HALEP VAKIFLARI
Önceleri 50.000 dolayında olan nüfusunun
XVIII. yüzyılda 120.000’e ulaşmasıyla sürekli bir gelişme gösteren, buna
paralel olarak şehrin fizikî yapısına yeni yerleşme alanları katılan Halep
Yavuz Sultan Selim’in Memlük Sultanı Kansu Gavri’yi mağlup ettiği Mercidâbık
Savaşı’ndan sonra (24 Ağustos 1516) Osmanlı hâkimiyeti altına girdi (28 Ağustos
1516), bu sırada doğu ile batı ticaretinde önemli bir merkez olarak gelişme
göstermekteydi. Osmanlı hâkimiyetiyle birlikte şehrin geçmişinde rastlanmayan
büyük bir gelişme devri başladı ve bu dönem Halep tarihinin birçok bakımdan en
parlak dönemini teşkil etti.
Halep’in ticarî önemi, Hüsrev Paşa
ile (1544) Behram Paşa’nın (1583) valilikleri sırasında meydana getirdikleri
vakıflar sayesinde kurulan büyük âbidevî binalar, çarşılar ve hanların
teşekkülüyle 1593’te İskenderun’da bir Osmanlı gümrük kapısının tesisi
dolayısıyla daha da arttı. XVII. yüzyıl, bir Osmanlı eyaleti olarak Halep’in
nüfusunun ve ticarî zenginliğinin en yüksek noktaya ulaştığı dönemi teşkil
eder. Bu nüfusu Halep’i İstanbul ile Kahire arasında en büyük şehir durumuna
getiriyordu. Şehrin XVI. yüzyıldaki hızlı fizikî gelişmesi aynı seviyede
görülmemekle birlikte XVII. yüzyılda İpşir Paşa (1653) ve Kara Mustafa Paşa
(1681) gibi bazı devlet adamları büyük vakıflar kurmayı sürdürdüler.
Hüsrev Paşa’nın 1544’te
yaptırdığı cami etrafında yeni bir gelişme oldu. Dukakinzâde Mehmed Paşa
Külliyesi Adliyye Camii (1555) etrafında teşekkül etmişti ve dört çarşı, 157
dükkân, üç büyük hanı da içine alıyordu. Mehmed Paşa Külliyesi’nde 937 iş yeri
vardı. Bu külliyede yer alan Gümrük Hanı (129 iş yeri) büyük ve dikkat çekici
bir mimari özelliğe sahip bulunuyordu. Yine bu civardaki 344 dükkânı içine alan
iki çarşı da söz konusu külliyenin vakıfları arasında yer almaktaydı.
1583’te
Behram Paşa Külliyesinin inşasıyla bu gelişme daha da ilerledi. Burada iki
çarşı bulunmaktaydı. Öte yandan İpşir Paşa’nın kuzey varoşunda, bir hıristiyan
mahallesi olan Cüdeyde’nin kenarında kurduğu büyük külliye (1653-54) bir küçük
cami, bir han, bir kumaş boyama atölyesi, kahve, sebil ve dükkânlardan
müteşekkildi. Bu külliye, söz konusu kesimin gelişimini daha düzenli bir şekle
soktu ve merkezle varoş arasındaki bağları sağladığı gibi varoş kesimindeki
evler için yakın bir alışveriş mekânı oldu.
Osmanlı
hakimiyetinin başlarında, dokumacılık ve ticaret alanında şehrin ekonomik
gelişimini kolaylaştırmak amacıyla hıristiyanların yerleştirilmesi sonucu
teşekkül eden Cüdeyde Behram Paşa Vakfı ve İpşir Paşa Vakfı sayesinde, ekonomik
bakımdan güçlenmiş ve dinî vasıfta olmayan bir kamu alanı ve eğlence yeri
haline gelmişti. Halep, Osmanlı döneminde vakıflar sayesinde büyük çarşılara
sahip olduğu gibi İstanbul tipi uzun ince minareli camileriyle de bu devrin
özelliklerini aksettirir. Mimar Sinan’ın ilk eserlerinden Hüsrev Paşa ve Behram
Paşa camileri yanında Ahmediye, Şabaniye ve Osman Paşa medreseleri de dikkat
çekici eserler arasında zikredilebilir. (DİA-Özetlendi)
Halep
şehrindeki vakıf-ticaret hizmetleriyle alakalı olarak üç akademisyenin
ortaklaşa hazırladıkları bir çalışmadan kısa bir alıntıyla konuyu bitirmek
istiyorum:
…Halep'in
tam anlamıyla imparatorluğun bir
eyaleti olmasını güvence altına alan
Osmanlı seçkinleri, kenti ve onun
ticari kapasitesini, hem bu dünya hem de
öteki dünya açısından iyi bir yatırım alanı olarak gördüler. Osmanlı yönetimi altında geçen ilk on
yıllar boyunca, kente gelen valiler, şehrin görüntüsüne ve ticari altyapısına
büyük katkılarda bulundular. l546'da Hüsrev Paşa, 1556'da Mehmed Paşa, Osmanlı
tarzı yeni camilerin yapılmasını finanse etmek üzere dini vakıflar kurdular.
Mehmed Paşa l574'te bir vakıf da, yerel olarak Hanü'l-Gümrük adıyla bilinen
kervansaray için kurdu. Hanü'l-Gümrük kentin en büyük ticari yapısıydı ve
sonraki üç yüzyıl boyunca da Avrupalı tüccarlara kalacak yer olarak hizmet
verdi. Yine bir diğer vali, Behram Paşa,1 583’te hem bir cami hem de geniş bir
çarşı kompleksi kurdu. Herkes, Osmanlı idaresinde geçen ilk yarım yüzyıldaki
yapılaşmanın, yerel unsurların sade bir biçimde "şehir"(el-medine)
dediği Halep'in ticari çekirdeğini iki kattan fazla büyüttüğünü söylüyordu. Bu
ticari merkez, bünyesinde elli altı ayrı çarşı ve elli üç kervansaray
barındırıyordu. Yeni yapıların hepsi, eskiden Memlukler tarafından yapılanlarla
birlikte, şehrin ticari kalbinde yer alıyordu. Bu ticari çekirdek, hepsi
bitişik bir çatının altında yer alan, dükkanlar, atölyeler,
camiler, hamamlar ve
kervansaraylarla dolu, birbirine bağlı sokaklarıyla bir kilometre karenin
üzerinde bir alandan oluşuyordu.
Kenti
ziyaret eden herkes Halep çarşısı (sıtk) karşısında şaşkınlık ve hayranlık
duyuyor, onu sadece İstanbul'un ünlü Kapalı Çarşı 'sının geçebileceğini
düşünüyordu… Bu yapılar tüccarlara konut ve işyeri olarak hizmet veriyordu.
Neredeyse hepsi vakıf kuruluşlarının malıydı ve odabaşı diye adlandırılan bir
ücretli tarafından idare ediliyordu. Bu
kişilerin çoğu hem aşçı, hem ticari temsilci,
hem de hancı olarak hizmet veren, çok dil konuşabilen Ermenilerdi…
Dükkanların birçoğunun sahibi vakıftı, satıcılar onları vakıf görevlisinden
kiralıyorlardı. Ayrıca tüm anlatımların ortaklaştığı bir0 nokta da, çarşıların
yıl boyu dikkati çekecek kadar temiz olmasıydı. Yerlerdeki çer çöp bir başka
lonca tarafından toplanıyor ve kentin hamamlarının işletmecilerine satılıyordu.
Çarşılar çok sayıda çeşme, hamam, cami ve halka açık geniş tuvaletle hizmet
veriyordu ve bunların hepsinin bakımı bir başka dini vakıf tarafından sağlanıyordu. (Doğu ile Batı Arasında Halep-İzmir ve
İstanbul-Edhem Eldem,Daniel Goffman,Bruce Masters)
Hüsreviye Külliyesi
Kaynaklarda Medrese,
Hüsreviye İmaret ve Hüsrev Paşa Camii adlarıyla zikredilen bu külliye,
Suriye’nin Halep kentinde yer almaktadır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi
sırasında 1516 yılında Osmanlı idaresine geçen Halep,1 1549 yılına kadar Şam
Beylerbeyiliği’ne bağlı bir sancak olarak Osmanlı idari teşkilat içerisindeki
yerini almış 1549’da ise yeni kurulan Halep Beylerbeyiliği’nin merkez sancağı
haline getirilmiştir.
Halep’in
Sahat Biza Mahallesi’nde yer alan Hüsreviye, bir caminin yanı sıra, medrese,
tekke ve mutfağı da ihtiva eden bir külliye özelliğini taşıyordu. Fakat bu
külliyeden günümüze sadece cami ve medrese ulaşmıştır.
Hüsrev Paşa
adına Mimar Sinan tarafından inşa edilen külliye 1544 veya 1546 yılında
tamamlanmıştır. Evliya Çelebi de Seyahatnâme’sinde Hüsreviye’den Mimar Sinan’ın
eseri olarak bahsetmektedir.
Külliyeye
adını veren Hüsrev Paşa, Boşnak asıllı bir devşirme olup II. Selim’in
vezirlerinden Lala Mustafa Paşa’nın büyük kardeşidir. Sırasıyla çaşnigirlik,
kapıcılar kethüdalığı ve mirahurluk görevlerinde bulunan Hüsrev Paşa, 1514
yılında Karaman Beylerbeyiliği’ne getirildi. Diyarbakır ve havalisinin fethinde
Bıyıklı Mehmed Paşa ile birlikte mühim rol oynadı. 1516 yılında Harput’u üç
günlük bir kuşatmanın ardından ele geçiren Hüsrev Paşa, Mısır seferine katıldı
ve Mercidâbık Savaşı’nda ordunun sağ kanadında yer aldı. Canbirdi Gazali
isyanının bastırılmasında görev aldı ve 1521 yılında Anadolu, aynı yılın
sonlarında da Bıyıklı Mehmed Paşa’nın ölümüyle boşalan Diyarbekir
Beylerbeyiliği’ne tayin edildi. Diyarbekir’in ikinci beylerbeyi olan Hüsrev
Paşa’nın hasları toplamı 1526 yılında 1.135.156 akçeydi. 1531 yılına kadar,
yaklaşık on yıl Diyarbekir’de kalan Hüsrev Paşa, bu tarihte azledildi ve
İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Çok geçmeden ikinci defa Anadolu
Beylerbeyiliği görevi verilen Hüsrev Paşa, 1532 yılında Halep’in yönetimine
tayin edildi. Hüsrev Paşa, 1534 yılı sonlarında Mısır Beylerbeyiliği’ne atandı.
Şubat 1535)
tarihinde Mısır’a ulaşan Hüsrev Paşa, çeşitli tedbirler almak suretiyle burayı
güvenli hale getirdi.
1536 yılı
sonlarına kadar süren bu görevi sırasında Hüsrev Paşa Mısır hazinesini iyice
doldurarak merkeze gönderilen irsaliye miktarını artırdı. Ancak bu artışın
halktan haksız yere toplanan vergilerle olabileceği endişesiyle gözden düştü ve
görevinden alındı.
Hüsrev Paşa, muhtemelen üzüntüsünden hastalanarak aynı yıl içerisinde vefat
etti.
Korkusuz
ve pervasız oluşundan dolayı “Deli” veya “Divane” lakabıyla anılan Hüsrev
Paşa’nın türbesi İstanbul’da bulunmaktadır. Vakfiyesinden anlaşıldığına göre,
Hüsrev Paşa’nın eşi olan Şahıhûbân Osmanlı ümerasından Şadi Paşa’nın
kızıydı. Hüsrev Paşa’nın Kurd Bey adında bir oğlu vardı ve bu şahıs da
Halep’te Kurd Bey Hanı olarak bilinen meşhur hanı inşa etmişti. Hem Kurd
Bey’in hem de annesi Şahıhûbân’ın mezarı Hüsrev Paşa Camii yanında yer alan
küçük bir bahçede bulunmaktadır. Hüsrev Paşa’nın, Halep’teki külliyesinden
başka, Diyarbakır’da yaptırdığı cami, medrese ve hanları, Kahire’de yaptırdığı
geçit, çeşme, sarnıç ve mektebinin yanı sıra İstanbul’da Mimar Sinan tarafından
yapılan türbesinin civarında mektebi, çeşmesi ve çarşısı da vardı.
Hüsreviye
Külliyesi, Halep’te inşa edilen ilk Osmanlı dönemi eseridir. Aynı yüzyıl içinde
Halep’te inşa edilen diğer külliyelere de örnek teşkil etmiştir. Zira Halep’te
Hüsreviye’den sonra 1555’te Dukakinzade Mehmed Paşa, 1574’te Hanzade Mehmed
İbrahim Paşa ve 1583’te de Behram Paşa tarafından üç ayrı külliye daha inşa
edilmiştir. Vakfiyede caminin batısında yer alan on hücreli kubbeli mekân
medrese olarak tanımlanmaktadır.
Vakfiyesinden
anlaşıldığına göre imaretin 13 hücresinde misafirler kalmaktaydı.
Doğu tarafında abdest yeri ve gasılhane, kuzeyinde camiye ait alt hücreden
oluşan bir ahır,
batı tarafnda ise on hücreden oluşan bir medrese mevcuttu. Bu hücrelerden
sekizi dânişmendlere, biri müderrise, öbürü ise kapıcıya tahsis edilmişti.
Kuzey
tarafında yolculara mahsus on hücre, ayrıca cami avlusunun dış tarafında bir
mutfak ve yemek hazırlama yerleri mevcuttu. Külliye bünyesinde misafirler için
ahırlar ve bir kaysariye (el sanatları çarşısı) vardı.
Külliyede
Hüsreviye Medresesi ile birlikte ve bir tekke vardı. Tekke aynı zamanda
misafirhane olarak çalıştığı için bir mutfağı vardı. Tekke mutfağında mübarek
geceler ve Ramazan gecelerinde ikramlar yapılıyordu.
1550 tarihli
Halep Evkaf defteri ve vakfiyeye göre Hüsreviye Vakfı’nın gelir getiren çok
sayıda gayri menkulü (89 veya 90 mahzenli Kurd Bey hanı-Han-ı Cedid, birisi 95
mahzenli iki han, Bu kaynaklardan anlaşıldığına göre, vakfın en önemli gelir
kaynaklarını ticaret hanları, kaysariyeler (dükkân, imalathane ve depoları
ihtiva eden binalarda kumaş ve benzeri mallar satılırdı. Vakıf akarı
Kaysariyenin birisi 50 mahzenliydi.) 1 Hamam, çok sayıda su değirmeni, çeşitli esnaflar, demirci, fırın ve boyacının
bulunduğu 114 ten fazla dükkan, 27 “dar” kiralık oda, 2 bostan, 1 bahçe ile
bazı köy ve mezralardan sağlanan gelir kaynakları oluşturuyordu.
Gelir
getiren kaynakların vakfa sağladığı toplam menfaat ise 1550 yılında 198.459
akçeydi.
Bu
kadar çok gelire sahip olan Hüsreviyye vakfının 1566 yılında çalışan sayısı 67
yıllık personel gideri ise 75.880 akçeye ulaşıyordu. (Halep’teki Behram Paşa vakfının personel sayısı 62
kişiydi.)
Halep’te Bir Osmanlı Vakfı: Hüsreviye Külliyesi Enver Çakar
Vakıflar Dergisi 41 - Haziran 2014
ŞAM
Bugün Suriye
Devletinin başkenti olan Dımaşk
(Şam) şehri de Vakıf ruhundan gerektiği gibi faydalanmıştır. Vakıf tahrirlerine
göre Şam’da Müslümanlar
tarafından tesis edilmiş 1222 vakfın 1106 adedi erkekler, 116 tanesi ise
kadınlar tarafından kurulmuştur.
Yavuz
Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı idaresi altına alınan Şam, 3
Ekim 1516’da aynı gün Cuma namazından sonra Osmanlı Sultanları
“el-melikü’l-muzaffer hâdimü’l-Haremeyni’ş-şerîfeyn” unvanıyla anılmaya
başlandı. Yavuz Sultan Selim Ramazanın on beşinde (12 Ekim) Şam cami ve
medreselerinde hediyeler ve para dağıttırdığı gibi şehrin dinî kimliğinde bugün
de önemini koruyan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin mezarının bulunduğu yerde cami,
türbe, imarethâne ve zâviyeden oluşan küçük bir külliyenin yapımını başlattı ve
kısa sürede tamamlanması için inşaatıyla yakından ilgilendi, vakıflar tahsis
etti.
Şam’ın içinde bulunduğu bölgenin
Osmanlı dönemi idari taksimatındaki durumu zaman zaman değişmiş olmakla
birlikte şehir Osmanlı devri boyunca bölgenin idari, askeri, ilmî, kültürel ve
ticarî merkezi olma özelliğini sürdürdü.
Osmanlı hakimiyeti süresince şehrin
kimliğini derinden etkileyecek önemli imar faaliyetleri gerçekleştirildi.
Selimiye Camii ve Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1554-1559 yıllarında Memlük
dönemine ait Kasrü’l-ablak harabeleri civarında Mimar Sinan’a inşa ettirdiği
Süleymaniye Külliyesi, sadece Osmanlı mimari üslubunun önde gelen temsilcileri
değil aynı zamanda Emeviyye Camii’nden sonra şehrin en önemli dinî merkezleri
haline geldi. Lala Mustafa Paşa, Murad Paşa ve Derviş Paşa gibi güçlü Osmanlı
beylerbeylerinin de camiler, medreseler, hanlar ve kervansaraylar yaptırmaları
Şam’a olan ilgiyi daha da arttırdı. Söz konusu külliye ve yapıları destekleyen
zengin vakıfların kurulması buranın hızla bir Osmanlı şehrine dönüşmesine zemin
hazırladı.
1743-1757 yılları arasında
Beylerbeyilik yapan Esad Paşa, Şam’da bugüne ulaşan eserleriyle öne çıkar. Esad
Paşa, beylerbeyiliği döneminde özellikle Şam’ın ticarî hayatının canlanmasından
faydalanarak servetini belirgin şekilde arttırdı.
1880’lerden itibaren açılan çok
sayıda mektebin yanı sıra 1984’te Esed Kütüphanesi yapılıncaya kadar Suriye
Millî Kütüphanesi olarak hizmet verecek olan Zâhiriyye Kütüphanesi (1881), Şam
Hamidiye Gurebâ Hastahanesi (1900), Mekteb-i Tıbbiyye-i Mülkiyye (1903) ve
1910’lu yıllarda açılan Mekteb-i Hukuk ile Şam bölgenin en gelişmiş eğitim
kurumlarına kavuştu. XIX. yüzyılın son çeyreğinde Midhat Paşa, Hamidiye,
Büzûriye, Merdem Bek, Hârûniye ve Miskiye çarşıları gibi bugün de Şam’ın ticarî
hayatında önemini koruyan birçok çarşı inşa edildi ya da yenilendi.
Şam, Osmanlı yönetiminde kaldığı
sürede belirgin bir büyümeye sahne oldu.
YAVUZ SULTAN SELİM
KÜLLİYELERİ-ŞAM/İSTANBUL
Osmanlı
tarihinde algımızda yanlış yer alan padişahlardan birisi de Yavuz Sultan
Selim’dir. Saltanatı babasından zorla devralmış olması, altınla doldurduğu
hazine odasını kendi mührüyle mühürlemesi, ilk Osmanlı Halifesi olması,
mukaddes emanetleri İstanbul’a getirmesi ve 8 yıllık saltanatında devleti üç
kattan fazla büyütmesi bütün tarih kitaplarında geçen özelliklerinden olan
Yavuz Sultan Selim’in hayırseverliğinden, külliye ve vakıflarından pek
bahsedilmez.
Çoğumuz, Şam şehrinde
Muhyiddin Arabi’nin mezarının bulunduğu Salihiyye semtinde inşa ettirdiği
külliye ve vakfından haberdar değilizdir. Ahmet Şimşirgil’in Celalzade Mustafa
‘dan nakille ”Nurlarla aydınlanan kabrin yanı başında bir cami
yaptırdı ki şirinlikte benzeri olmayan Şam'a güzellik katan bir bina oldu.
İçine giren öyle safa bulur ki sanki dünyadan çıkar başka bir aleme dalar.
Kendini camiin asıl eşyasından sanır da oradan ayrılmaya gönlü bir türlü razı
olmadığı bir cami ve güzel görünüşlü bir imaret bulunuyordu. İmarette pek çok
sofra bulunuyordu ve deniz gibi nimetlerden genç ihtiyar, güçlü güçsüz, dertli ve kederli
kişiler faydalanmaya başladılar.(A.Şimşirgil-Kayı,Celalzade Mustafa) diye bahsettiği
külliyenin vakfiyesi hakkında çalışması bulunan Mehmet İnbaşı’nın yazdığına
göre:Dokuz yüz yirmi dört yılı Muharrem ayının dördüncü gününde ülkeler
fetheden padişah(I.Selim) o camide Cuma namazını eda edip,Allah’a şükrünü eda
etmek için lütuf ve ihsanının çokluğu cihana yayıldı.Yavuz Sultan Selim
Şam’da kaldığı 4 aylık zaman içinde Muhyiddin Arabi’nin kabrinin olduğu semte
cami yapılmasını emrettiğinde ustaların gece gündüz çalışmaları neticesinde
cami açılışı yapılmıştır. Külliyede cami, türbe ve imaret bulunmaktadır.65/66
personelin günlük 223/233 akçe yevmiye ile çalıştığı çok zengin akar’a sahip
vakfın yıllık geliri kesin olmamakla birlikte 300.000 dirhemden fazladır.
Osmanlı tarihinde unutulmaz
izler bırakan Yavuz Sultan Selim han’ın vasiyeti gereği, başlayıp bitiremediği
veya niyetlendiği için oğlu Kanuni tarafından 1522 yılında 400.000 altın
tahsisatla yaptırılan külliyede, cami, tabhâne, türbe, mektep ve imaret bulunmaktaydı.
Türkçe yazılan vakfiyesine göre Sultan Süleyman’ın, babası tarafından inşası
müyesser olmayan bir “imâret-i âliye”, ruhunu tâziz için bir türbe, bir cami,
bir matbah, sekiz odalı bir tabhâne ve yer olmadığı için bir başka yerde
dershaneli bir medrese ve bir mektep, bir çifte hamam yaptırmış olduğu
kaydedilmektedir. Yavuz Sultan Selim Türbesi, Hafsa Sultan Türbesi, Şehzadeler
Türbesi (türbede Kanûnî’nin Murad, Mahmud ve Abdullah ismindeki oğulları, Yavuz’un
kızı ve Makbul İbrâhim Paşa’nın zevcesi Hatice Sultan, yine Yavuz’un kızı ve
İskender Paşa’nın hanımı Hafsa Sultan ve 1861’de vefat eden Sultan
Abdülmecid’in ve oğullarının türbesi de külliye içinde bulunmaktadır.
Ayrıca yine Kanûnî Sultan
Süleyman tarafından Yavuz Sultan Selim adına Mimar Sinan’a yaptırılan ve
dershanesi de bir cami olarak düzenlenen medrese ve çeşmeden oluşan küçük bir
ikinci külliye Yenibahçe’de bulunmaktadır.(DİA) A.Şimşirgil-Kayı, Celalzade Mustafa. Mehmet İnbaşı.