BULGARİSTAN VAKIFLARI
Osmanlı
vakıfları sadece Anadolu ve Ortadoğu ile sınırlı değildi elbette. Osmanlı
döneminde Tüm Balkan coğrafyasında yaklaşık 16.000,sadece Bulgaristan’da 3339
eser mevcuttur. Kanijeli Siyavuş Paşa’nın Bulgaristan’da
bulunan vakıf ve eserleri. Reyhan Şahin Allahverdi. Mehmet Akif Ersoy Ünv.
Osman Keskioğlu ve Taha Özaydın hazırladıkları
Bulgaristan’daki Türk İslam Eserleri isimli eserde Vakıflar Genel
Müdürlüğü Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğü’ndeki fihrist defterlerindeki
araştırmalarında bugünkü Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinde 400 kadar vakıf
kurulduğunu tespit etmişlerdir...
Bunların
arasından en eskileri olmak üzere şunları sayabiliriz. Zağra’da Sarim Bey oğlu
Umur Bey’in 818 H,Köstendil’de Vezir Halil Paşa’nın 894 H,Filibe’de Rüstem
Paşazade İskender Bey’in 875 H, Sadrazam Çandarlı İbrahim Paşa’nın 906
H,Vezir-i Azam Mustafa Paşa’nın 907 H,Plevne’de Mihaloğlu Ali Bey’in 901
H,Sofya ve Niğbolu’da Yahya Paşa’nın 912 H,Sofu Mehmet Paşa’nın 954 H,Sokollu
Mehmet Paşa’nın eşi Esma han Sultan’ın 908 H,Nurbanu Sultan’ın 1054 H tarihli
vakıfları vardır. Bu gibi büyüklerin yanında orta halli kişilerin vakıfları da
bulunmaktadır.
1285
H/1868 M. Yılında Tuna Vilayeti Merkezi Rusçuk’ta basılan Tuna Salnamesindeki
istatistiklerine Kamusul Alam ve Evliya Çelebinin notlarına göre muhtelif şehir
ve kasabalardaki Cami,Okul,Medrese ve Tekke adedi şöyledir. Cami:447 Okul 250,
73 Medrese 78 Tekke olmak üzere toplam 848 Hayrat eser tespit edilmiştir.
Unutulmamalıdır ki bu eserlerin tamamı kişiler tarafından yaptırılmış hizmet
içinde vakıflar kurulmuştur. Bulgaristan coğrafyasında tespit edilebilen hayrat
eserler ve bulundukları yerler aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
1285 H/1868 M. Yılında Tuna Vilayeti
Merkezi Rusçuk’ta basılan Tuna Salnamesindeki istatistiklerine Kamusul Alam ve
Evliya Çelebinin notlarına göre muhtelif şehir ve kasabalardaki Cami,Okul,Medrese
ve Tekke adedi şöyledir. 447 Cami, 250 Okul, 73 Medrese 78 Tekke olmak üzere
toplam 848 Hayrat eser tespit edilmiştir.
SOFYA
Osmanlı
Devleti’nin Anadolu topraklarının büyük bir kısmını egemenliğine almadan önce
fethettiği toprakların başında Balkan toprakları gelir. Balkan topraklarından
da Bulgaristan ve Sofya, Osmanlı topraklarına en erken katılan yerlerdendir. Bu
fetihler sonucu başlayan Balkanlar’daki ve Sofya’daki Osmanlı egemenliği 500
yıldan fazla sürmüş ve bu süre zarfında Balkanlar ile birlikte Sofya şehri de
bir ilim ve kültür şehri haline gelmiştir. Türkler Balkanlar’da ilerlerken burada
kurdukları egemenliğe paralel olarak yeni yerleşim yerleri kurdukları gibi
yerleştikleri şehir, kasaba ve köyleri de şenlendirmişler ve ekonomik olarak
zenginleştirmişlerdir. Ayrıca yerel halk ile bütünleşerek şehirlerin kültürel
anlamda zenginleşmesine de katkı sağlamışlardır. Bu süreçte Sofya, Balkanlar’ın
en önemli ilim ve kültür merkezlerinden biri haline gelmiştir. Sofya Osmanlı
döneminde vakıfları, camileri, hanları, hamamları ve Türk-İslam şehirlerinin
ayrılmaz bir parçası olan kendine özgü çarşıları ile bölgenin merkezi
konumundaki önemli şehirlerinden birisi olmuştur.
Osmanlı
Devleti’nin Balkanlardaki en önemli sancaklarından biri olan Sofya, ismini
şehir merkezinde bulunan “Aya Sofia” kilisesinden dolayı XIV. yüzyılın
sonlarında almıştır.
Evliya
Çelebi Sofya için, “Sofya,
Sofya sahrasının güneyinde, Vitoşa dağının eteğinde, Kurd bağları denen İrem
bağının aşağısında düz bir alanda kurulmuş büyük bir yerleşim yeridir. Batı ve
Kuzey tarafı verimli bir ovada güllük gülistanlık bir kazadır. Sofya birbirine
yakın köylerden meydana gelmiştir.” der.
Sofya
da diğer Balkan şehirleri gibi Osmanlı idaresine girdikten sonra önemli
değişiklikler geçirdi. Bunlardan en önemlisi şehrin bir Türk-İslam şehri
görünümü kazanmasıdır. Türkler Bulgaristan’da kurdukları egemenliğe paralel
olarak yeni yerleşim yerleri kurdukları gibi, geldikleri şehir, kasaba ve
köyleri de şenlendirmişler ve ekonomik olarak zenginleştirmişlerdir. Kırsal
kesimlere yerleşen Türkler buralara yeni isimler vermişlerdir.
Camilerle süslenen Sofya tam anlamı ile bir Osmanlı şehri görünümündedir. 93 harbinde Rus orduları kumandanı, Sofya’yı görünce: “Bu minare ormanını yakıp yıkmalı” demiştir. Rus orduları komutanının yakıp yıkmak istediği bu şehir, Osmanlı şehirleri arasında en az sorunlu şehirler içerisinde yer almaktaydı. Bundan dolayı da belgelerde “Saadetli Sofya” şeklinde geçmiştir.
Balkanlardaki
bugünkü önemli şehirlerin birçoğu Osmanlı döneminde gelişme kaydetmiştir.
Filipe, Tatarpazarcık, Belgrad, Sarayaova, Üsküp, Yenişehri, İlbasan, Manastır,
Köstence ve Sofya bunlardandır.
Osmanlı
idaresine girdikten sonra Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki en önemli
şehirlerinden birisi haline gelmiştir. Osmanlı ordusu Avrupa üzerine sefere
çıkacağı zaman çoğunlukla Sofya’yı bir üs olarak kullanmıştır. Sofya akıncılar
için de önemli bir yerleşim yeriydi. 1570 yılında 171 nefer akıncı beyi bu
serhad şehrinin merkezinde oturuyordu. Sofya savaş zamanında ordunun toplanma
yeri olduğu için Rumeli beylerbeyi asker ve mühimmatı buraya sevk ederdi.
Seyyah
Dernschwam Sofya’dan övgü ile bahsetmektedir. Ona göre XVI. Yüzyılda Sofya’da
evler tek katlı ve ahşaptan yapılmıştır. Şehrin etrafında sur yoktur. Şehrin
dışında on beş caminin varlığı ile birlikte her türlü sanatın yapıldığından
bahseder. Dernschwam Sofya’da bulunan hamam ve hamamın yanındaki camiden övgü
ile bahseder. 1570 yılında on cami, otuz dört mahalle mescidi, dört okul, dört
zaviye, bir bedesten, yedi hamam ve bir kervansarayın özelliklerini detaylı
şekilde anlatır.
Sofya
şehri her Anadolu şehri gibi birçok âlim, şair, mütefekkir ve bilim adamı
yetiştirmiştir. Bunlardan en önemlisi de divan şairleridir. Osmanlı Devleti’nde
üç bin kadar divan şairi yetişmiştir. Bunlardan yaklaşık 15 tanesi Sofyalıdır:
Cenânî, Fethî, Himmetî, Nazîrî, Resmî, Rusûhî, Vaslî, Visâlî, Zühdi, Hazânî,
Vuslati, Râsih, Hâdî, Vâhid, Feyzî.
Osmanlı
döneminde başta Sofya olmak üzere tüm Bulgaristan yoğun bir imar faaliyetine
sahne olmuştur. Şehirler yeni bir anlayışla imar ve ihya edilirken yeni yerleşim
yerleri de kurulmuştur. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz Sofya, Osmanlı idaresine
girdikten sonra birçok alanda önemli ilerlemeler kaydetti. Bu ilerlemelerin
başında Sofya şehrinin imar edilmesi ve her tarafın Osmanlı eserleri ile
donatılmasıdır. Fakat bütün Bulgaristan’da olduğu gibi Sofya’daki Türk-İslam
eserleri birer birer yok edildi. Bugün
Sofya’da bir cami ile Şumnu’da birkaç cami ayakta kalabilmiştir. Bu konuda
Profesör A. Işirkov 1912 yılında Bulgaristan’daki bilhassa Sofya’daki Türk
eserleri konusunda şu bilgileri vermektedir:
“Yunanlıları
bizim anıtlarımız tahrip etmiş olmaları yüzünden kınamak için yeteri kadar
kelime bulamayan bizler, kendimiz Türk anıtlarını fanatik bir çılgınlıkla
yıktık. Biraz zahmet ve iyi niyetle, bugün elimizde Sofya şehrinin tarihini
yazabilmek için çok önemli Türk kayıtları bulunabilirdi. Genel düzenleme
planının gerçekleştirilmesi sırasında tahrip edilmiş olan bütün binaların ve
kamu anıtlarının planlarına ve fotoğraflarına şehrin, belli başlı binaların yer
alacağı ve kurtuluş öncesi döneme ait bütün mahallelerin ve bütün sokakların
isimlerinin belirtilebileceği ayrıntılı bir planına sahip olabilirdik. Bu
esnada, söz konusu alanda pek az bir şey yapılmıştır ve Sofya şehrinin
tarihçesi, Türk döneminin çağdaşı olan kişilerin mevcut olduğu bir sırada
düzenleme esnasında ortadan kalkmış olan sokakların ve binaların yerlerini
belirlemede zorluk çekmektedir.”
Osmanlı
Devlet adamları Bulgaristan coğrafyasında 3,339 civarında Türk-Osmanlı eseri
inşa etmiştir. Bu eserlerden günümüze kadar ayakta kalanların sayısı 150
civarındadır ( Ekrem Hakkı Ayverdi.)
1547
tarihinde yapılan medresenin 16 hücresi vardır.
Kanuni
döneminde yapılmış olan bu medresenin sekiz hücresi vardır. Vakıftan maaş alan
müderrisin yıllık geliri 5.400 akçedir. Muallimin vakıftan aldığı miktar 720,
halifenin aldığı miktar 1.800 akçedir.
Sofya’da
Kuru Çeşme semtinde tüccardan Sakallızâde Hacı Ahmed tarafından yaptırılmıştır.
Bu medresenin varlığını 1804 tarihli bir arzuhalden öğrenmekteyiz. Medresenin
vakfiyesi 1762-63 tarihlidir.
Medrese
altmışlı bir medresedir. Vakfiyesi 1783-84’te kaydolmuştur. Rüstem Çelebi
mahallesinde Ali bin Hacı Ahmed Medresesi’ne vakıf belgelerinde
rastlanmaktadır.
Medresenin
yapılış tarihi 1585’tir. Bunların dışında Sofya’da bulunan medreseler
şunlardır: Sadrazam Siyavuş Paşa Medresesi, Benli Kadı Medresesi, Koca Mustafa
Paşa Medresesi, Karatekke Medresesi.
Sofya’da
Osmanlı dönemine ait birçok cami bulunmaktadır. Bu camilerin dışında hemen
hemen her mahallede bir veya birden fazla mescitte yapılmıştır.
VI.
Yüzyılda kilise olarak inşa edilen yapı Osmanlı döneminde camiye çevrilmiştir.
1818 depreminde minaresi yıkılan cami, 1838 depreminde büyük hasar görmüştür.
1910 yılında cami olmaktan çıkarılmıştır.
1444-1456
senelerinde Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mahmud Paşa, beylerbeyliğinin merkezi
olan Sofya’da bir cami yaptırmıştır.
Sofu
Mehmed Paşa tarafından 1548’de yaptırılmıştır. Cami siyaha yakın granit taştan
yapıldığı için “Kara Cami” olarak da anılır. Mimar Sinan tarafından
yapılmıştır. Cami külliyesi ve müştemilatı ile Sofya’nın üçüncü büyük
yapısıdır. Caminin etrafında kütüphane, imaret, hastane, hamam ve kervansaray
olmasına rağmen bu yapılardan sadece cami günümüze kadar gelebilmiştir.
Banyabaşı
Camii
Cami
1566 yılında Molla Efendi Kadı Seyfullah isimli bir hayırsever tarafından
yaptırılmıştır. Yaptıranın isminden dolayı Seyfullah Efendi Camii olarak ta
anılmaktadır.
Namazgâh Sofya şehir merkezinde Pazar yeri olarak kullanılan
meydanda bulunmaktadır. Bu yapı halk arasında Rimska Stena veya Roma Duvarı
olarak tanınmaktadır.
Bunların
dışında bulunan cami ve mescitler şunlardır. Gül Camii, Cafer Çelebi Camii,
Hacı Bayram Camii, Sungurlar Camii, Cami-i Kebir, Mustafa Bey Camii, Yahya Paşa
Camii, Karadanişmend Camii, Fethiye Camii, Cami-i Hoca Abdi, Cami-i Atik ve
Sakallızâde Hacı Ahmed Ağa Mescidi, Fatih Mescidi.
Yukarıda
saymış olduğumuz eserlerin dışında Sofya’da daha birçok Osmanlı dönemi Türk
eseri vardı. Yahya Paşa’nın yaptırdığı Bedesten günümüze ulaşmamıştır.
Zağanos Paşa Vakfı
Zağanos
Paşa II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed döneminde devletin çeşitli kademelerinde
görev yapan önemli bir devlet adamıdır. İstanbul’un fethinden sonra da Çandarlı
Halil Paşa’nın yerine vezir-i âzam olmuştur. Zağanos Paşa Anadolu ve
Balkanlarda birçok hayır eseri yaptırmıştır. Sofya’nın Bana (Banya) köyü de
Zağanos Paşa vakfının arazisidir. Köyün geliri diğer vergiler ile birlikte
3.958 akçedir.
Şadi Bey Karaman köyünde bir cami yaptırarak Sofya’nın Goleme Lozena karyesini bu cami için vakfetmiştir. Köyün geliri 11.300 akçe, caminin günlük masrafı yıllık masrafı ise 7.200 akçedir.
Zâviye,
herhangi bir tarikata mensup dervişlerin, bir yerleşim yeri veya yol üzerinde
gelip geçenlerin yeme ve içme ihtiyaçlarını sağlamak amacı ile yapmış oldukları
hayır binalarıdır. Evliya Çelebi Bali Beyden bahsederken Balkanların fetih ve
Türkleşmesindeki önemi üzerinde durur. Vakfın yıllık geliri 6.400 giderleri ise
6420 akçedir.
Bu
vakıf ailevi bir vakıf niteliğindedir. Ağa bin Abdullah ev ve ahırını satarak
gelirini vakfetmiştir. Bu gelirden elde edilen meblağ 60.000, gideri ise 13.400
akçe gözükmektedir.
Vakfın
değirmen ve dükkânlardan senelik 2.308 akçelik geliri vardır. Vakfın gelirleri
gelen ve gidenlerin masraflarının karşılanması için bağışlanmıştır.
Sarraf Kasım
bin Ahmed Vakfı
Vakfın
gelirleri arasında Keçeciler çarşısındaki 5 bab dükkan ile demirci Gerger’in 2
bab dükkanından elde edilen meblağ vardır. Vakfın yıllık geliri 18.000,
giderleri 2.770 akçedir.
Bu
vakıf için çeşitli zemin ve dükkânlardan yıllık 1.872 akçe geliri olmakla
birlikte giderlerini karşılamamaktadır.
Bu
vakfın oldukça fazla bir gelirinin olduğunu görmekteyiz. Aynı zamanda kuruluş
aşamasında da 5.000 akçe gibi iyi bir gelirle kurulduğu gözükmektedir.
12.000
akçelik bir gelir ile kurulan vakıf önemli bir gelir kaynağına sahiptir.
Giderleri ise İmam mü’ezzin gibi görevlilerin maaşlarını karşılamak için
harcanmıştır.
Bu
vakfın sadece ismi hakkında bir bilgi elde edebildik.
Vakfın
gelir ve giderleri belli değildir. Vakfedilen ahır, fırın, ev ve bahçe evladına
ve onun evladına kalacak şekilde ailevi bir vakıf konumundadır.
Bu
vakıfta iki bablık değirmenin hâsılı vakfedilmiştir. Vakıf ailevi bir vakıftır.
Vakfın gelirleri Kamer Hatun’un ölümünden sonra evlatlarına ve torunlarına
vakfedilmiştir.
Bu
vakıf ailevi bir vakıftır. Vakfın gelirleri arasında beş bab dükkân ve 1 bab
şemhane vardır. Bu taşınmazların kira gelirleri Kamer Hatun’un zevci Hacı Ahmed
Halife’ye vakfedilmiştir.
Vakfın
geliri çeşitli dükkan, dükkan ve zeminlerin kira gelirlerinden yıllık 20.000
akçe iken gideri ise 5.528 akçedir.
Bu
vakıf bir aile vakfıdır.
Vakfın
yıllık gelir toplamı 2.000 akçedir. Gider toplamı ise 1.560 akçedir. Giderler
daha çok görevlilerin maaşları için harcanmaktadır.
Vakfın
kuruluşunda asl-ı mal 5.000 akçedir. Murabahası ise 500 akçedir. Vakfın
giderleri 2.520 akçedir.
Vakıf
sahibi sahip olduğu bağını vakfederek gelirini iki kuyu için vakfetmişti.
Vakfın gelirleri arasına beş dükkân vardır. Vakfın üzerinde kayıtlı olan iki odalı evin biri müezzine diğeri de imama vakfedilmiştir.
Sarraç Hacı Davud Vakfı
Vakfın
asl-i malı 4.000 akçedir. Bunun murabahasından ise 400 akçelik bir gelir elde
edilmektedir. Vakfın 4.058 akçelik gideri imam, müezzin, tevliyet ve daha
birçok harcama kalemleri için harcanmaktadır.
Hacı İlyas bin Abdullah Vakfı
Vakfın
as-i malı 21.000 akçedir; bunun murabahasından elde edilen gelir miktarı ise
2.100 akçedir. Vakfın asl-i mallarının %10 üzerinden murabahaya verildiğini
anlamaktayız. Vakfın giderleri ise 6.840 akçedir.
Hacı Kemal bin Abdullah Vakfı
Vakfın
4.320 akçe gelir getiren 35 adet dükkânı ile palamud değirmeni yanmıştır. Bunun
üzerine bu yerlerin arazisi mukataa usulü kiraya verilmiş ve aylık 123 yıllık
1.596 akçe geliri bulunmaktadır.
Vakfın gelirleri 2.000, giderleri
4.320 akçedir.
Yahya
Paşa II. Bayezid’in damadıdır. Bu kişi II. Bayezid zamanında Bosna
Sancakbeyliği’nde ve Rumeli Beylerbeyliği’nde bulunmuştur. Yahya Paşa daha
sonra da vezir olmuştur. Yahya Paşa, Kayınpederi II. Bayezid’in temlik ettiği
mülklerini Üsküp’teki cami ve imareti için vakfetmiştir. Yahya Paşa Sofya’da
içinde 44 dükkân bulunan Rumeli’nin en büyük bedestenini yapan kişidir.
Hasan
Paşa Rumeli Beylerbeyliği yapmıştır. Hasan Paşa kendi mülkünden olan bazı
yerleri Akşehir’de yaptırdığı imaret ve mescitler için vakfetmiştir. Vakfın
gelirleri kapan ve şemhane mukataasından elde edilen 24.400 akçedir.
Vakıf
çeşitli dükkân ve evlerden yılda 9.364, giderleri ise 16.922 akçedir.
1566 yılında Molla Efendi Kadı Seyfullah isimli bir
hayırsever tarafından yaptırılan camiye ait bir vakıftır. Vakfın camii
Banyabaşı Camii olarak ta bilinmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’ne göre Sofya’da 53 cami ve mescid, 40 mektep ve 2 medrese mevcuttur. 1868-1869) tarihli Tuna Vilayeti Salnamesi’ne göre şehirde 44 cami, 8 mektep, 4 medrese, 18 tekke vardır. 1872-1873) Tarihli Tuna Vilayeti Salnamesi’ne göre 44 cami ve 18 tekke bulunur. 1877-1878 Osmanlı- Rus Harbinden önce Sofya’da 41 cami, 3 mescit, 3 medrese, 11 mektep, 2 hamam, 5 kaplıca, 5 türbe, 3 han, 8 tekke, 1 dergâh, 2 zaviye, 1 kütüphane ve 1 mahkeme konağının mevcudiyeti bilinmektedir.18 Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından hazırlanan “Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri: Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk” adlı kitapta da ise Osmanlı döneminde Sofya ve köylerinde 32 cami ve mescit, 7 medrese, 19 mektep, 15 tekke-zaviye, 3 imaret, 13 han, 11 hamam, 2 türbe, 7 kervansaray, 10 çeşme, 1 sebilin varlığından söz edilmektedir.
Şehri modernleştirmek adına
Sofya’da Osmanlı eserlerinin yıkımı, geçici Rus idaresi döneminde 1878-1879’da
başlamıştır. İlk olarak 870 Türk evi yıkılmış, şehrin doğu ve güney mahalleleri
harabeye dönmüştür. “Minare ormanı” olarak adlandırılan şehirde minareler dinamitlenerek
havaya uçurulmuş, pek çok cami yıktırılmıştır. 1879 yılında Sofya’da ayakta
kalan cami sayısı on dörttür. Bunlardan on üçü büyük bina yokluğundan dolayı
askerî amaçlar için tahsis edilmiştir. Diğeri ise harap vaziyetteki Banya Başı
Camii’dir.
Ruslar’ın 1879’da çekilmesinden sonra Bulgar hükümetleri, geriye kalan Osmanlı eserlerini peyderpey yıkmaya devam etmişlerdir.1880’de şehrin doğu bölümünden başlayan ve mahalle mahalle sistematik bir şekilde devam eden yıkımlar, 1900’lerin başına kadar devam etmiştir.
Bu esnada Kün Camii, Lüleli Cami,
Saray Camii, Tellak Hasan Camii ve Mektebi, Kurşunlu Cami, Çukur Cami, Kız
Kasım Camii, Müseli Camii, Hüsrev Camii, Fethiye Camii, Zafir Camii, Deve
Bayırı Camii ve Zincirli Cami, Karagöz Bey Camii, Cündî ve Kara Şahin Camileri,
Menzilhâne (Eğri) Camii ve Mektebi, Yazıcızâde Camii ve Mektebi, Baş Çeşme
Camii, Hacı İsa (Kâbe) Camii, Kuru Çeşme Camii, Sungurlar (El-Hac Bayram)
Camii, Kara-Danişmend Camii, Hazinedâr Camii, Saruhan Bey (Kurşunlu) Camii,
Seyfullah Efendi Türbesi ve Mektebi, Gül Camii Medresesi, Arif Ağa Camii, Alaca
Mescid, Hacı İsmail Camii ve Mektebi, Hacı İlyas Camii, Kapan Camii, Orta
Mescit Camii, Kasabân Zincirlikuyu Zincirli Camii, Sulusokak Camii, Sabuncular
Camii, Haffafhâne Mescidi, İçerüçarşı Camii, Çuhacılar Hanı Mescidi, Muhtesibzâde
(Debbağlı) Camii, Ali Boyras Camii, Hacı Yahşi (Said Ağa) Camii, Hasbip Ağa
Camii ve Vakfı, Saat-i Atik Camii, Hacı Hamza Camisi, Kurban Camii, Fethiye
Camii, Bali Efendi Camii, Şadi Bey Camii, Sakallızâde Medresesi, Misvaklı
Efendi (İsmail Paşa) Mektebi, Gazi Yahya Paşa Mektebi, Taş Mektep, diğer Taş
Mektep, Kamer Hatun Mektebi, Halil Efendi Mektebi, Kadiri Tekkesi, Rifai
Tekkesi, Şeyh Sinan Efendi Türbesi, Kılınç Baba Zaviyesi, Nakşi Tekkesi, diğer
Nakşi Tekkesi, Fethiye Tekkesi, Halveti Tekkesi (Cafer Baba Tekkesi), Rifai
Dergâhı (Nalband Baba Tekkesi) Kasap Baba Türbesi, Çoban Baba Tekke ve Türbesi
ile Mercan Baba Türbesi yıkılmıştır.
Osmanlı çarşısıyla birlikte
mezarlıklar da ortadan kaldırılmıştır. Kalan birkaç cami cephane, hastane,
jimnastik salonu, ecza deposu, müze gibi yeni fonksiyonlar kazandırılarak
kullanılmış, bir kısmı da kiliseye çevrilmiştir. 1900’lerin başlarında ise eski
Osmanlı şehrinden hiç bir şey kalmamıştır.
Günümüzde Sofya’da Osmanlı
eseri olarak sadece 4 yapı mevcuttur. Bunlardan Banya Başı Camii cami
fonksiyonunu sürdüren tek yapıdır. Sadrazam Mahmud Paşa Camii Arkeoloji Müzesi
olarak kullanılmaktadır. Siyavuş Paşa Camii ve Bosnalı Mehmed Paşa Camii ise
kiliseye çevrilmişlerdir.
Gülberk
Bilecik İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Türk ve İslam Sanatı
Anabilim Dalı Öğretim Üyesi. YENİ TÜRKİYE 67/2015
SİLİSTRE
1377’de Eflak Voyvodası I. Radu, Silistre’yi almasına rağmen kısa bir süre
sonra yeni Eflak idarecisi Mircea tarafından Çar İvan Şişman’a geri verildi.
1388 kışında Çandarlı Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusu Silistre’yi ele
geçirdi. Kuman asıllı olan ve I. Murad’ın vasalı durumunda bulunan Şişman’ın
(Susmanos) I. Murad’a diğer bütün şehir ve kalelerin içinde güzel binaları,
zenginliği ve sağlam surlarıyla Silistre’nin başta yer aldığını söylediği
rivayet edilir. Mihaloğlu Fîruz Bey ilk Osmanlı sancak beyi olarak Silistre’ye
yerleşti.
Fetret devri ve sonrasında (1402-1415) Efmak Voyvodası
Mircea’ın tekrar eline geçen Silistre ve Dobruca 1419 ilkbaharında Çelebi
Sultan Mehmed tarafından tekrar alındı.
1462 yılında Fâtih Sultan Mehmed Silistre’yi üs olarak
kullanıp Eflak seferine çıktı. Bu sefer neticesinde elde edilen dâimî barış ve
güvenlik Dobruca ve Silistre’nin tekrar toparlanmasını sağladı. Bu duruma
bölgeyi 1473 ve 1480 yılları arasında ziyaret eden Saltuknâme müellifi
Ebülhayr Rûmî de işaret eder ve müslümanların güvende, barış içerisinde
korkusuzca yaşadıklarını belirtir.
XVI. yüzyılın ilk çeyreğine ait kayıtlara göre göre
altı imam ve bir müezzinin kaydedildiği şehirde iki cami, üç mescid vardı,
ayrıca Şeyh Nasuh Tekkesi dervişleri de bulunuyordu.
1516 ve 1569-1570 yılları arasında huzurlu geçen elli
dört yıl içerisinde Silistre büyüyerek 6300-7300 kişilik nüfusa sahip bir şehir
haline geldi. Bu dönemde yirmi dokuz imam ve müezzinin hizmet ettiği dört cami
ve on altı mescid, 802 hâne, 204 mücerret bir müslüman topluluk, bunun yanında
şehirde yaşayan kırk altı askerden oluşan bir garnizon ve yirmi dört sipahilik
bir grup daha bulunmaktaydı.
Evliya Çelebi 1061 (1651) ve 1068’de (1657) Polonya’ya
doğru bir sefere gitmek için iki defa Silistre’de bulunmuştur. İlk gelişinde
şehri uzun uzadıya tasvir ederek kalesini anlatır, buranın on bir kulesi
olduğunu, iki kapıdan girildiğini, içeride Yıldırım Bayezid Mescidi, çeşitli
ambarlar, yirmi asker hânesi bulunduğunu yazar. Şehrin varoş kısmında ise adlarını
vererek on üç müslüman mahallesini sıralar, ayrıca on hıristiyan, bir de yahudi
mahallesi olduğunu belirtir. Burada yedi tahta köprü, yedi cami (Sinan Paşa’nın
Kurşunlu Cami, Eskicami, Akkapı Camii, Mahkeme Camii, Pazaryeri Camii, Haraççı
Camii, Melek Ahmed Paşa Musallâsı), bir medrese, kırk mektep, üç hamam, on
çeşme, 800 dükkân, bir bedesten vardır.
1697-98 tarihli avârız defterine göre elli beş imam,
şeyh ve müezzine karşılık askerî statüleri bulunan 187 yeniçeri, kırk sekiz
müstahfız ve elli sekiz yörük vardır.
Ruslar 1836’ya kadar Silistre’yi ellerinde tuttular.
Rus askerlerinin şehri boşaltmasının ardından Vali Selim Paşa yarısı yıkılmış
olan şehrin ortasına büyük ve ihtişamlı tek kubbeli cami yaptırdı. Tuna
nehrinin karşı tarafındaki Romanya topraklarından görülebilen bu cami
Silistre’deki Osmanlı varlığını çok açık biçimde yeniden ortaya koydu.
1846’da Sultan Abdülmecid şehri ziyaret ederek zarif
bir caminin inşasını emretti. Bu cami günümüze kadar gelmiştir.
Şehrin Selânikli Mûsâ Hulûsi Paşa kumandasındaki
başarılı savunması, Nâmık Kemal’e Vatan yâhud Silistre adlı
meşhur piyesini yazmasında ilham kaynağı olmuştur.
1290 (1873) tarihli Tuna Vilâyeti Salnâmesi’ne göre on üç
camisinin, 497 dükkânının, elli dört mağazasının, üç hamamının, dört kilisesinin
ve bir sinagogunun bulunduğunu belirtmektedir. MACHIEL KIEL
Rumeli’deki bir diğer yer Silistre
Sancağı/ Beylerbeyliğidir. Ahmet Cebeci’nin naklettiğine göre 1597/1598 yılında
Silistre Sancağının toplam geliri 11.895.011 akçe olup vakıf gelirleri ise
4.125.729 akçedir.1984 yerleşim yerinden 345 köy ve 5 Kasaba vakıftır. Küçük
bir örnek olarak Silistre kazasındaki 46 vakfa 234.000 akçe vakfedilmiş olup
yıllık geliri 56.000 akçedir. Vakıfların mülkiyetinde 176 dükkan,2 fırın,1
mahzen, kiralık ev-oda ve zemin,70 değirmen,1 Pazar yeri,8 bağ ve bağçe 1
çayır,1 hamam zaviyeler içinde 15 koyun,13 sığır, kazan, haranı, sahan vb.
bulunmaktadır.
TIRNOVA
Tırnova, 790-791 (1388-1389) yıllarında Vezîriâzam
Çandarlı Ali Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusunun kış seferi sırasında çatışma
olmadan ele geçirildi. Osmanlı vasalı Çar İvan Şişman’ın affedilmesinin
ardından Tırnova tekrar kendisine teslim edildi. Bununla birlikte dört yıl sonra
Yıldırım Bayezid uzun ve şiddetli geçen bir kuşatmanın arkasından şehri tekrar
zaptetti (17 Haziran 1393). Tsarevets tepesindeki saraylar, evler ve kiliseler
gerçekten yıkılmıştı. Eğer Osmanlı Devleti Bulgar kimliğine ve kültürüne karşı
gerçekten imha planı yürütmüş olsaydı son derece önemli olan bu millî
sembollerin ayakta kalması imkânsızlaşırdı. (Kara Timurtaş Paşa’nın Rumeli
Beylerbeyliğinde Paşa tarafından vergi muafiyeti karşılığı yerli Bulgarlar’dan
oluşan Voynuk teşkilatı burada kuruldu, -voynuklar Osmanlı ordusuna için at
besler ve yetiştirirlerdi.)
XV. yüzyılın ilk yarısında Yıldırım Bayezid’in
oğulları arasındaki iç savaştan sonra Tırnova yeniden imar edildi ve İslâmî bir
şehir niteliğine büründü. Bu süreç II. Murad zamanından kalma güçlü devşirme
beylerinden biri olan, 1435’te tek kubbeli zarif bir cami, iki mescid, imaret,
medrese, mektep, hamam, kervansaray, Yantra üzerine bir köprüyle pek çok dükkân
ve su değirmeni yaptıran Fîruz Bey b. Abdullah tarafından hızlandırıldı. (Bu ifadede bir hata olduğunu düşünüyorum.
Firuz Bey Mihaloğlu Gazi Mihal Paşa’nın torunudur. Yani devşirme değil Türk
kökenlidir. Fetret devri öncesinde ve sonrasında Eflak ovasında faaliyetlerde
bulunmuştur. bknz Mihaloğulları-Dia)) 1444 yılından itibaren şehirde bir buçuk
asırdan daha fazla bir süre huzur ve refah hâkim oldu.
1516 tarihli tahrir defterine göre şehirde iki cami ve
altı mescid bulunurken 1540 yılında beş cami, on bir mahalle, altı mescid, bir
imaret ve yine imareti olan Kavak Baba Zâviyesi vardı. Müslümanların sayısı
kendi içindeki artış yanında mahallî Bulgar nüfusunun İslâmlaşmasıyla da
yükselmişti. Yerli müslümanlar Tırnova’nın İslâmî yaşamına iyi uyum sağladı;
pek çoğu iki imarette ya aşçı ya fırıncı ya müezzin ya da bir vakfın nâzırı
olarak görev yaptı.
1640 yılında 10.000 nüfuslu ve sekiz kilise ve bir
manastırı olan bir Katolik cemaat Bunların yanında 10.000 nüfusa sahip 2000
Türk hânesi ve yedi büyük cami mevcuttu. Yedi camisi olan Türkler 3000 kişiydi.
1660-61 tarihli bir rûznâmede Tırnova’nın Kavak Baba, Yıldırım Han, Seyyid
Halil Kadı (ilk defa 1540 tarihli vakıf defterinden zikredilmiştir), Ali Paşa
ve İlyas Kethüdâ adlı beş medresenin olduğu kayıtlıdır.
1540 tarihli Vakıf Defteri’ne göre Arnavut
adları taşıyanların hâne sayısı altmış üçe ulaşmıştı. Rüstem Paşa burayı
imtiyazlı bir statü vererek derbentçi köyü yaptı ve ardından vakıf statüsüne
geçirdi.
Öte yandan 1178 (1765) yılından kısa bir süre önce Ali
Efendi, Tırnova’da yeni bir kütüphane kurdu. Bu yüzyılın sonunda Kırk Şehid
adlı meşhur kilise kullanılmaz hale gelince zâviyeye dönüştürüldü. 1851 yılına
ait bir belge burasının Halvetî dervişlerine tahsis edildiğini göstermektedir.
1828’de Maximilian Thielen’in el kitabında “Tirnava”
şeklinde belirtilen şehrin Niğbolu sancağına bağlı olup bir tarafı
müslüman-Türk, diğer tarafı Rum, Ermeni ve yahudilerden meydana gelen iki
mahalleye ayrıldığı, sekiz camisi, birkaç Rum kilisesi, sinagogları ve
hamamları bulunan bir kasaba olduğu ifade edilmektedir. 1800 yılında Hacı Ali
Ağa şehrin Türk tarafının merkezine avlusunda yedi hücresi, ayrı bir
kütüphanesi olan kubbeli bir cami inşa ettirdi.
Bu yüzyılda şehir daha büyük bir hızla gelişti ve
üstün bir refaha ulaştı. 1869 tarihli Tuna Vilâyeti Salnâmesi,
Tırnova’yı 453 köyü ve % 41’i müslüman 175.900 nüfusu bulunan bir sancak
şeklinde tasvir eder. Şehirde ise 3091 hâne, yirmi bir cami, on dört kilise,
yedi medrese, dört tekke, üç hamam ve 1056 dükkân mevcuttu. MACHIEL KIEL