ARNAVUTLUK
Kökleri
Hint-Avrupa asıllı İliryalılar’a dayandırılan Arnavutlar Balkanların en eski
halklarından biri olarak kabul edilmekte, Osmanlı öncesi Roma, Bulgar, Venedik,
Sırp, Bizans, 1385-1912 tarihleri arasında da Osmanlı hâkimiyeti altında
yaşadıkları bilinmektedir. Anadolu Türklerinin, Arnavutları ilk defa (1337)
Bizans imparatorluğu ile yaptıkları ittifak neticesinde tanıdıkları
zikredilmekte, Osmanlılarla ilk temaslar ise Sırp Kralı Stephan Duşan’ın
ölümünün (1355) ardından, ortaya çıkan feodal beyler arasındaki mücadelelerle
başlatılmaktadır. Arnavutluk’taki en güçlü feodal beylerden Balşa’nın ordusuyla
beraber 1385’de Viyose savaşında yok edilmesinin ardından Osmanlı hâkimiyetinin
başladığı kabul edilmekte, Balşa’lar, Thopia’lar, Dukagin’ler, Coi
Zaccaria’lar, Musaki’ler, Zenebessi’ler, Aranat’lar, Vulkaşin’ler, Kastiota’lar
gibi belli başlı senyör ailelerin Osmanlı metbuluğunu tanıdıkları
belirtilmektedir.
Arnavut
topraklarının büyük bir kısmının Osmanlı egemenliğine girişi 1423-1430 yılları
arasında II. Murad, Kroya ve İşkodra dışındaki toprakların ilhakı ise II.
Mehmet zamanında İskender Bey’in ölümünden sonra 1468 yılında gerçekleşmiştir.
1443 yılında Osmanlı ordusunun İzladi Şavaşı yenilgisinin ardından Rumeli
Beylerbeyi Kasım’ın ordugâhından kaçan İskender Bey, Kuzey Arnavutluk’a giden
yol üzerindeki babasının toprakları Kocacık ve Akçahisar’ı ele geçirerek isyan
etmiştir8. Osmanlı egemenliğine karşı Arnavut direnişinin sembolü ve milli
kahramanı olan İskender Bey’in isyanı, ölüm tarihi 1468’e kadar sürecek,
Osmanlıların bölgedeki kesin hâkimiyeti bu tarihten sonra başlayacaktır.
Arnavutluk’taki
İslamlaşmayı iki unsur üzerinden takip etmek mümkündür. Bunlardan ilki nüfus,
diğeri ise vakıflardır. Arnavutların İslamiyet’le tanışmaları Aydınoğlu
Beyliği’ne bağlı Türkmenler ile başlatılabileceği gibi, geniş kitlelere
ulaştırılması ve sirayeti ancak Osmanlı Devleti bünyesinde tamamlanacaktır.
Buradan hareketle bölgedeki İslamlaşmanın ilk ayağını Arnavut feodallerin
Osmanlı timar kadrolarına dâhil edilmesi ve bu sistem içinde görülen ihtidalar
oluşturmaktadır. Yerli feodallerin eski hak ve imtiyazlarının aynen korunarak
yeni sisteme eklemlenmesi, bir yandan Osmanlı askerî kadrolarında Hristiyan
sipahiler meselesini gündeme getirmiş, diğer taraftan bu sipahilerin bir, iki
nesil sonra Müslümanlaşmalarının zeminini hazırlamıştır. Merkezi yönetim
bunları İslamlaştırmaya yönelik sistemli bir program yürütmeyip kendiliğinden
gelişen sosyal bir hadise olarak gerçekleşmesine rağmen,
İslamlaşma-Osmanlılaşma sürecinde gulam (devşirme) sisteminin de büyük rol
oynadığı zikredilmiştir.
Feodal
beylerin İslamlaşması, Arnavut nüfusunun Müslümanlaşması yolunda önemli bir
adım olarak da değerlendirilebilir. Gayrimüslim reayadan devşirilen çocukların
öncelikle soylu ve papaz ailelerden alındığı düşünülürse, bölgedeki ilk
İslamlaşma hareketlerinin elit ve soylulardan başlayarak zamanla tabana doğru
yayıldığı, böylelikle Arnavut topraklarında İslam’ın tabandan tavana doğru değil
de tepeden aşağıya doğru bir yayılım süreci geçirdiği söylenebilir.
Arnavutluk
özelinde nüfustaki değişim veya dönüşümün dört ayağı bulunmaktadır: Bunlardan
ilk ikisi yukarıda da değinildiği üzere yerel feodaller ve gulam sistemi,
üçüncüsü Türk nüfusun iskânı, dördüncüsü ise yerli ahali arasındaki
ihtidalardır. Osmanlı Devleti her ne kadar birçok Arnavut bölgesini eline
geçirerek burada egemenlik kurmuş ve tımar sistemini oluşturmuş ise de asıl
hâkimiyeti 1478’de Akçahisar, Drivasto, Leş ve Jabyak’ın, 1479’da İşkodra
(İskenderiye) ve 1501’de Draç’ın alınmasıyla sağlayabilmiştir. Dolayısıyla XV.
yüzyılda Arnavutluk genelinde gördüğümüz Müslümanlar daha çok Osmanlı askeri
kadroları, yerli feodaller, onların aile fertleri, kısmen de Anadolu’dan göçürülen
Türk nüfustur. XVI. yüzyılda Türk iskân alanı genişleyecek buna bağlı olarak
daha fazla Türk unsur Arnavutluk topraklarına gelecek, yerli ahalide yavaş
işleyen din değiştirme-ihtidalar XVII. yüzyılda yaygınlık kazanacak, XVIII.
yüzyılda Arnavut nüfusunun yaklaşık 2/3’sinin İslamiyet’i kabul ettiği
bilgisine yer verilecektir.
Türk
fetihlerinin batıya doğru olan istikametinde ordularla birlikte veya öncesinde
düşman topraklarına gelip yerleşen, kolonizatör dervişler, Balkanlarda;
Saraybosna, Rogatiça, Visoka, İzvornik, İşkodra, İlbasan, Yeni Pazar gibi pek
çok şehrin ve yeni yerleşmelerin kurulmasına ve İslamlaşmasına öncülük
etmişlerdir. Dolayısıyla her biri din propagandasının yapıldığı yerler olan
tekke, dergâh ve zaviyelerin Arnavutluk’un İslamlaşmasında rolü yadsınamaz.
Kuruluş dönemi şeyh ve dervişlerine yüklenen daha farklı bir anlam da Osmanlı
hâkimiyetinin meşrulaştırıcıları olarak görülmeleridir. Maiyetlerindeki
dervişlerin dışında, geniş halk kitlelerine hitap ediyor olmaları, müsamahalı
tutumlarıyla gayrimüslim ahaliyi etkileyip adeta fethe hazır hale getirmeleri
ve kolayca ihtidalarını sağlamalarıyla dikkat çekmişlerdir.
XVI.
yüzyıl başlarında tüm Rumeli coğrafyasında tekke ve zaviyelerin sayısı 154
iken, aynı dönemde Karaman eyaletinde 272, Rum eyaletinde 205, Anadolu
eyaletinde ise 623’tür33. Orta ve Batı Anadolu’da zaviye sayısının kabarıklığı
bunların kuruluş tarihlerinin XIII. yüzyıla, Rumeli’de ise her ne kadar Sarı
Saltık gibi dervişlerin faaliyetleri ve tekkeleri bu dönemlere uzanıyorsa da yaygınlık
kazandığı süreç daha çok XV. yüzyıl ve sonrasına tarihlenmesinden
kaynaklanmaktadır.
Arnavutluk
özelinde dervişlerin bizzat kendileri veya devlet adamlarının kurdukları tekke
ve zaviyeler XVI. yüzyıl başlarında daha çok Ohri bölgesinde, tüm Osmanlı
egemenliği döneminde ise Draç ve Akçahisar’da yoğunlaştıkları görülmektedir.
Arnavutluk toprakları daha çok Evrenos Gazi
ahfadı mensuplarının faaliyet alanı içinde kalmış, II. Murad ve Fatih
dönemlerinde bölgeye yapılan akınlarda Evrenosoğlu Ali Bey, İsa Bey ve Ahmed
Bey başı çekmişlerdir. Uç beylerinin merkez olarak kullandıkları Yenice-i
Vardar, Gümülcine, Üsküp, Serez, Kavala, Sarayova, Tırhala gibi yerlerde başta
padişahlar, kendileri ve diğer devlet adamlarının inşa ettirdikleri imaret
tesisleriyle vakıf şehirler olarak ortaya çıkmıştır. Böylece, Delvine gibi bazı
köyler Türk imar ve iskânı sonrasında tam bir Türk-İslâm şehri biçiminde ortaya
çıkarken pek çok eski yerleşmedeki en büyük kilisenin camiye çevrilmesinin
dışında yeni imaret sitelerinin inşasıyla mevcut şehirlerin kimliği de
değişmiştir. İçinde pek çok dini ve sosyal yapıyı barındıran ve merkezini
camilerin oluşturduğu bu tür yapılar yeni mahalle veya semtlerin merkezini
oluşturmuşlar, böylelikle şehirlerin genişlemesine ve gelişmesine öncülük
etmişlerdir.
Herhangi
bir yerde Osmanlı egemenliğinin sağlanmasıyla öncelikle padişahlar, hanedan mensupları,
devlet adamları ve hayırsever zenginlerin başlattıkları imar faaliyetleriyle
cami, mescid, tekke, zaviye, medrese, mektep, imaret, hamam gibi vakıflar
yapılır. Bunlara zengin gelirler tahsis ve görevliler tayin edilmiştir.
Böylelikle hem dini, hem de sosyal hayat kontrol altına alınarak, dinin
yaşatılması, eğitim faaliyetlerinin yürütülmesi, iktisadi hayatın
geliştirilmesi gibi pek çok amaç güdülmüştür. Çeşitli vakıf tesislerinin inşası
bir yandan Müslüman unsurun ihtiyaçlarının giderilmesini, diğer yandan da
yerleşim merkezlerinin fiziksel görünümlerinin Osmanlı-İslâm karakterine
bürünmesine aracılık etmiştir.
Dervişler,
sürgünler, temlikler, vakıflar ve derbentler aracılığıyla yapılan iskân
hareketlerine ilaveten gayrimüslimlerdeki ihtidalarla Türkleşme ve İslamlaşma
sağlanmıştır. Bu çerçevede Arnavutluk coğrafyasında Osmanlı egemenliğine giren
topraklarda İslam fetih geleneği esas alınarak en büyük kilise veya dini
yapının camiye dönüştürülmesinin ardından padişahlar, devlet adamları ve
dervişler, dini ve sosyal yapıların banileri olarak ortaya çıkmışlardır.
XVI.
yüzyıl başlarında Arnavutluk toprakları Ohri, İşkodra (İskenderiye), İlbasan, Avlonya
ve Dukakin olmak üzere beş sancağa ayrılmıştır. Vakıflara dair bilgilerimiz
daha çok Evliya Çelebi’nin yazdıkları ile salnameler ve ayakta kalabilmiş
eserlere dayanmaktadır. Bu bağlamda, Arnavutluk’taki vakıflarla ilgili
çalışmaların başında Evliya Çelebi, Ekrem Hakkı Ayverdi ve Michel Kiel’in
eserleri gelmektedir.
1-İŞKODRA
Arnavutluk’un
en eski yerleşim birimlerinden olan İşkodra, 1393-1396 arasında Osmanlı egemenliğine
girmiş, fakat 1396’da elden çıkmış, 1479’da bizzat Fatih Sultan Mehmed’in katıldığı
kuşatma sonrasında tekrar hâkimiyet altına alınmıştır. Şehrin alınmasıyla
birlikte kaleye yerleştirilen asker ve sivillerin ihtiyaçları için iki mescid
yapılmış, bir kilise de camiye dönüştürülmüştür.
Şehirdeki
en büyük cami Fatih Sultan Mehmed adını taşırken diğer Selatin Mabedi ise II. Bayezid
tarafından yaptırılmıştır. 1637 tarihli Rumeli Camileri Vazifelileri
defterindeki bilgilere göre dört mabette çalışan 22 görevli bulunuyordu.
Safeviler hizmetinde valilik yapmış Tekelü Türkmenlerinden Ulama Bey,
Osmanlılara ilticası sonrasında aşiretiyle birlikte İşkodra’ya gönderilince
1539’da cami, medrese ve hamamdan müteşekkil bir külliye inşa ettirmişti. XVI.
yüzyılda İşkodra’da Ulama Bey ve Mami
Bey’e ait iki vakıf vardı. Evliya
Çelebi on bir büyük cami ve yetmiş mescid, yedi medrese, altı tekke ve bir
ziyaretgâhın varlığını haber verirken, Ayverdi ise yüz beş cami ve mescit, iki
medrese, on dokuz mektep, iki tekke, otuz beş han, iki türbe ve on köprünün
varlığından söz etmektedir. 1530’da tüm İşkodra livasında (Podgoriçe, Bihor,
İpek ve Karadağ kazaları) beş cami, on bir mescid, bir imaret, bir medrese ve
bir zaviye olmak üzere toplam on dokuz vakıf eser vardı. İşkodra 1570’lerde iki
bin iki yüz otuz üç kişilik tahmini bir nüfusa sahipken XVIII. yüzyıl ve
sonrasında sahip olduğu nüfus
40.000’i aşmıştı.
2-OHRİ
(bknz Makedonya-OHRİ)
3-AVLONYA
Osmanlı
hâkimiyetine 1417 yılında giren Avlonya, Osmanlıların Adriyatik sahillerindeki
ilk limanıdır. Avlonya’da Türkleşme-İslamlaşma buna bağlı olarak da vakıf
eserlerin inşası Arnavutluk’taki diğer sancak merkezlerine göre daha yavaş
işlemiştir. Bu husus, Müslüman nüfusun zikredilen dönemde azlığından
kaynaklıdır. XVI. yüzyıl başlarına ait tahrir kayıtlarında şehirde iki cami,
iki mescid ve bir imaret kaydı görülmektedir. İmaret ve mescidlerden biri
Mustafa Paşa’nın adını taşımaktadır. Buradan hareketle, 1495’de Avlonya
Sancakbeyliği yapan Mustafa Paşa’nın Üsküp’de yaptırdığı imaret ve mescidine,
Avlonya, Belgrad, Mujake ve Ergirikasrı nahiyelerinden yirmi bir taş değirmenin
gelirlerinin bu vakfa aktarılmasından, söz konusu vakıf Avlonya’da imiş gibi
yazıldığı söylenebilir. Aynı dönemde şehirdeki bir diğer mescid ise Selanik
Mirlivası Kasım Çelebi tarafından inşa ettirilmiştir. 1530 tarihli tahrir
defterindeki cami ve hamam yapılanması daha çok kale içindeki askerlerin ihtiyaçları
çerçevesinde düşünülmüş olmalıdır.
BALKANLARDA
VAKIF MÜESSESESİNİN ULUSLAR ARASI SEMPOZYUM BİLDİRİLERİMehdi Gurra TIRAN 2021
Tercüme: Kazim ZejnullahARNAVUT TOPRAKLARINDA İSLÂMIN YAYILMASINDA VAKIFLARIN ROLÜ Doğan YÖRÜK
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
BERAT (ARNAVUT
BELGRADI
Evliya Çelebi; “Devlet-i Âl-i
Osman’da hâlâ dört adet kal‘a-i Belgrad nâm sûr-ı benâm var. Evvelâ biri Tuna
Nehri kenarında Tuna Belgradı, biri Budin serhaddinde Budin’e bir merhaleden
ziyade uzak Üstolni Belgradı, biri Erdel Belgradı ve biri de Arnavud
Belgradı’dır” (Kahraman, 2003: 299-305) diyerek Osmanlı coğrafyasında dört adet
Belgrad adıyla anılan yerleşim yeri olduğunu kaydeder ki, arşiv belgeleri de
bunu teyit etmektedir. Mevlüt ÇAM’ın
Vakıflar Dergisinin Aralık 2018 tarihli 50. Sayısında yayınlanan Berat
Arnavutluk Belgradı Vakıfları Üzerine Bir Değerlendirme isimli makalesinde
yazdığına göre; vakıf kurucuları Berat’ta hayrat olarak üç medrese, bir
darulkurra, bir mektep, bir misafirhane, bir kütüphane, bir muallimhane, iki
Halveti Tekkesi, iki Celvetî Tekkesi, iki Kadiri Tekkesi ile üç adet
mescid/camiyi inşa ve ihya eylemişler, kendilerinden önce başka vakıf
kurucuları tarafından yaptırılan hayrat eserleri yaşatmak için akar
vakfetmişler,görevli ücretleri ile eserlerin bakım onarım masraflarını
karşılamışlar ve eğitime son derece önem vermişlerdir. Mevlüt Çam belgelere
dayanarak Berat’ta toplam on bir adet tekke varlığından bahsetmektedir. Adı
geçen çalışma da Kiel’in Evliya Çelebi’den nakille Müslümanların iskân edildiği
19 adet mahallenin 30 mihrap,17 mescit ve 13 cami ihtiva ettiği
belirtilmektedir.(Kiel, 1990: 50).
Mevlüt Çam’ın vakıf kaydı veya vakfiyesi olan vakıf
belgelerindeki tespitlere göre Berat (Arnavut Belgradı) şehrinde yirmi beş adet
cami ve mescit, on bir adet tekke/zaviye ile beşi medrese, üçü mektep, biri
darulkurrâ, biri muallimhâne, biri kütüphane olmak üzere on bir adet eğitim
kurumu bulunmaktadır.. Kayıtlara göre 68 adet köyde 73 adet vakıf eser tespit
edilmiş olup, bunlardan 64 adedi camii, 6 adedi mescid, 2 adedi tekke ve 1
adedi ise vakıf şeklinde belirtilmekle birlikte akar veya hayratından söz
edilmemektedir. Bu köylerden Dogtas köyünde bir mescit bir cami, Drenove ve
Korpan köylerinde ise ikişer adet cami olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Köylerden Peterhondi ve Bobrad köylerinde birer tekke bulunmaktadır,