
İhbar etmek istiyorum mevsimi tam da
düşmüşken gözümden öteki yarım, bir yarın inşa ediyorum düş durağında bekleyen
arpacı kumruları gibi derin bir kavis çiziyorum göğün rahmine ve unutulmuşluğun
bestelerini armağan ediyorum evrene.
Dönüşü yok işte.
Olsa olsa ihbar edeceğim diğer yarım
da kurduğum tüm düşlerin muadili hele ki ağzımda sakız gibi çiğnediğim bir gizi
belki de genzimde saklı tutuyorum ve adımladığım yolu diklemesine biçip yok
sayıyorum.
Neye denk düştüğüm bir sırra tekabül
ediyor belki de sırları aynanın içime saplanıyor tek tek ve gözümü alamadığım
görüntüm ne de olsa akseden sadece beyazlığın iz düşümü ve kan çanağı
gözlerinde iri düşlerin ufacık satırlar dikiyorum yok yere yakama ve var olmak
adına yeniden söküyorum dikişlerimi.
Dikiş tutturamadığım ne yok ki?
Bir elmayı bile dişleyemeyen.
Belki de elma kurdu olmanın önemini
dahi kavrayamayan.
Sözcükleri ölçüp biçiyorum ve itina
ile yapıştırıyorum kara tahtaya lakin yoklamanın yapılmasına daha vakit var ve
ben görünmezliğimle müfettiş gibi girip de derse teftiş ediyorum ruhları elbet
hocanım demenin de kaydıdır hele ki sözlüye davet edildi mi öğrenci ve yazılı
notlarıma iliştirdiğim sayısız anekdot.
Israrla eşlik ediyorum müfredata.
Öğrenci değilim.
Öğretmenlik ise tek rüyam ama
öğretmen de değilim.
Yine de irkiliyorum ne zamanki adımı
çığırsa birileri.
Belki de mevsimlik işçiyim tıpkı
duygu mevsiminin aralıksız iş başında olduğu ve uykuya olan düşkünlüğüm ve her
nasılsa düşleri gerçeklerden ayıramamanın verdiği o bıkkınlıkla kahramanlarımı
bazen öldürüyorum bazense başköşede ağırlıyorum.
Damacanadan eksik olmayan su gibi
ruhumun teyakkuzda olduğu belki de uğurlu sayım paçamdan dökülenler ve
şarkılara eşlik ederken bazen ayarlayamıyorum sesimin tonu ve yakın markajdaki
tüm notaları def ediyorum içimdeki sol anahtarına konan hangi gamsa
restleşiyorum ve gamsızlığından dem vuruyorum insanların.
Nemalandığım nice öğreti ve işte
şimdi yolun tam da ortasındayım ve trafik ışığı olmaktan öte ben aslında hayata
geçiş hakkı tanıyorum belki de izin vermediğim ölçüde yaratılan izdihamı
görmezden geliyorum ne de olsa içimde kalan bir ukdedir trafik polisi olmak
adına canhıraş mücadele verdiğim.
Her kuytuda saklıyım.
Kura sonucu denk düşen bir piyango
bileti belki de kaderimden razı olduğum. Görünmezliğin minvalinde sökün eden
görüntüler ve karşılık vermekten aciz olduğum kadar da içimdeki birikimi ve
sıkıntıyı kolayca telaffuz edemediğim.
Hayallerin radarına takılan göçmen
kuşlar ne de olsa her hayal kurduğumda uçuşa geçmenin verdiği dirayet ile illa
ki uçan şeylere denk geliyorum ve ruhumu en yakın alana indiriyorum ve
kursağımda kalan ne ise ihbar ediyorum Tanrıya.
Sözcüklerden kasıt aslında kasıtsız
öldürdüklerim en çok da içimdeki çocuğu harcadığım sonra da yaptığım çocukça
bir kaprisle yuhalandığım o düş mezarlığı.
Gövdem delik deşik ve akan kanı
durduramıyorum nihayetinde yolumun kesişeceği bilinmezliğe rücu edip bilindik
ne var ne yok bir bir boşaltıyorum içimdeki devasa kutuyu.
Belki de bir kedi evi inşa etmeliydim
bu boş kutudan lakin kedileri az evvel telef etti iblis tam da anne kedi doğum
yapacakken gök gürledi ve tüm yavrular yeniden içeri kaçıştılar.
Günlerdir Araf’tayım ve de bilinmezin
peşinde yine de karar veremiyorum nereye konacağıma belki de kocaman bir
saksıda sonlanmalı hayallerim bir de hayallerimden ördüklerim tıpkı saçlarım
gibi ördükçe örüyorum ve metrelerce halıyı üst üste yığıyorum evin dar ve uzun
koridorunda en azından yürürken ayak sesimle alt komşuyu rahatsız etmem gerçi
ne alt komşudan eser var ne de binadan çünkü bina seneler evvel depremde enkaza
dönüştü ve enkazdan kurtulan tek kişi de bendim.
İçimdeki repertuar aralıksız vurgu
yapıyor ve vurgun yiyen pikabın iğnesi ile hasbıhal ediyorum.
Evet, deprem sonrası inşa edilen
okula da benim adım verildi hele ki dünümde saklı başarılarım ve çocuk sevgimle
az at koşturmadım ben hayaller hipodromunda.
Şimdi ise atadığım seyis ile
mahmuzluyorlar ruhumu ve dünde kalan çocuk yanımı.
Göründüğüme kani olmasam da ne zaman
dolaşmaya çıkayım insanlar korkuyla kaçışıyorlar ve aynaya aksetmeyen görüntüm
ile korkutmayı da başarıyorum hani insanları en çok da hayalini kurduğum trafik
polisi üniformamla yolda kalan her insana ve trafiğe takılan her araca geçiş
hakkı veriyorum.
Hali hazırda varlığımı kalıcı
kılandır durmaya yakın attığını iddia edemediğim kalbim ve nabzımı alamayan
cümlelerdir ölümümden sorumlu olan yine de ana fikri es geçemediğim o özette
saklı benim okul numaram yoksa fişlenen yüreğim mi hani kervan geçmez kuş uçmaz
dehlizinde benden başka da bir ışık yok iken geceyi aydınlatan.
Mağdur kimlikler ya da mahzun iç
çekişler ve işte yoğurdukça yoğuruyorum hayatı ve hala şeklini almadım ölümün
ve fıtratıma saklanan binlerce çığlığı da sessizlikte saklı tutuyorum.
Az evvel duyduğum sesin ise asla
izahı yok ve martaval okuyan insanoğluna verip veriştiriyorum.
Sökün eden karanlığın rahmi ve
yüreğime düşen ateş…
Payidar kılacaksam hayalleri neden
hala somut bir görüntüm yok üstelik izafi tanıklığında kâinatın, yalnızlık mı
şapka çıkaracağım ve elimden tutan annemin sesi neden gitmiyor kulağımdan?
Yalanım yok, Tanrım.
Yansız yaşayıp sevmişken üstelik.
Tam da kendime sıra gelmişken…
Külüstür bir düşsem neden bu kadar
canım yanıyor ve neden hala bu kadar kaygılıyım?
Üstelik örtüştüğüm kadar da iyilikle
kim beni bu cehennem çukuruna attı?
Bir ıslıksam neden çağırdıklarım
gelmedi?
Bir çağrıysam tek lüksüm bir alıcımın
olmaması mıydı?
Bana dokunan ve içimi üşüten bu
soğukluk da nesi üstelik içime dalan bir el var ve içimi kodlayan bir düş mü
yoksa gerçeğe bu kadar yakın durduğum ve hala ışığı görüyor ve hissederken…
Sahi, son bir şans tanımayacak mı
bana Tanrı?
‘’Babasının onayı olmadan bu işlemi
gerçekleştiremeyiz üstelik siz ne yapmış olursanız olun içinizde hayatta kalmak
adına direnen bir canlı var, Oya Hanım üstelik depremden bile sağ çıkmayı
başaran böylesi bir cesur anne mi ona yaşama hakkı tanımayacak?’’
Sesler duysam bile bana ne.
Ben sözcüklere öykündüm sadece ve
ruhum gezintiye çıkmışken merhaba demek istedim eski dostlara…
‘’Üstelik tüm servetinizle bir okul
yaptırmışken ve okul da sizin adınızla anılırken…’’
Haletiruhiyemden yana derdim yok
sadece ait olmadığım bir dünyada kalıcı olmak istemiyorum: hem kendimin hem de
içimdeki canlının hayatta kalması için hiçbir sebep yok…
‘’Ya, öğrencileriniz? Onlar sizin
arkanızdan hiç mi ağlamayacaklar, sanırsınız?’’
Hala aynanın içindeyim.
Hala hapisim.
Üstelik ben beceriksizin tekiyim: ne
annemi sağ kurtarabildim o enkazdan ne de kocamı mutlu edebildim üstelik yürüme
engelli bir anneyi ne yapsın içimdeki çocuk?
Aşka da inanmıştım oysa ve
sevildiğimi sandım ben bir ömür ama ayaklarım beni terk etti ve şimdi de
bedenimi geride bırakmak istiyorum ve öldürdüğüm tüm sevdiklerimi de yeniden
görmek istiyorum.
Hem koşu bandımı da artık
kullanamıyorum ve kömürlükteki bisikletimi de gerçi kömürlükten de eser kalmadı
ama…
‘’Üstelik tek başınıza yaşarken bu
hayatı artık sizden bir parça da sizi sonsuza kadar kucaklayacakken…’’
Ama ben bu kadar güçlü değilim ki
üstelik o ufacık canlıya ben nasıl bakarım hele ki kocam da beni terk edip
çekip gitmişken tüm sevdiklerimin yanına?
Ne yeşilim.
Ne kırmızı bir trafik lambasıyım ben.
Hep mi sarı yanacağım hem mi
bekleyeceğim bir şeyleri üstelik en yakınlarım beni hazır-ol’ da beklerken?
Hem kırmızı ışıkta geçmeseydik o kaza
olmayacaktı ve çocuğum babasız kalmayacaktı…
Sadece rengimi sevmiyorum ben sadece
rengimi…
‘’Geri döndünüz hem de ikiniz
birden.’’
Ne yani, artık geçiş hakkı var mı
mutluluğun üstelik kalan hayatımı hep sarı bir ışık olarak geçirmeyecekken?