İSLÂM
Sözlükte ki
anlamı “kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış
yapmak” olan silm (selm) kökünden türeyen İslam kelimesi kaynaklarda “sulh ve selâmet gayesiyle boyun eğmek, tâbi
ve teslim olmak” mânalarında açıklanmıştır. Tabi ve teslim olmak örfte “doğruya
ve hakka uyma” mânası taşır.
İslam
kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de sekiz yerde geçerken fiil olarak geçtiğinde ise Bakara 112, Lokman 22, Bakara 131, Mü’min 66, Enbiya
108 ve Zümer 54. ayetlerde
Allah’a (cc) yönelmek ve teslim olmak mânalarında kullanılmıştır. Yine Al-i İmran suresi 19 ve 85. ayetlerde İslâm, Allah katındaki
hak dinin karşılığı ve özel adı olarak belirlenmiş, ondan başka hiçbir dinin
Allah tarafından kabul edilmeyeceği kesin bir dille ifade edilmiş, Maide suresi 3. ayette ise Müslümanlardan istenilen özellikler
belirtilirken din olarak İslamiyet’in seçildiği ve dinin kemale erdirildiği
bildirilmiştir. (“ Murdar
hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilmiş, boğulmuş, vurularak
öldürülmüş, yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanarak öldürülmüş hayvanlarla -henüz canı
çıkmadan yetişip kestiklerinizin dışında- yırtıcıların yediği hayvanlar, dikili
taşlar önünde (sunaklarda) boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyla paylaşmanız
size haram kılındı. Çünkü bunlar doğru yoldan sapmaktır. Bugün, kâfirler
dininize karşı (mücadelede) ümitlerini yitirmişlerdir. Onlardan korkmayın,
benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi
tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim. Kim açlıktan bunalıp
çaresiz kalırsa, günah sınırına varmaksızın yiyebilir. Şüphesiz ki Allah çok
bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Maide
3)
Hadislerde ayrıca müslümanın nitelikleriyle itikadî, amelî ve
ahlâkî alanda yerine getirilmesi gereken dinî vecîbeler üzerinde durulmuş,
İslâm’ı tarif eden meşhur Cibrîl hadisinde bu vecîbelerden kalpteki imanı ızhar
ettikten başka dört temel ibadet zikredilmiştir. (“Ömer İbnü’l-Hattâb radıyallahu anh şöyle dedi:(Bir
gün Resûlullah (sav)’ın
huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah,
yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam
çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in
dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
- Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat!
dedi.
Resûlullah (sav):
- “İslâm,
Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet
etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu
(eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu.
Adam:
- Doğru söyledin dedi. Onun hem
sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam:
- Şimdi de imanı anlat bana, dedi.
Resûlullah (sav):
-
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır.
Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu.
Adam tekrar:
- Doğru söyledin, diye tasdik etti
ve:
- Peki ihsan nedir, onu da anlat,
dedi. Resûlullah (sav):
- “İhsan,
Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni
mutlaka görüyor” buyurdu.
Adam yine:
- Doğru söyledin dedi, sonra da:
- Kıyâmet ne zaman kopacak? diye
sordu.
Peygamber (sav):
- “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir”
cevabını verdi.
Adam:
- O halde alâmetlerini söyle, dedi.
Resûlullah (sav):
- “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın
ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının,
yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır ”
buyurdu.
Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben
bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber(sav):
- “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
- Allah ve Resûlü bilir, dedim.
Resûlullah (sav):
- “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu. (Müslim, Îmân 1, 5. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd,
Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6; İbni Mâce, Mukaddime, 9)
https://www.islamveihsan.com/cibril-hadisi.html
İMAN
İslam dininin büyük önem arz eden
kavramlarının başında şüphesiz “İman” gelir. Hz. Âdem’den (as) başlayıp, son
peygamber Hz. Muhammed’e (sav) kadar gelip geçmiş bütün peygamberler insanlığı
ilk olarak imana davet etmişlerdir. Öyle ki Allah katında nihai kurtuluşun ilk
ve olmazsa olmaz şartı da imandır. Çünkü İman aynı zamanda İslami hayatın
temelidir. İman olmadan ibadetin tek başına bir hükmü olmaz. Çünkü İman İslami
hayatın nirengi noktasıdır. Müslüman, hayatının her anını “ iman” ına göre
düzenler ve yaşar.
İman’ın mahiyeti hakkında ulemanın farklı
görüşleri bulunmaktadır. Bilindiği üzere Ehl-i sünnet dediğimizde ümmetin kabul
ettiği iki itikadi mezhep vardır. Eş’ariyye ve Maturidiyye. Bu iki itikadi
mezhebin imanının mahiyeti ile ilgili görüşleri birbirine benzer. Eşariyye mezhebinin kurucusu Ebu’l Hasan
el-Eşari ( ö.935) ve Maturidiyye mezhebi kurucusu Ebu Mansur Maturidi ( ö. 944)
İman kalbin tasdikidir görüşünü benimseyenlerin başında gelirler. Bunların
dışında Ehl-i sünnet alimlerden Bâkıllânî (ö. 1013) ve Şehristânî (ö. 1153) de imanın tasdik olduğu görüşünde olan
âlimlerdendir.
İman; İcbar (Dinin
ve hukukun tanıdığı bir yetki kullanılarak kişinin câiz ya da gerekli olan bir
işe zorlanması )
altında olmadan iradî bir eylemle, içten gelerek yapılmalıdır.
İmam
Eş’arî’nin (ks) iman yaklaşımı “
İman özünde kalp ile tasdiktir.” şeklinde iken İmam Maturidi
(ks) ise imanın tasdik olduğunu görüşüne (“Ey
peygamber! Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden ve
yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar hep yalana kulak verirler,
sana gelmeyen başka bir kesimi dinler dururlar; kelimeleri konulduğu
anlamlarından kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse hemen alın, eğer
o verilmezse uzak durun” derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse
elbette Allah’ın iradesine karşı senin elinden hiçbir şey gelmez. İşte onlar
Allah’ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onların dünyadaki hakkı
büyük bir rezilliktir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır. ”Maide 41) ve (“Bedevîler, “İman ettik” dediler. Şunu
söyle: “Henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz.
Bununla beraber Allah’a ve resulüne itaat ederseniz yaptığınız hiçbir şeyi boşa
çıkarmaz; Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.”Hucurat 14) âyetlerini
delil getirmektedir. İmam Mâtürîdî’ye (ks) göre bu âyetler de, kalpleri iman
etmediği müddetçe bedevîlerin dil ile ifade etmelerinin iman olmayacağı
bildirilmiştir. Başka bir ayette ise şöyle
buyrulmaktadır: (“Kim
iman ettikten sonra Allah’ı inkâra saparsa -kalbi imanla dolu olduğu halde
baskı altında kalanın durumu müstesna olmak üzere- kim kalbini inkâra açarsa
işte Allah’ın gazabı bunlaradır; bunlar için çok büyük bir azap vardır.”
Nahl 104) Bu ayetler ışığında İmam Mâtürîdî (ks), imanın gerçekleştiği
yerin kalp olduğunu savunur.
Ebû Hanîfe’ye (ks) göre iman dil ile
ikrar, kalp ile tasdikten ibarettir. O, dili ile iman eden fakat kalbiyle
tasdikte bulunmayan kimsenin Allah katında mümin olmadığını buna karşılık kalbi
ile iman eden fakat dili ile söylemeyen kimsenin Allah katında mümin olduğunu
da bildirmektedir. İbn Hazm Ebû Hanîfe’nin (ks) bu yaklaşımını şöyle açıklar: Bir kimse (İslâm) dinini kalbiyle bilip
diliyle ikrarda bulunduğun zaman imanı ve İslâm’ı kâmil bir Müslüman olur.
Ameller ise iman olarak isimlendirilmez
fakat ameller imanın kanunlarıdır. Kişi dili ile imanını ikrar etse de kalbi
ile tasdikte bulunmadığı sürece Allah katında mümin vasfını kazanamaz. Buna
karşılık kalbi ile tasdik edip ancak dili ile ikrar etmeyen kimse Allah katında
mümin kabul edilmektedir. Yüce Allah’ın (cc); (“Ey peygamber! Kalpleri inanmadığı
halde ağızlarıyla “iman ettik” diyenlerden ve yahudilerden küfürde yarışanlar
seni üzmesin.”
Maide 41)
emriyle kalp ile teslimiyet olmaksızın dil ile
ikrarın iman için yeterli olmadığına işaret edilmektedir. İmamı Azam Ebu
Hanife bu durumu şöyle açıklamaktadır: “ Öyle ki “Onlardan bir
grup Allah’ı ve ondan geleni hem kalbi hem de dili ile onaylar. Bir grup
kalbiyle tasdik eder, diliyle yalanlar. Bir grup ise diliyle onaylar, kalbi ile
yalanlar. Kim hem kalbi hem de dili ile tasdik ederse o, hem Allah nezdinde hem
de insanlar yanında mümindir. Kalbi ile tasdik edip dili ile yalanlayan ise
Allah yanında mümin, insanlar nezdinde kâfirdir.” Beyazîzâde, 2017,
120
El-Fıkhu’l-Ebsat adlı
risalesinde Cibril hadisini zikreden Ebû Hanîfe’ye (ks) göre lügat manâları
farklı olsa da iman ve İslâm dinde aynı anlama gelmektedir. “İslâmsız
iman, imansız da İslâm olmaz. Onların ikisi bir şeyin içi ve dışı gibidirler.
Din ise; iman, İslâm ve şeriatlerin hepsine birden verilen isimdir.” Ebû Hanîfe, “el-Fıkhu’l-Ekber”,
2019, 56.
Bu bakımdan kalbin tasdiki İman, batıni
inkıyadı ise İslam’dır. Bu
sebeple ikisi bir arada bulunduğunda anlamlı olur.
Kur’ân’ın
nâzil olmaya başladığı Mekke dönemine baktığımızda daha çok imanla ilgili, iman
esaslarını açıklayan âyetlerin yer aldığı görülmektedir. Yani öncelik imanı
kalplere yerleştirmek olmuştur.