KUTB: Arapça, değirmen taşının miline denir. Kutub, manevî derecesi büyük, veli bir kuldur ve âlemin ruhu olarak değerlendirilir. Kutb, Allah'ın izniyle hareket eder, kendi kafasına göre değil. Mutlak bağımsız yetki ve güç, sadece Allah'ındır. Kutub da, Hz. Muhammed (sav) gibi bir kuldur, Allah değildir.

HÂCEGÂNİYYE: Nakşibendiyye Tarikatı'nın tarihi boyunca taındığı isimlerinden birisi. Hâcegân, Farsça'da, "hoca" veya “Efendi” kelimesinin çoğuludur. Hace YusufHemedani(ks) / veya Hace Abdülhalik Gucdevani (ks) dan sonra tarikat bu isimle anılmıştır.

HAKİKAT: Gerçek manasına gelen Arapça bir kelimedir. Hacı Şaban Veli, şeriatın beden, tarikatın kalp, hakikatin ruh, ma'rifetin de Hak olduğunu söyler.

HÂLİDİYYE: Ebu'l-Bahâ Ziyâüddin Halid b. Ahmed b. Hüseyin el- Osmanî eş-Şehrizûrî (ö. 1826-27) den sonra Nakşibendi tarikatının bazı kolları Nakşibendi-Halidi adıyla tanınmaktadır.

HALİFE: Tasavvuf okullarında ise; şeyh, müridlerinin yetişkinleri arasında, kendisi gibi mürşid-i kâmil olmaya ve derviş yetiştirmeye manevî yetenek kazananlara, özel metodlarla halifelik denilen bir emanet verir. Bu bakımdan halife, o mürşidin naibi ve kâim-i makamı olurdu.

BÂZ-GEŞT: Nakşibendî ıstılahındandır. Nefy-ü isbât dediğimiz, bir tek nefes de, tefekkür olarak 21 adet "la ilahe illallah" zikrinin çekilmesinden sonra, zikreden dervişin soluğunu bırakırken, zikrettiği şeyin mânâsı üzerinde tefekküre dalması, ve "ilahi ente maksûdî ve rıdâke matlûbî" (Allah'ım maksudum ancak Sen'sin ve matlûbum ancak Sen'in rızandır) diyerek tefekkürde derinleşmesi olayına bâz-geşt denilir. 

HALVET DER-ENCÜMEN: Farsça, toplum içinde yalnızlık manasına gelir. Nakşî ıstılahı olarak, toplulukta Allah ile yalnız kalabilme san'atını ifâde eder. Nur süresindeki "ticaret ve alışverişin Allah'ı hatırlatmaktan alıkoymadığı kişiler" (Nur/37) espirisi, bu prensiple terimlendirilmiştir. Nakşîlikte sohbet esastır. Yani, tek başına halvete çekilmek yerine, toplulukta halvet temel alınır.

HUŞ DER DEM: Farsça her an uyanık olmak demektir. Nakşî ıstılahıdır.

SEFER-DER-VATAN: Bu bir Nakşbendîyye tâbiridir. Sâlikin, fena huylardan iyi huylara yönelmesi: beşerî sıfatlardan, melekî sıfatlara ulaşması demektir.

NAZAR BER KADEM: Nakşî ıstılahındandır. Sülük gören kişinin, nerede olursa olsun, zihnî konsantrasyonunu dağıtmamak için hep ayağının ucuna, yürüyeceği yere bakmasıdır.

VUKUF-I ADEDÎ: Arapça, sayıya dikkat etmek, demektir. Zikirde sayı önemlidir. Sayının az veya çok olması, ruhun manevî gelişimine ters etki etmesi bakımından sayıya tam anlamıyla uymak gerekir. Nakşî tabiridir.

VUKÛF-I KALBÎ: Arapça, kalbe dikkat etmek demektir. Buna, "gönüle varıp, gönülü beklemek" şeklinde tanım getirilir. Kalbin Allah'tan gayri herşeyden sıyrılıp, Allah tefekküründe sürekliliği koruyarak yoğunlaşması. Sadece Allah'ı düşünme. Nakşî tabiridir.

VUKÛF-I ZAMANÎ: Arapça, zamanı korumak demektir. Sâlikin, herân hâlinden haberdâr olmasına denir. Bu şekilde sâlik, içinde bulunduğu halin şükrü mü, özrü mü gerektirdiğini bilir ve ona göre davranır. Nakşî tabiridir.

YÂD-DAŞT: Bu, Nakşibendî ıstılahıdır. Allah'ın sürekli görmekte ve bilmekte olduğunu bilmek ve bunun bilincinde olmaktır. Buna, ihsan da denir.

YÂD-GERD: Farsça, zikretmek, hatırlamak demektir. Murâkebe mertebesine ulaştıktan sonra, sâlikin, muayyen sayıda nefy ve isbât (la ilahe illallah) zikri yapması.

HATM-İ HACEGAN: Nakşı ıstılahından olup toplu olarak gözlerin katılarak yapılan gizli zikir.

HAVF: Arapça, korku manasınadır. Allah'ın kahrından korkarak dinde sabit olmak.

RECA: Allah'tan ümit kesmeme. "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyiniz" (Zümer/53) âyetine göre, Allah'tan ümit kesmek büyük günahlardandır.

HAYRET (veya HAYRAN: Hayret, derin düşünce ve Allah huzurunda, hakikat ehlinin ve ariflerin kalplerine gelen bir hâldir.

HUZÛR: Halktan gāib olan sâlikin Hakk’ı kalbinde hazır bulması anlamında tasavvuf terimi.

İBADET: Boyun eğmek, kulluk etmek ve itaat etmek anlamında Arapça bir kelime. Kaşanî'ye göre, âmme için Allah'a tezellülün son noktasıdır.

İHLÂS: Gösterişi bırakmak, taatta, ibadette samimi olmak manalarını ihtiva eden Arapça bir ifade. Kalbi, safasına keder veren şeyden kurtarmak. Tam bir doğrulukla kullukta bulunmak. Amellerinde, Allah'tan başkasından karşılık beklememek. Muhlis (ihlasa erdiren) Allah, muhlas (ihlâsa erdirilen) ise kuldur. Kişinin, işinde Allah'tan gayriyi görmez hale gelmesi, İhlasın en son noktasıdır.

İHSAN: Tasavvufta terim olarak; her ne kadar görmese de, sanki Allah'ı görüyormuş gibi kulluk etmendir, anlamındadır. İhsan bir makamdır.

İLHAM: Allah tarafından feyz yolu ile kalbe doğan şeye, Arapça'da ilham denir. İlham, delil olamaz. Sûfiyye, bunu ferdî planda delil olarak kabul eder.

İLİM: Bilmek manasına gelen Arapça bir kelime. Peygamberimizden rivayet olunduğuna göre, kendisine üç çeşit ilim vahyedilmiştir: 1. İlm-i ahkâm: Açıklamak zorunda olduğu ilim. 2. ilm-i sırr-ı kader: Bazı havassından başkasına açıklaması yasaklanmış olan ilim. 3. İlm-i esrar: Açıklamakta muhayyer kaldığı ilim. Sufilere göre ilim, ikidir: Birincisi; kazanmakla elde edilen ilim. Buna kesbî ilim denir. Bu tahsil etmekle ve telkin ile elde edilir, ikincisi de, vehbî ilimdir. Allah bunu kulunun kalbine atar. Buna marifet denir.

İRŞAD: Arapça, irşad etme, rehberlik etme anlamındadır. Manen aydınlatma, gafletten uyandırma. Hak yolu gösteren kişiye, mürşid denir.

İSTİĞRAK: Zâkirin kalbinin, zikir esnasında, zikre ve kalbe iltifat etmemesi. Ariflerin bundan kastı, fenâ'dır. Bu halde iken, dış âlemden uyarılar alınmaz, zira sâlik, bir tür kendinden geçmiş durumda, Rabbisiyle başbaşalığın derin bilincini yaşamaktadır.

SAHV: Cürcânî sahv'ı, kulun, yitirdiği hislerini tekrar kazanması şeklinde tanımlar. Bunun zıddı, sekr (sarhoşluk) halidir.

SEKR: Kalbe gelen varidin etkisiyle, sâlikin ihsastan sıyrılıp, gaybete düşmesidir.

GAYBET: Sâlikin kendisine gelen bir vârid ve ilhamın tesiriyle şuur halini kaybetmesi 

ŞATAH-AT Aşırı tecellî ve feyz gelen velîlerden, bir takım şeriata uymaz gibi görünen sözler zuhur eder. Dıştan bakınca, bu sözlerin hiç bir mânâsı yokmuş gibi görülür. Ancak, sûfî'nin ruhanî yükselişte ulaştığı farklı varlık alanı açısından, o sözler ele alınınca, anlaşılmazlık durumu ortadan kalkar.

İSTİKAMET: Kişinin her türlü aşırılıktan sakınarak doğruluk üzere bulunması

KABZ: Biri emin olunan şeyden korkmak, diğeri de korkulan şeyden feraha çıkmak ve ondan emin olmak anlamlarını ihtiva eder. Sûfiler kabz ile korkuyu, bast ile de ümidi kastederler.

KERAMET: Peygamberlerden ortaya çıkan olağanüstü olaylara mucize denirken, benzeri, durum veliler için söz konusu olunca, buna da keramet denir. "Keramet, hayz-ı ricaldir", sözü de, keramet göstermenin, erbabınca hoş bir şey olmadığını göstermek üzere söylenmiştir.

KESB: Arapça, kazanmak, çalışmak demektir. Tasavvufta tembelliğe yer yoktur. Her sufî, mutlaka bir sanatla uğraşır, alın terinin ürününü yer, helâle rağbet eder, Tufeylî (parazit, asalak) değildir. Seyyid Ali Hemezanî (Keşmir), takke örer, Hacı Bayram çiftçilik yapar, Akşemseddin doktorlukla uğraşır, Ömer Dede Sıkkînî bıçak imal ederdi. Son devir sûfilerinden rahmetli Sami Efendi, babasından kalan yüklü mirası helal haram endişesiyle almamış, helal kazanca yönelik ticaretle iştigal eden kişilerin, muhasebeciliğini yaparak hayatını sürdürmüştür.

KEŞF: Arapça, açığa çıkarma, örtülü olanı açma, sezme, tahmin etme gibi anlamları olan bir kelime. Keşf bir şeyi örten perdenin kalkması anlamındadır. Kitap ve sünnetle çelişmeyen keşf, haktır. Gerçek mürid, keşf peşinde değil Kur'ân ve Sünnet peşinde koşar. Sûfilere göre, Kitap ve Sünnete uymayan keşifle amel edilmez.

KÜBREVİYYE: Cüneydiyye'den etkilenerek Şeyh Necmeddin Kübra (ö. 618/1221) tarafından kurulmuş bir tasavvuf okulu.

MAHABBET: Arapça, sevgi, aşk demektir. Tasavvufta mahabbetin hakikati, herşeyini sevdiğine bağışlaman, kendine de sende olan hiç birşeyi bırakmamandır.

MAKAM: Kulun tekrar ederek kazandığı ve vasıf hâline gelen adab ve ahlâktır. Makâmların ilki tevbe, sonuncusu rıza olarak kabul edilir. Hâl geçi makâm ise kalıcıdır. Sühreverdî, “Makâmda kesb zâhir, mevhibe bâtın olur; hâlde ise mevhibe zâhir, kesb bâtın olur” demektedir. Yani kul, başına bir hâl geldiği zaman, onu iradesi ve kesbi ile kendisinden def edemez. Gelmediği zaman da tekellüf ve zorla celb edemez. Bu konuda takdir tamamen Allah’a aittir. Fakat Allah’ın8 takdiri belli amelleri yapan kulları üzerinde görülür.

MARİFET: Marifet, seyr u sülûk yoluyla Allah, Allah'ın sıfatları, fiilleri, gayb âlemi hakkında elde edilen bilgidir. Sûfî:  Hakk Sübhanehu ve Teâla’yı önce sıfat ve isimleri ile tanır, sonra Hakk ile olan muamelesinde sıdk ve ihlâs üzere bulunur. Sonra kötü huylardan ve bu huylara ait afetlerden temizlenerek arı hâle gelir. Daha sonra Hakk’ın kapısında uzun uzadıya bekler ve daimi surette kalbi ile itikâf hâlinde bulunur. Bütün bunların semeresi ve sonucu olarak Allah Tealâ'dan güzel bir teveccühe nail olur. Allah onun bütün hâllerinde sıdk üzere olmasını sağlar, o kimseden nefsin hevacis ve havatırı kesilir (nefis ona arzu izhar etmez hâle gelir), o kimse kendisini Allah'tan başkasına davet eden hiçbir şeye kulak vermez duruma gelir. Böylece kul; halka yabancı, nefsinin afetlerinden beri ve uzak olur. Allah'tan başkası ile sükûnet ve huzur bulma ve Hakk'tan gayrısını mülahaza etme durumundan temizlenir. Sırren ve ruhen Allah Teala ile münacaatı devam eder…İşte o zaman böyle kimseye ârif denir. Onun bu hâli ise marifet ismini alır. Kısaca, kul kendisi ne yabancılaştığı nisbette Rabbi hakkında marifet tahsil eder. (Kuşeyri)

Şeriat olmadan tarikat, hakikat ve ma'rifet olmaz, her şeyin başı, şeriatı yani İslâm dinini iyi yaşamaktan geçer. Herkesin normal gündelik kurallara uyarak yaşadığı İslâm'a şeriat; dinde biraz takva cihetine ağırlık verenlerin yaşadığı ve ulaştığı inceliğe tarikat; takva ve vera’da titizlikle varılan sonuca, hakikat; ve nihayet bu yaşamanın, mânâ açısından kişide ifade ettiği bilgi planındaki sonuca ma'rifet denir ki, meydana gelişi, yaşamakla sıkı sıkıya irtibatlıdır.

ME'ÂD: Arapça'da dönülecek yer anlamında bir kelime. Ahiret için kullanılır. Mukabili mebde', dünya hayatı için kullanılır.

MEBDE': Arapça, başlangıç, temel, esas, prensip anlamına gelen bir kelime.

MUHİB: Arapça, seven demektir. Tasavvuf yolunu ve o yolda gidenleri seveni ifade eder. Tasavvuf yolunu seven, fakat o yola girmemiş kişiye muhib derler.

MUKARREBÛN: Arapça, yakınlaştırılanlar demektir. Allah'a yakın olan velîlere denir. Peygamberler ve melekler hakkında da kullanılır.

MÜRİD: Arapça, isteyen demektir. Allah'a vuslatı arzu eden, bir başka deyişle, Allah'ın ahlakıyla ahlâklanmak isteyen ve bu olgunluğun eğitimini verecek bir şeyhe (veya mürşide) bağlanan (öğrenci olarak kaydını yaptıran, bey'at eden) kişiye mürid denir.

MÜRŞİD: Gerçek mürşid Hz. Muhammed (sav)'dir. Diğer mürşidler, O'nun manevî mirasını elde etmeğe muvaffak olmuş kişilerdir.

NAMAZ: Namaz, İslâm'ın temel şartlarından biridir. Sûfîler, namazı beş espiri ile algılarlar: 1. Maddî bedenin namazı: Farz ve nafile namazlar, 2. Nefsin namazı: Nefsin kötü isteklerinden sıyrılmak, ruhaniyette mesafe almak, 3. Kalbin namazı: Allah ile huzuru ve murakabeyi devam ettirmektir, 4. Sırrın namazı: Sır deryasına dalmak, mâsivâ ile uğraşmamak, 5. Ruhun namazı: Fena fillah ve beka billah'a varmakla olur.

NEFS: Tasavvufî olarak Kâşânî'nin ifâde ettiği gibi, kendisinde iradî hareket, his ve hayat kuvveti bulunan latîf buharlı bir cevherdir, Kur’an-ı Kerim’de insana kötülüğü emreden kuvvet manasına kullanılmıştır: (Yusuf 18, 53, Tâhâ 96, Mâide 30.)

RAB: Arapça, terbiye eden, doyuran, yetiştiren vs. gibi anlamları olan bir kelime.

RABITA: Tasavvufi olarak, müridin zihnî planda, tefekkür ve muhayyile gücünü kullanarak mürşidiyle "beraberlik" halinde olmasını ifade eder.

SELEFİYYE: Selef, öncekiler anlamına Arapça bir kelime. Bunun yerine, "eseriyye" tâbiri de kullanılır. Sahabe ve tabiîn mezhebinde bulunan fakihler ve muhaddislere, selefiyye denir. Selefiyye'nin yolu, Kur'ân yoludur.

SEYR Ü SÜLÜK: Bir şeyhin nezaretinde, Allah'a vuslat için çıkılan manevî yolculuk.

SÛFÎ: Arapça, yünlü, yün giyen anlamına gelen bir kelime. Hakk'a vâsıl olan kişiye, sûfî, yolda süluka devam edene de, mutasavvıf denir; sûfî, vusul; mutasavvıf usûl ehlidir.

ŞEYH: Tasavvuf Okulu liderlerine şeyh denir. Şeyhler, kulu Allah'a Allah'ı kula sevdirmek isteyen kişidir. Şeyh'in şeriat bilgisine sahib, fena makamını geçmiş, ahlâk-ı hamide (övülen ahlak) ile süslenmiş olması gerekir. Kendisi kâmildir, bu yüzden kemale erdirir, yani mükemmil’dir. Her halükarda icazet ve silsile mecburiyettir.) Sufi aynı zamanda başka kişilere tasavvuf eğitimi verebilecek kişi olduğu için icazetli olmak zorunda olup bir silsileye bağlı olmalıdır. Bu durumda ki sufi’nin söz ve davranışları kaynak ve delil olarak kabul edilebilir.

HALİFE: Tasavvuf terminolojisinin önemli bir kavramı ise Halife’dir. Halife ise şeyhinin izniyle irşad yapabilecek kişiler olup şeyhin vefatından sonra tarikatın başına geçebilir veya kendi adıyla yeni bir yol (tarikat) kurup talipleri irşad edebilir. ‘Halife üç yönden gelir. Birincide insanın zahir ilmi olur. Tarikatın rüknünü, adabını öğrenir, anlar. Ona zahirden emir verirler. Sen halifesin derler, ikinci şekilde, insan sofu meşrep olur. Zikir ve ameli ile temayüz eder, çok emeği geçer, bir âlim olur. İlmi ile amel eder. Böylece geçen emeği ve ibadeti karşılığında ve tarikatın rükün ve adabını da anlamış olması kaydı ile yine zahiren hilâfet emri verilir. Üçüncüsü ise, kişi âşık meşrep olur. Bunun ne ilmine bakarlar, ne de ameline. Bunların vazife emri ise maneviyattan, bizzat Resûlullah Efendimizden gelir.” Nakşibendilik - Dünya Çapında Bir Sûfı Geleneğin Sünnî Tutum ve Faal Tavrı -Itzchak Weismann-Tercüme: İrfan Kelkitli Litera Yayınları 2015

TAKVA: Cürcanî bu terimi, icabettiren fiillerden kendini uzak tutarak korunmak şeklinde tanımlar. Takvanın dışı Allah'ın hududunu muhafaza, içi de ihlâs ve niyettir.

TARİKAT: Şeyh denilen bir öğretmen nezâretinde, istekli (mürid veya tâlib) nin, Allah'a ulaşma, yani sürekli Allah tefekkür ve bilincini (ihsan) kazanma konusunda takip ettiği usule veya metoda, tarikat adı verilir.

TASAVVUF: Kul ile Allah arasında ihsan olayının gerçekleşmesi veya kulun ihsan vasfını kazanmasının yollarını gösteren bir ilim. Tasavvufun binden fazla tarifi yapılmıştır. Her sûfî, içinde bulunduğu hale göre, tasavvufu tarif etmiştir.

Biz tasavvufu şöyle tanımlarız: "Kur'an-ı Kerim'i Hz. Resûlullah (sav) gibi yaşamaya çalışmak"

TECELLÎ: Kaşanî ve Cürcanî'ye göre; gaybden gelen ve kalbde ortaya çıkan nurlara tecellî denir.

TEMKİN: Sâlikin ulaştığı makamdaki sürekliliğini ifade eden tasavvuf terimi.

TEVÂCÜD: Arapça, zorla vecd elde etmeye çalışmaya, tevâcüd denir. Asıl vecd, kendiliğinden gelendir.

TEVHÎD: Cürcanî, Allah'ın zâtını, akılla tasavvur olunan, zihni olarak hayal edilebilen herşeyden uzak tutmak, diye tarif eder. Allah’ın tek olduğuna, onun eş, oğul, benzer ve ortağının olmadığına îmân etmek. A.Acer R.T.E Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi. “Ehl-i hakīkatin ıstılāhında tevhîd, Zât-ı İlâhî’yi, anlayışlarda tasavvur, vehim ve zihinlerde tahayyül olunan her şeyden tecrîd etmektir. Tevhîd, üç şeyden ibârettir: Cenâb-ı Hakk’ı rubûbiyyeti îtibâriyle ârif olmak, O’nun vahdâniyyetini ikrâr etmek, O’nun eşi ve benzeri olduğunu reddetmek.” Seyyid Şerif Cürcânî Ö.1413)

TEZKİYE: Kur'an-ı Kerim'de, "nefsini arıtan felaha erdi" (Şems/10) şeklinde bahsedilen husus, nefsi, kirleten şeylerden temizlemekle alâkalıdır. Kısaca, nefsi yerilen ahlaktan, övülen ahlaka yükseltmeye tezkiye denir.

UBÛDİYYET: Arapça, kulluk demektir.

UCB (veya UCÜB): Kendini beğenmeyi ifade eden Arapça bir kelime.

VAHDET: Gerçek mânâda bir olan Cenab-ı Hak'tır.

VECD: Sâlikin zorlaması, istemesi olmadan kalbe gelen hâle vecd denir.

VELAYET: Nefsinden fani olduğunda, kulun Hak ile hareket etmesi, Kur'ân-ı Kerim'deki "Allah mü'minlerin velisidir" (AI-i-İmran/68) âyetine göre, tüm inananlar Allah'ın dostudur. Allah'ın, kulunu dost edinmesi, onun üzerinde isimleriyle tecelli etmesidir.

VELİ: Velinin tanımı, Buharî (Rekaik/38) 'de şu kudsi hadisle verilir: "Allah, bir kulunu sevdiği zaman onun gören gözü, duyan kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. "Bu kul, Allah'tan bir şey istese, bu isteği kabul görür. Allah'a sığındığında, Allah onu korur.

VERA': Arapça, takva, Allah'tan korkmak, şüphelilerden kaçınmak, mubah ve mekruhlarda bile titizlikle davranmayı ifade eder.

VESİLE: Arapça, araç demektir. Bunun Kur'an'dan delili, "Allah'a ulaştıracak vesileyi arayınız" (Maide/35) âyetidir.

YAKÎN: Kuşeyrî üç türlü yakînden bahseder: 1. İlme'l-Yâkin: Bir şey hakkında habere dayanan bilgi. 2. Ayne'l-Yakin: Bir şey hakkında, görmek suretiyle elde edilen bilgi, 3. Hakka'l-Yâkin: Bir şeyi bizzat yaşamak suretiyle elde edilen bilgi.

ZÂHİD: Kendisini dünyadan çeken ve dinî hayata veren âhirete yönelen kişiler için kullanılır bir tâbirdir. Dünyaya gönül vermemek de zühddür. Süfyan-ı Sevrî, dünya ile ilgili isteği azaltmayı, zühd olarak tanımlar. Cüneyd de "elin boş olduğu şeyden, kalbin de boş olması, yani elde olana kalbin razı olmasıdır" diye bir tanım getirmiştir.

ZİKR-İ HAFÎ: Gizli zikir, anlamını içeren Arapça bir ifade. Bu zikir de, "tadarru'an fi nefsike" (Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, alçak sesle sabah akşam rabbini zikret, gafillerden olma!Araf/205) şeklindeki Kur'an ifâdesinin gösterdiği üzere, kalbden yani tefekkür olarak uygulanır.

 

 Türkiye'de tarihin saptırılması sürecinde Türk Süfiliğine Bakışlar Ahmed-i Yesevi • Mevlana Celaleddin-i Rumi Yunus Emre • Hacı Bektaş-ı Veli AHMET YAŞAR OCAK 1996 İletişim Yayıncılık A. Ş. İstanbul

TASAVVUF KLASİKLERİNDE TASAVVUF VE ŞERİAT Dr. Öğr. Üyesi Mahmud Esad ERKAYA Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

TASAVVUF TERİMLERİ VE DEYİMLERİ SÖZLÜĞÜ Prof. Dr. Ethem Cebecioğlu nun kitabından özetlenmiştir.

TASAVVUF VE KAVRAMLARI.docx OMÜ | Ondokuz Mayıs Üniversitesi  https://avys.omu.edu.tr          

DİA

( Tasavvuf Terimleri 2 başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 13.10.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu