdı. Bu vakıflar devletin ekonomik darboğaza
girdiği dönemlerde ve savaş zamanlarında Avarız vergilerini üyeleri adına ödeme
gibi bir işlevi de yerine getirirdi.
18. yüzyılda, Bursa şehrinde lonca bağlantılı para
vakıflarının sayısı oldukça fazlaydı. Bu durum şehre, gıda ve tekstil alanında
İstanbul’un tedarikçisi olması sebebiyle, düzenli para akışının fazla olduğunun
da bir göstergesidir.(Faroqhi)
Muhasebe kayıtlarında tam adı Muhasebe-i mahsulat ve
ihracat-ı evkaf-ı Müslimin bera-yı ta'amiye ve tekâlif-i hirfet-i tüccaran der
Brusa olarak geçen ve Taciran Hirfeti Vakfı veya Tüccaran Hirfeti
Vakfı olarak bilinen vakıf 1693 yılı Mart ayında Bursa‟da lonca üyesi olan
bir grup yerli tüccar tarafından kuruldu.
O dönemde Bursa’da çeşitli esnaf kollarına elliye yakın
çalışan hirfet vakfından (Alacacılar,
Arpacılar, Attarlar, Bakırcılar, Bedesteciler, Belediciler, Berberler,
Bezzazlar, Bıçakçılar, Boyacılar, Demirciler, Çilingirler, Çıkrıkçılar,
Dikiciler, Eskiciler, Futacılar, Haffaflar, Havlucular, Helvacılar ve
Kebapçılar, Hurdacılar, Kalaycılar, Kavukçular, Kazzazlar, Keçeciler,
Keresteciler, Kökboyacılar, Kundakçılar, Kuyumcular, Kürkçüler, Leblebiciler,
Muytablar, Nalbantlar, Nalçacılar, Peştamalcılar, Postalcılar, Sahaflar, Sarraçlar,
Semerciler, Sipahiler, Şerbetçiler, Tabancacılar, Tabdehler, Takkeciler,
Terziler, Tüccarlar, Oturakçılar, Yorgancılar- ayrıca haffafan-ı kebir ve
semerciyan hirfetlerinin lonca bağlantılı iki vakfı vardı.) birisi olan Tüccaran Hirfeti vakfının öncelikli amacı tüccar
esnafının Ordu-yu Hümayun yükümlülüğü içindi. Muhtemelen içlerinden
çıkardıkları ve orduya gönderdikleri tüccar esnafının/orducu esnafının
giderlerini ortaklaşa karşılamak için kurulmuştu. (Vakfın kurulduğu tarih
Viyana yenilgisi sonrasına denk gelmektedir) Vakfın 7 kuruş olan 1693 yılı
senelik geliri tüccar loncasının Ordu-yu Hümayun ödeneği için harcanmıştı.
İlk muhasebe kaydından sonraki tüm belgelerde amacı tekâlif
ve taamiye olarak belirtilen
vakfın çeşitli ihtiyaçlar, vergi ödemeleri ve yemek pişirme/dağıtma
giderleri için oluşturulduğu söylenebilir. Diğer hirfet vakıfları gibi Tüccaran Hirfeti vakfının da
vakfiyesi vakfiyesi bulunamamıştır.
Sermayesi nakit para olan bir vakıf
olup, gelir elde etmek için sermayesini işletmiş elde ettiği geliri ihtiyaçlar
ve vakıf hizmetleri için harcayan Bursa Tüccaran Hirfeti vakfının muhabese
kayıtlarına göre 1693-1823 tarihleri arasında 130 yıl çalıştığı
anlaşılmaktadır.
1693 yılında 70 kuruş (1720- 1914 arasında
kullanılan 14,5- 1 gram gümüş içeren Osmanlı para birimi) kurulan Hirfet vakfının sermayesi 1807
yılında 1270 kuruşa ulaşmıştı.
Muhasebe
kayıtlarına göre, 130 yıllık sürede, müslim, gayri müslim, kadın ve erkek
çeşitli kişilere vakfın borç/kredi olarak verdiği üyelerine aktardığı miktar
26600 kuruş’a ulaşmıştı.
Tüccar vakfının kuruluş gayesi, taamiye ve tekâlif-i
hirfetti. Yani belirli ordu esnafının bedel’i yemek pişirilip dağıtılması idi.
Bu amaca binaen 1784-1823 yılların arasında okuttuğu mevlid masraflarını
kasasından karşılamıştı. Tüccar loncası vakfının, giderleri arasında 1202
kuruşla ilk sırayı Tekalif harcamaları alıyordu.
Bursa Tüccaran Hirfeti vakfı esas kuruluş amacı olan
taamiye hizmeti için her yıl 16-60 kuruş arasında tahsisat ayırmıştı. Toplam
taamiye gideri 1073 kuruş ile en büyük ikinci gider kalemini oluşturuyordu.
Vakfın diğer giderleri ise mütevelli ücreti (168 kuruş) 1784-1823 yılları
arasında Mevlid okutulması( 220) kuruş) hizmetli ücreti (30 akçe) Muhasebe
harcı (2915 akçe) ve müteferrik-diğer giderler (2850 akçe) den
oluşmaktadır. Bu durumda vakıf
gelirlerinin % 44,1‟i tekâlif için, % 39,4‟ü yemek pişirilmesi ve dağıtımı
için, % 8,1‟i mevlit okutulması için, % 6,2‟si mütevelli için ve % 2,2‟si de
hizmetli, muhasebe harcı ve müteferrik giderler için harcanmıştır.
OSMANLI’DA VAKIF - ESNAF ÎLÎŞKÎSİ ÜZERİNE Seyfettin ERŞAHİN ttps:/ /dergi. diyanet.gov.tr
Lonca Sisteminin İşşizlik sigortasıyla ilgisi üzerine bazı düşünceler Doç.
Dr. Nesimi YAZICI
Fütüvvetnamelerde Örnek İnsan Modeli GÜLDANE GÜNDÜZÖZ Kırıkkale
Üniversitesi, İslâmî İlimler Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalı
Muhammed Hamidullah-DİA
SBAD Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi (Yaz
2018) 13/1:99-122 / (Summer 2018) OSMANLI BURSA’SINDA TÜCCAR LONCASI VAKFI VE
KREDİ FAALİYETLERİ [1693-1823]*Samettin
BAŞOL* Bu çalışma, 19-22 Mayıs 2017 tarihlerinde Karadağ‟ın Podgorica şehrinde
düzenlenen Mediterranean International Conference on Social Sciences by UDG adlı
sempozyumda sözlü bildiri olarak sunulmuş, sonrasında ek bilgi ve
değerlendirmelerle genişletilerek yeniden düzenlenmiştir. Dr. Öğr. Üyesi, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, İlgili çalışmadan özetlenmiştir,
Miyase
Koyuncu Kaya Vakıflar dergisi Aralık 2014-4 Vakıf Kurucusu Olarak Osmanlı
Esnafı (18.Yüzyıl İstanbul Örneği