
Bahar
geldi, toprak uyandı.
Bir dua gibi açıldı tohumun kalbi.
Rüzgâr, göğe taşıdı unuttuğumuz adları,
Ve biz, daha insan olmadan önce,
Bir yaprağın titremesinden öğrendik yaşamayı.
O an anladık ki:
Varlık, Tanrı’nın bir anlık tebessümüdür.
Ve her doğuş, evrenin kendini yeniden hatırlayışıdır.
Yaz geldi, güneş, alnımıza yazgı gibi
değdi.
Gölgemiz bile büyüyordu biz yürüdükçe,
ve terimiz, sonsuzluğun tuzuna karışıyordu.
Oysa biz hâlâ kendimizi “şimdi” sanıyorduk —
Oysa “şimdi” çoktan göğe yazılmış bir yankıydı.
Denizlerin kalbinde bir sır vardı:
Su, ne kadar yürürse o kadar arınır.
Son-bahar
geldi, bir yaprak düştü,
Ve dünya bir anlığına sustu.
Her sarı renk, geçiciliğin ilmi gibiydi.
Rüzgâr, “Kini ve kasaveti, unutmak da bir ibadettir” dedi.
Biz o rüzgâra yüzümüzü döndük,
ve öğrendik ki:
Yalnızlık, ruhun en coşkulu mevsimidir.
Her düşüş, bir
içe dönüştü aslında.
Ve insan, köklerine dönerken büyür.
Kış geldi, beyaz bir örtü serildi
dünyanın üzerine,
Sanki gök, hatalarımızı affetmek ister gibi.
Soğuk — hem unutuşun hem de huzurun dilinden konuşur.
Bir pencere camında nefes iziyiz artık:
Varla yok arasında, varlığın kırılgan buğusu.
Ama içimizde bir kıvılcım kalır,
Bir el, ısrarla birçok ellere uzanmak ister.
Ve o an —İnsan oluruz yeniden.
Zaman geçmez, sadece biz çözülürüz.
Bir gül açar her doğumun ardından,
Her ölümün ardında bir sonsuzluğa uzanan bir ışık kalır.
Anlam — ne kelimede ne bedende,
Yalnızca “birlik”te saklıdır.
Ey yolcu, mevsimlerin ardına değil,
Kendine yürü çünkü evrenin haritası
Senin kalbindedir.
…
Ga-051125