XVI. Yüzyılda Basra Vakıfları (1590 Tarihli Tahrir Deferine Göre)

            Hz. Ömer zamanında kurulan Basra şehri Basra, Dicle ve Fırat nehirlerinin kesiştiği Şatü’l-Arab ve havalisini içine alarak Basra Körfezi’ne kadar ulaşan sınırları ile kadim bir şehirdir.

Emeviler, Abbasiler, İlhanlılar, Timurlar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve çok kısa bir süre de Safevilerin idaresine giren Basra 1538 yılında Osmanlı egemenliği altına girdi; ancak yerel yönetici Raşid bin Megamis’in idaresine bırakıldı. Raşid’den sonra şehrin yönetimini ele alan Şeyh Yahya Osmanlı idaresini tanımayarak isyan etti. 1546 yılında isyanı bastırmakla görevlendirilen Ayas Paşa şehri zapt etti. Bu tarihten sonra şehir, bir Osmanlı eyalet olarak teşkilatlandırıldı. Basra, Osmanlı idaresine girdikten sonra 1552, 1574, 1575 ve 1590 yıllarında tahrir edilmiştir.

Basra eyaleti vakıflarına ait en ayrıntılı mufassal defter 1590 yılına aittir. Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tarih Bölümü Doktora öğrencisi Fadime Demirdöğen’in 1590 tarihli mufassal defterden yaptığı tespitlere göre Basra şehrindeki vakıflar şu şekilde listelenebilir: 

 

Camiler
            1590 yılında Basra şehrinde toplam 11 tane cami bulunuyordu. (Yahya bin Muhammed Camii, Cami’ül Kebir (Kale içinde), Hat ve Şebani Köyü camii, Raşid b. Megamis camii, Yahya b. Muhammed camii. Ayas Paşa camii, Raşid b. Megamis camii, Şeyh Muhammed Güvar camii (Kale dışında), Amiye köyü camii, Hazreti Ali camii ve makamı, Fethiye camii (Cezayir sancağında)   

Vakfın muhasebe işlerini yürüten mütevelli, camii idare etmekle görevliydi. Mütevelli her yıl kadıya vakıf muhasebesi ile ilgili bilgi verirdi. Vakfn gelirleri ile camilerde çalışan imam, hatip, müezzin, cüzhan, surehan, dersiâm, devirhan, kayyim gibi görevlilerin ücretleri ödenir; kalan gelirler camilerin bakımı ve onarımı gibi çeşitli masraflara harcanırdı. Vakıf personeline ait atamalar ise kadının i‘lâmı ve Divân-ı Hümâyun’un uygun görmesi ile
yapılırdı. Camilere ait vakıfların gelirleri çoğunlukla hurma ağaçlarından elde edilmekteydi. Bunun yanında bağlardan elde edilen gelirler, nar ağacı, çeltik tarlası gelirleri, arpa ve buğdaydan elde edilen gelirler de bulunmaktaydı. Deferde geçen on bir camiye ait gelirlerin toplamı 67.660 akçedir.

Vakıf varidatı;  imama, hatibe, müezzine, vakıf mütevellisine, mekteplerdeki muallim ve talebelere, sucuya, camilere ait evlere, kapıcısına, abdesthaneye, camideki kandilin yağına, süpürgesine, ilahi söyleyenine, ferraşına, eczacısına, kovasına, zenbiline, hasırına, cüzüne, ibriğine, ipine, pamuğuna ödenecek ücretlere tahsîs edilmiştir.

 

Mescitler
            Basra ilk kurulduğu yıllardan beri Sünni halkın yaşadığı bir şehir olmasına rağmen çok yakınında bulunan Şii ve Harici fikirlere sahip kimselerin yaşadığı şehirlere yakın bir konumdaydı. Harici fikirlerle karşı Sünni idarenin ve halkın cami sayısını çok tutarak, camilere ait vakıflara öncelik verdikleri görülmektedir. Basra şehrinde gelirleri açısından, en yüksek gelir Mescid-i Molla Muhammed bin Ali vakfına ait iken (4400 akçe) en düşük gelirli vakıf ise Hoca Hz. Muhammed Heyapi Mescidi’ne ait vakfındır.(1440 akçe)

 

Mezar ve Makam-ı Şerifler

            Basra (Eski Basra) ilk kurulduğu yıllarda Zübeyr Kasabası civarında inşa edilmişti. Eski Basra’nın merkezinde kalan Hz. Talha’nın, Hz. Zübeyr ve Hasan-ı Basri (Hz)’nin kabirleri ile Hz. Ali Camii Zübeyr Kasabası civarındadır. İbn Batûta eserinde Basra’da medfun bulunan Enes b. Mâlik, Hasan Basrî, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm’ın ile
Halîme Sa’diye, Ebû Bekre, Muhammed b. Sîrîn, Muhammed b. Vâsi, Mâlik b. Dînâr, Habîb Acemî, Sâbit Bunânî ve Süheyl b. Abdullah Tüsteri’nin mübarek kabirlerini ziyaret ettiğini
belirtmektedir. Basra’nın Zübeyr kasabasında bulunan Hasan-ı Basri Türbesi’nin XIII. yüzyılın ilk yarısında yapıldığı sanılmaktadır.  94 numaralı Tahrir Deferi’ne göre 1590 yılında Basra’da 9 makam ve 3 mezar-ı şerife ait vakıf kaydı bulunmaktaydı. (Şeyh Ebu Şuayb, Şeyh Sehab, Hz. Hızır Nebi, Hz. Hızır ve İlyas, Hz. Mansur b. Hüseyin, Hz.Hasan b. Hüseyin b. Hz. Ali (kv) Hz. Ali (kv) Muhammed b. Hasan makam türbeleri) 1590 yılında Basra’da üç mezarı şerif vakfı vardı. (Hz. Üzeyr Nebi mezarı mezarı şerif vakfı-1500 akçe, Hz. Yahya bin Muhammed mezarı şerif vakfı- 200 akçe- ve Şeyh Ömer Mehrevi mezarı şerif vakfı-1500 akçe)

 

Medreseler
            Basra âlimleri ile meşhur bir şehirdi. Şehirde tarlalar, eşyalar, evler, dükkânlar, değirmenler, çiflikler, bağlar, su kemerleri ve hayvanların yanı sıra kitaplar ve kütüphaneler de vakfedilen varlıklar arasında yer alır. İbnü’l-Esîr’in verdiği bilgilere göre XI. Yüzyılda Basra’da iki kütüphane bulunmaktaydı.

            Bu kütüphanelerden birincisi İslâm tarihinin ilk vakıf kütüphanesidir. Diğer kütüphane ise içerisinde en seçkin kitapları barındıran Ebû Mansûr b. Şah Merdân’ın vakfettiği kütüphanedir.

1590 yılında 15.100 akçe vakıf geliri olan iki medrese bulunuyordu.( Molla Muhammed b. Ali Medrese ve mescidi ve Yahyaviye Medresesi) Anılan tarihte kayıtlara geçmemiş Ayas Paşa’ya ait bir medrese daha vardı.  Bunların dışında Raşid b. Megamiş’in ruhuna Kur’an tilaveti için, Vakıf değirmenlerin tamiri ve Hurmalık (gelip geçenin yemesi için) vakıfları da bulunuyordu.

1590 tarihli tahrir defterine göre Basra merkez sancağı, merkeze bağlı nahiyelerde ve Zekiye sancağında 117.916 akçe toplam geliri olan 30 vakıf bulunuyordu. (11 cami, 3 mescid, 2 Medrese, 9 Makam türbesi, 3 Mezar, 1 Asiyabha, 1 Tilavet-i Kur’an,  2 Bağat)

1590 yılında Basra’da bulunan vakıflarda: 12 imam, 9 hatp, 15 müezzin, 2 ferraş, 1 ilahi söyleyen, 1 muallim, 1 muallim halifesi, 1 muarrif, 1 mütevelli, 4 hizmetli, 7 eczacı, 1 kâtp, 1 câbi, 2 sucu, 1 kapıcı, 1 abdesthane temizleyen, 15 cüzhân (tlavet-i Kur’an), vakıf nazırları ve aşevi çalışanları bulunuyordu. Fadime Güngören’in  hesaplamalarına göre Basra’da yaklaşık 375 kişi vakıflar sayesinde geçimini sağlıyordu.


XVI. Yüzyılda Basra Vakıfları (1590 Tarihli Tahrir Deferine Göre) Fadime Demirdöğen Doktora Öğrencisi, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Ankara-TÜRKİYE Vakıflar Dergisi 55 - Haziran 2021

KUDÜS VAKIFLARI

 

Yapılan alıntılardan genel olarak Osmanlı devlet adamlarının vakıf müessesesindeki hassasiyetleri hakkında bilgi edindik. Örnek olması açısından Osmanlı Taşrasındaki vakıflar hakkında da kısaca bilgi vermek gerekir. İlk örneğimiz Müslümanların kutsal şehirlerinden Kudüs olacak.

Kudüs’ün Kur’an-ı Kerim kaynaklı olarak Müslümanlar için her zaman farklı bir yeri olmuştur. Yüce Rabbimiz İsra Suresinde Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’yı “etrafını mübarek kıldığımız” diye zikrederek övmüştür. Mescid-i Aksa yeryüzündeki Mescid-i Haram (Kabe) dan sonra ikinci mabet olma özelliğine sahip olup aynı zamanda Müslüman’ların ilk kıblesidir. (Hicri 16.ayda Kıble Kabe oldu)Kudüs 1517 yılında Yavuz Sultan Selim Han tarafından fethedildi ve 400 yıl süreyle Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Kanuni döneminde büyük bir gelişme gösteren kentte yeni surlar, medreseler, imarethaneler yapıldı. Kudüs vakıflarıyla ilgili olarak İsrailli akademisyen Amy Singer Kudüs, Kadılar Kullar ve Köylüler kitabında yazdığına göre: Kudüs sancağındaki gelirlerin en büyük bölümü, çoğu  yerel  olan vakıflara (Osmanlı fethi öncesine ait Kudüs'te Kubbetü's-Sahra ve Mescid-i Aksa,  El-Halil'de "İbrahim Vakfı" ve  Memlükler ile  önceki hanedanlar tarafından  kurulmuş çeşitli medreseler ve  ribatlara ait vakıflar- Osmanlılar'ın kurduğu medrese, kervansaray  ve  aşevinden  oluşan  Haseki  Sultan  İmareti(Hürrem Sultan imareti, Şeyh  Ahmed  el-Deccani'nin tekkesi ve yerel su şebekesinin bakımını sağlayan bir vakıf) aitti. Amy Singer’ın tespitine göre, vergi olarak alınan tahılın yüzde 50'si ve zeytinyağının yüzde 77'si vakıflara aittir. Amy Singer.)

            Şerife EROĞLU MEMİŞ  XVIII. Yüzyılda Kudüs’te Vakıf Mülklerin İşletim Usulleri başlıklı yazısında (Makale Osmanlı  Taşra   Toplumu   ve   Vakıf   Kurumu:   Kudüs,   1703-1831” başlıklı  doktora  tezinden üretilmiş) makalesinde yazdığına göre; İslam devletlerinin sembolik merkezi haline  gelen Kudüs’te Emeviler Döneminde inşa edilen Eyyûbî, Memluklü ve Osmanlı  dönemlerinde çok sayıda tamir ve bakımlarla ihya edilen camiler, zaman içerisinde şehir merkezini kuşatan  idari  sistem  kentsel  hizmetler  örgütlenmesinin  bir  parçası  olan  geniş  bir  “vakıf ağı”nın da merkezi olmuştur.

Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs Vakıfları

 

Müslümanlar nazarında ideal bir sultan, haçlılar nazarında gerçek bir İslam kahramanı olan Ebu'l-Muzaffer el-Meliku'n-Nâsır Selahaddin Yusuf b. Necmeddin Eyyûb b. Şâdî, 1136/1138 yılında Bağdat ile Musul arasında bulunan Tikrit'te doğmuştur. Bölgenin fiilen hâkimi olması ve haçlıları hezimete uğratması sebebiyle Bağdat Abbasî halifesi tarafından Sultan olarak ilan edilen, 1169'da Fatımî veziri, 1171'de Mısır emîri, 1175'de de sultan unvanını alan Selahaddin, 1176 yılında Mısır'daki Şiî Fatımîlerini tamamen ortadan kaldırmıştır. Selahaddin Eyyûbî'ye sahip olduğu şöhreti kazandıran ise Kudüs'ün yeniden fethidir.

            İslam Medeniyetindeki üç kutsal şehirden birisi olan Kudüs, 461 yıllık İslam hâkimiyetinden sonra 1099 yılında haçlılar tarafından işgal edilmiş, işgal süresince tarihin kaydettiği en acımasız ve korkunç katliamlarından biri yaşanmıştır. Haçlı işgali sırasında mâbetlere sığınanlar da dâhil bütün Müslümanlar ve Musevîler katledilmiştir. 88 yıl süren bu zulüm devrinin ardından 27 Receb 583/2 Ekim 1187 yılında Cuma günü Selahaddin Eyyûbî tarafından teslim alındı. Haçlıların kana bulayarak işgal ettikleri Kudüs'ün, müslümanlar tarafından fethi sırasında hiçbir taşkınlık yaşanmamış fetih İslam dünyasında büyük bir sevinçle karşılanarak kutlama merasimleri düzenlenmiştir. Şehrin surlarına İslam sancakları dikilmiş, Melik Selahaddin, “Şark'ın en sevgili sultanı Selahaddin” olarak bütün Müslümanların gönlünde taht kurmuştur.

Mısır ve Kudüs'ü hazineleriyle birlikte fetheden, ülkesinin sınırları Trablusgarb'tan Hemedan ve Ahlat'a, Yemen'den Malatya'ya kadar uzanan Melik Selahaddin’in vefat ettiğinde, cebinden bir altın ile birkaç gümüşün çıkması ne kadar cömert ve mütevazi birisi olduğunun ispatı sayılmalıdır.

            Dindarlık, adalet, cesaret ve cömertliği ile İslam Tarihi'nin mümtaz bir şahsiyeti olarak tebârüz eden Melik Selahaddin, yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatında ortaya koyduğu örnek şahsiyetiyle, Müslümanların takdirini kazandığı gibi, yıllarca mücadele ettiği Hristiyanlar tarafından da saygıyla anılan bir kahramandır.

 

Fetihten Sonra Kudüs'ün İmarı

 

Haçlı Latin Krallığı'nın hâkimiyetine girdiğinde Kudüs'te bulunan müslümanlara ait bütün eserler yağmalanmış, Mescid-i Aksâ ve Kubbetu's-Sahrâ'da bulunan değerli eşyalar tahrip edilmiş ve çalınmıştı. İslam kimliğinden kopartılmak için kiliseye dönüştürülen Kubbetu's-Sahrâ'nın tepesine haç dikilmiş, Mescid-i Aksâ kralların sarayı yapılmış, böylece İslamî kimliğini kaybeden Kudüs bir hristiyan şehrine dönüştürülmüştü.

Kudüs’ü asli kimliğine kavuşturmak isteyen Melik Selahaddin’in emriyle Mescid-i Aksâ ve Kubbetu's-Sahrâ başta olmak üzere kutsal yerler imar edilmeye başlandı. Yeniden camiye çevrilen Mescid-i Aksâ'ya Nureddin Zengi tarafından yaptırılmış, sanat şaheseri özelliği taşıyan bir minber konuldu. Kiliseye çevrilen bütün camilerdeki haçlar kaldırılarak alem-hilal konuldu. Çanlar kırıldı. Hz. Ömer (ra)'ın namaz kıldığı yerde yapılan cami yeniden inşa edildi.

Kudüs’ü yeniden İslami kimliğine kavuşturmak için yapılan faaliyetler arasında medrese, hastahâne, cami, mescid, zâviye, hankâh gibi vakıf eserleriyle eğitim, sağlık, kültür ve dinî hizmetlerin sağlanması hedeflenmiştir.

Vakıf faaliyetleri arasında Büyük St. Jean Hastanesi'nin gelirlerinin vakıf olarak Ömer Camii'ne tahsis edilmesi, kilisenin “Muristân” adıyla daha sonra hastaneye çevrilmesi, Saint Anne Kilisesi yakınlarındaki kadınlar manastırının yeniden mektebe dönüştürülmesi, Patriğin ikametgâhının ziyaretçiler ve tarikat mensubu kişiler için hankaha çevrilmesi sayılabilir.

İslamın bu kutsal şehrine Memlük ve Osmanlı dönemlerinde de özel ihtimam gösterilerek imar edilmiştir.  Hz Ömer (ra) ve Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs halkına verdiği eman-nâme Yavuz Sultan Selim tarafından da tanınmış ve tasdik edilmiştir. XVII. yüzyılda şehri ziyaret eden Evliya Çelebi, Kudüs'te yedi yüz vakıf olduğunu, bunların mütevellilerinin birer hediyelerle mahkeme divanında hazır bulunduklarını anlatmaktadır.

 

Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs'teki Vakıfları

            Kudüs, Memlük ve Osmanlı idaresinde diğer İslam şehirleri gibi vakıf şehire dönüşmüş ve tarihinin en parlak dönemlerini geçirmiştir.  Şehrin imarında vakıf tesisine öncülük eden Selahaddin Eyyûbî,  bîmâristan, hankâh, medrese, Sâhira Mezarlığı, Kubbetü Yusuf ve Cebel-i Tûr'daki cami gibi vakıf eserleri meydana getirmiş ve bunlara gelir kaynakları tahsis etmiştir.

 

Medrese-i Salâhiyye

Medrese 25 Temmuz 1192 tarihinde Selahaddin Yusuf b. Eyyûb tarafından inşa edilmiştir. Selahaddin Eyyûbî Bâbü'l-esbât yanında bulunan Aziz Hanne Kilisesi'ni Şafiî fakihlerine tahsis ederek medrese ve sûfiler için ribat yapmış ve buraya akarlar vakfetmiştir. Selahaddin Eyyûbî bu medreseye şeyh ve hocalar tayin etmiş, âlimleri bu medresede ve tasavvuf ehline tahsis ettiği dergâhta toplamıştır. Kudüs'te İslâmî dönemde ilmî hayatın gelişmesinde önemli bir merkeze dönüşen ve şöhreti her tarafa yayılmış olan medrese, el-Melikü-nâsır lakabına izâfeten el-Medresetü'n-Nâsırıyye olarak da bilinmektedir. Burası daha önce bir ilim merkezi olan ve fıkıh eğitimi veren el-Medresetü'l-Mansuriyye idi.

Osmanlı döneminde önemli bir itibara sahip olan Salâhiyye Medresesi'nin müderrisleri padişahın izniyle devlet tarafından ilmine itibar edilen seçkin âlimler arasından seçilmekte idi. El-Esbât kapısının batısında, 20 metre uzaklıkta bulunan bu medresede tıp, dil, Şafiî fıkhı ve hadis eğitimi verilmekteydi.

 

Medrese-i Salâhiyye'nin Hayrâtı

Medresenin ihtiyaçlarının karşılanması için ev, dükkân, han, hamam, fırın, kuyu, bağ, bahçe, gibi birtakım gayr-i menkuller tahsis edilmiştir. Bu çerçevede medreseye ait kahvehâne/beytü'l-kahve olarak kullanılan 18 odalı bir han, Haremin Kattânîn kapısı tarafında bir ev ve yedi dükkân bulunmaktaydı.

Medresenin kapısının üzerindeki kitâbede: “Bismillahirrahmânirrahim, Size ulaşan her nimet Allah'tandır, (Nahl 53). Bu mübarek medreseyi, el-İmam Ebû Abdullah Muhammed b. İdris eş-Şâfiî fakihlerine, İslâm'ın ve müslümanların sultanı Ebu'l-muzaffer el-Melik en-Nâsır Salâhu'd-dünya ve'd-dîn Yusuf bin Eyyûb b. Şâdî 1192 senesinde vakfetmiştir. Allah onu ve yardımcılarını aziz kılsın, dünya ve ahiretin hayırlarını ona versin, denilmektedir.

 

Medrese-i Huteniyye

Mescid-i Aksâ'nın güneyinde yer alan Medrese-i Zâviye-i/Huteniyye ise, 15 Nisan 1191 tarihinde kurulmuştur. El-Medresetü'l-Huteniyye, Kudüs ve civarındaki şeyh ve mücahitlere tahsis edilmiştir. Vakfın idaresi eş-Şeyh Celaleddin Muhammed b. Ahmed b. Muhammed Celâleddin Şâşî'ye verilmiş, ondan sonra onun yolunu takip edenlere bırakılmıştır.

 

Hankâh-ı Salâhiyye/ Selâhaddin Hankâhı

Selahaddin Hankâhı, Melik Selahaddin'in Kudüs'te Şafiî mezhebi sûfîlerine tahsis ettiği hayrî vakıflarındandır. Selahaddin Eyyubî, bir kısmı kilisenin üstünde yer alan patriğe ait evin bir bölümünü alarak burayı cami ve ribat olarak düzenledikten sonra 17 Ekim 1189 tarihinde sûfîlere vakfetmiştir.

Dârü'l-Patrik civarında bulunan değirmen, tımarhane, fırın, fırına bitişik manastır, Patrik'in Ahırı olarak bilinen atlara ve binek hayvanlarına mahsus yer, bu ahırın kuzeyinde bulunan bir ev vakıf emlâki içerisinde yer almaktadır.

Burası Kudüs'te sûfiler için ihdas edilen ilk hankâh idi. Hankâh zamanın geçmesiyle vakıf olmaktan çıkarılmamak ve kıyamete kadar hiçbir şekilde değiştirilmemek üzere, ayırım yapılmaksızın uzak beldelerden ve her taraftan gelen, Arap Acem; her ırktan meşâyih-i sûfiyyeyenin ileri gelenlerine, genç, yaşlı, evli, bekâr, herkese Melik Selahaddin tarafından Allah rızası için vakfedilmiştir. Patrik evi olarak bilinen bu binanın üst katı ise, ribat olarak, gerek orada bulunan gerek uzak diyarlardan gelen sûfîlere usûl ve âdâbınca kalmaları için tahsis edilmiştir. Hak sahibi olmayan bir kişinin burada kalmasına aracı olmak vebal ve günah yüklenmektir.

Sûfîler burada geçici olarak ihtiyaçları kadar kalacaklar, başkalarının mağduriyetine sebep olmayacaklardır. Burada kalan kişi sefere gidip döndükten sonra hak sahibi olduğu iddiasıyla başkasını buradan çıkarmaya kalkışamaz. Ancak yer varsa kalabilir. Sûfîlerden birinin vefatıyla burada barınma/kalma ve diğer hakları ortadan kalkar. Yakınları bundan dolayı hak iddiasında bulunamazlar.

Selahaddin Eyyûbî, vakfiyesinde hankahın kullanımı için bazı şartlar koşmuştur. Buna göre sûfîlerin burada toplanmasını ve her gün ikindi namazından sonra Kurʼan okumalarını, akabinde vâkıfa hayır duada bulunmaları, sufilere nâzırın uygun göreceği miktarda vakfın gelirlerinden hisse verilmesi, vakfa ilişkin bütün işlerde nâzır olan şeyhin tek yetkili ve söz sahibi olması, Sûfilerin şeyhinin, nezâreti yürütecek kişi yoksa kendisi de bu işe ehliyetli ise şeyhlikle nezâreti birlikte yürütmesi, kendisinden sonra erkek evlatları varsa büyük olan meşîhati, diğeri nezâreti yürütmesi, şeyhin nesli kesilinceye kadar böyle devam etmesi şart olarak vakfiyeye yazılmıştır.

Şayet –Allah korusun- sufiler içinde nazırlık işine uygun kimse bulunmazsa o zaman vakfın gelirleri fukarâ ve mesâkine sarf edilecektir. Dergâhtaki sûfîlerden birisinin buradan çıkarılmayı gerektirecek bir suç işlemesi halinde cezalandırılması ve dergahtan çıkarılması, Hicaz’a veya başka yere gidip geldikten, tövbe ettikten ve düzeldikten sonra geri dönmesi de vakıf şartlarındandır.

Hankah’ın kullanılma şartları bu kadar değildir. İlave olarak: sadât-ı sufîyeden fukara ve meşâyihin iâşesinin karşılanması, beş vakit namazın edâsı, câbi (tahsildar), kâtip, imam, müezzin ve kurra tayin edilerek Kur'ân-ı Kerim okunması ve sûfiyyenin ileri gelenlerinden on iki kişinin evrâd ve ezkâr için görevlendirilmesi,  Sûfilerin şeyhleriyle birlikte Cuma günleri güneş doğduktan sonra burada veya Mescid-i Aksâ'da toplanarak Kur'an tilâvet etmeleri, akabinde vâkıf ve müslümanlar için hayır duada bulunmaları, bir mani olmadıkça her Cuma şeyhlerinin huzurunda sûfîlerin büyüklerinin sözlerini okumaları, her Cuma olmazsa da bazı Cumalar bunun yapılması vâkıf tarafından şart kılınmıştır.

Kadı Mustafa Efendi tarafından 13 Ocak 1614 tarihinde bir sureti çıkarılmış olan vakfiyede:

 Besmeleden sonra “Patrik evi olarak bilinen binayı, Mısır ve Şam bölgesinin hâkimi İslâm'ın ve müslümanların sultânı Ebu'l-Muzaffer el-Melikü'n-Nâsır Selâhaddin Yûsuf b. Necmeddîn Eyyûb b. Şâdî, –Allah onun mülkünü dâim, yardımcılarını ve ordusunu muzaffer kılsın, ona katından ona bol nimetler versin, hükmünü ve gücünü her tarafta geçerli kılsın Allah'a bağlılığını ve samimiyetini artırsın, iyilikte ve tasaddukta bulunanların ecrini zayi etmeyen Allah katında yaptığı bu hayrı, O'nun rızasını kazanmasına vesile olsun- bütün müştemilatıyla tasadduk ve vakfetmiştir.” denilerek, bir mümine meleklerin, peygamberlerin icmâıyla dokunulmazlığı sabit olan bu vakfın şartlarından birini hiçbir gerekçeyle değiştirmesi veya ortadan kaldırması helal değildir. Dünya durdukça vakfın vâkıfın şartları üzere devam etmesi, ahkâmının değiştirilmemesi, aksi halde buna cüret edecek olanın emanete hürmetsizlik etmiş, Rabbinin emrini hafife almış ve vaîdini önemsememiş sayılacağından, dünyada Allah'ın, peygamberlerin lanetini hak etmiş ve kendisine eziyet etmiş olacaktır. Âhirette ise cehennem ateşini hak etmiş olacaktır. Zira onun hasmı Allah, onu hesaba çekecek olan da yine Allah Teâlâ'dır. O kötüleri cezalandıran, iyilik sahiplerinin mükâfatlandırandır. Bu vakfiye şahitlerin ve sâdâtın şahitliği ile 17 Ekim 1189 tarihinde yazılmış ve tescil edilmiştir. Denilmektedir.

Mücahitlerin ikameti için de kullanılmış olan hankâhın yanına Memlûkler döneminde 1417 tarihlerinde Şeyh Burhaneddin b. Gânim tarafından bir minare yaptırılmıştır. Minare yapılmasından rahatsız olan Hristiyanlar, Şeyh Burhaneddin'i bundan vazgeçirmek için çok miktarda mal/para teklif etmişlerse de şeyh bu teklifi kabul etmemiştir.

 

Hankâh'ın Gelir Kaynakları ve Masrafları

Hankâhın akarları arasında değirmen, fırın, manastır, ev, hamam, dükkân, mahzen, havuz ve bahçe gibi gayr-i menkuller bulunmaktadır. Hankâhın dükkân, değirmen, mağaza ve diğer emlâkinden 1851 yılında 18.928 kuruş, 1899 tarihli bir belgeye göre 800 lira, 1900 senesinde 14.579 kuruş otuz para, 1901 senesinde üç aylık dönemde 15.250 kuruş 20 para, 1902 senesi Muharrem'inden Rebîulâhır ayı sonuna kadar vakfın 13.590 kuruş 30 para, 1902 yılı Cemaziyelevvel'den Şaban ayı sonuna kadar vakfın 14.216 kuruş 30 para geliri bulunmaktadır.

 

Bîmâristân Vakfı

Bîmâristan 1187 tarihinde Kudüs'te bugün Debbâğa olarak bilinen mahallede inşa edilmiştir. Selahaddin Eyyubî fetihten sonra Debbağa kilisesi bitişiğinde ve hamam yanında hastaların muayene ve tedavisi için bir şifâhâne yapılmasını emretmiş, burayı bol miktarda ilaç ve malzemeyle doldurmuştur. Hacca gidip döndükten sonra da burada birtakım düzenlemelerde bulunmuştur.  Bîmâristan binasını daha da genişleterek İslam dünyasında en büyük hastane haline getirmiş ve 1192 tarihinde hasta ve âcizlere el-Bîmâristânü's -Salâhî adıyla vakfetmiştir.

Hastanenin şöhreti Selahaddin Eyyûbî ve ondan sonraki dönemlerde her tarafta hızla yayılmıştır. Burası toplumun her kesiminden hem askerlerin hem halkın hiçbir bedel ödemeden tedavi edildiği ve ilaçlarının verildiği bir şifâhâne idi. Hastanede Ebu'l-fazl Reşîdüddin b. Ali es-Sûrî (ö. 1242 ve Yakub b. Saklan gibi meşhur doktorlar görev yapmıştır.  Osmanlı döneminde hekimbaşının talebi üzerine tıp ilminde maharet sahibi tabipler arasından tayin yöntemiyle burada çalışacak kimseler belirlenmekteydi.

Osmanlı döneminde de hizmetlerine devam eden hastane 1458 yılında meydana gelen depremde yıkılmış, ancak daha sonra tekrar yapılmıştır. 18. yüzyıl Kudüs kadı sicillerinde (1726) Bîmâristân-ı Salâhiyye olarak bilinen bir binanın olduğu, Zeyn b. İmam'ın delilerin ve hastaların hizmetine tayin edildiği belirtilmektedir. Bimaristan 1753 yılına kadar hizmetlerine devam etmiştir.

 

Bîmâristânın Gelir Kaynakları

Hastaların tedavisi için vakfedilmiş olan bîmâristâna da tamir bakım onarım gibi masraflarının karşılanmasının yanında kuruluş amacı doğrultusunda hizmetlerini sürdürebilmesi için pek çok gayr-i menkul vakfedilmiştir.

 

Megâribe Mahallesi ve Burak Duvarı

1193 yılında Selahaddin Eyyûbî tarafından Kudüs'te yaptırıldığı rivayet edilen Megâribe Mescidi, Mescid-i Aksâ’nın güney-batı köşesinde Burak duvarının güneyinde yer almaktadır. Bu mescidin iki kapısından kuzeydeki kapalı, doğudaki açıktır. Selahaddin Eyyûbî'nin Megâribe Zâviyesi adıyla bir vakfının bulunduğu ve önemli bir gelire sahip olan Ayn Karim köyü mahsulâtının tamamı bu vakfa tahsis edilmiştir.

 

Cebel-i Tûr/Cebel-i Zeytun Câmii

Bu cami Kudüs'ün doğusunda bulunan Tur Dağındadır. Selahaddin Eyyûbî Kadı el-Fâzıl'ın talebi üzerine burayı yenilemiş ve genişleterek yeniden yaptırmıştır.

Sultan Selahaddin b. Yusuf b. Eyyûb'un Cebel-i Zeytun ve Ebû Dîs vakfı, 6 Şubat 1189 tarihinde kurulmuştur. Cebel-i Zeytun, Cebel-i Tûr olarak da bilinmektedir. Burası eski Kudüs'ün doğusuna düşmektedir. Ebû Dîs Köyü, Ayzariyye civarında ve Kudüs'ün güney doğusundadır. Şeyh-i Anber olarak meşhur olan Şeyh Ahmed el-Hekkârî'nin ve Şeyh Ali el-Hekkârî'nin soyuna sonra da Kudüs'un yoksullarına tahsis edilmiş zürrî bir vakıftır. Vakfiyeye göre: Melik Selahaddin Kuds-i Şerif'te oturan Şeyh Ahmed b. Ebû Bekr el-Hekkârî ile Şeyh Ali b. Ahmed el-Hekkârî'ye munâsafatan/eşit olarak sonra onların evlatlarına, onların evlatlarının evlatlarına ve onların soyundan gelenlere, onların nesli kesilirse Kudüs'ün fakirlerine ve yoksullarına vakfetmiştir.

 

Diğer Eserleri

 

Sâhira Mezarlığı

Selahaddin Eyyûbî'nin eserlerinden olan Sâhira Mezarlığı, Kudüs’teki Me’menullah El-Yusufiyye Babu'r-Rahme mezarlıkları gibi önemli müslüman mezarlıklarından biridir. Kudüs'ün fethine katılan birçok mücahidin buraya defnedilmesi sebebiyle “Mücahitler Mezarlığı” olarak da anılmaktadır. Çok sayıda mücahid ve sulehânın medfun olduğu Sâhira Mezarlığı 1960 yılına kadar müslüman mezarlığı olarak kullanılmıştır. 

 

Yusuf Kubbesi

Kubbetü's-Sahrâ'nın avlusunda ve güney tarafındadır. Nahaviyye kubbesi ile Burhaneddin minberi arasında bulunmaktadır. Kubbenin üzerindeki kitâbede:  Bismillahirrahmânirrahim. Onun salâvâtı Nebî Muhammed (sav) ve onun âlinin üzerine olsun. Bunun yapılmasını ve hendeğin kazılmasını Salâhu'd-dünya ve'd-dîn İslam ve Müslümanların sultanı hâdimü'l-haremeyn ve bu Beyt-i Makdis'in hâdimi Ebû'l-Muzaffer emîru'l-müʼminînin devletini ihyâ eden Yusuf b. Eyyub –Allah onun varlığını devam ettirsin- büyük komutan Seyfeddin Ali b. Ahmed –Allah onu aziz kılsın- zamanında emretmiştir. Sene 587/1191-92.” yazılıdır.

Diğer taraftan Kudüs'te uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Ermenilerin burada XII. Yüzyılda inşa ettikleri Büyük Yakub Peygamber Kilisesi, önce Selahaddin Eyyûbî tarafından daha sonra 1907'de Osmanlı zamanında restore edilmiştir.

Kudüs'te bulunan Ömer Camii de yine Selahaddin Eyyûbî döneminde 1193'te yeniden inşa edilmiştir. 1465'te Memlûkler döneminde şu andaki minareler ilave edilmiş, Osmanlı döneminde Sultan Abdülmecit zamanında tamamen restore edilmiştir.

 

Osmanlı Döneminde Salâhiye Vakıflarının İdaresi

 

Selahaddin Eyyûbî'nin tesis ettiği vakıfların tevliyeti ve nezâreti Osmanlı döneminde uzun süre Kudüs'ün en eski ailelerinden el-Alemî ailesi tarafından yürütülmüştür. Adı geçen ailenin bazı fertleri tarafından yapılan bazı yolsuzluklar vakfın çalışmasını sekteye uğratmış ve zarar vermiştir. Nevzat Sağlam Karabük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tarih Kültür ve Sanat Araştırmaları Dergisi Vol. 6, No. 6, December 2017

 

HASEKİ (HÜRREM) SULTAN KÜLLİYESİ

Osmanlı sultanının hayırseverliğinin bir göstergesi ve aynı zamanda da güç ve meşruiyetinin kaynağı Haseki Sultan İmareti, her ne kadar kentin merkezinde yer alsa ve yalnızca Kudüs için değil, etrafı için de imareti ile çok önemli bir fonksiyonu yerine getirse de, kentin manevi merkez noktasını oluşturan Harem-i Şerif alanı, Osmanlı Döneminde de öncelikli bir konuma sahipti. Zira Osmanlı klasik dönemi boyunca Kudüs’te inşa edilen ya da tamiri yapılan pek çok dini yapı, Harem-i Şerif’te ya da yakın çevresinde yer almaktaydı.

Ayrıca Osmanlı yönetimi için de Müslümanların kutsal mekânlarını korumak ve bakımını sağlamak öncelikle dini bir vazife olarak düşünülmekte idi. Öte yandan Osmanlı yönetimi, Memluklerden farklı olarak, dinî kurumlara yatırım yapmak yerine kentte yeterli sayıda olan medrese ve camilere yapılan harcamaları keserek, kent bütçesine akan tahsisatları ve bağışları, güvenlik koşullarının düzeltilmesi için fetihten yirmi yıl sonra kent surlarının ve kalesinin yeniden inşası, kente su sağlanması, yeni bir kapalı çarşı kurulması ve Kudüs halkının refahının artırılmasına harcamayı seçmiştir.

Ayrıca kent sakinleri yararına büyük bir vakfın kurulması (Haseki Sultan veya el-Hasekiyye)   ekonomide ve kentin yaşam standardında ciddi bir iyileşme sağlamıştır. Vakıf,   Kanuni Sultan Süleyman’ın Hasekisi Hürrem Sultan tarafından yaptırılmış büyük imarethane, medrese, cami, dükkânlar ve tabhanelerden oluşan bir külliyeydi. Filistin’de o güne kadar kurulmuş en büyük vakıf olan külliye, kente komşu onlarca köyün gelirleriyle destekleniyordu. Osmanlı klasik dönemi boyunca şehrin önde gelen sosyal yardım kurumu olan bu külliye, aynı zamanda Hürrem Sultan'ın Mekke ve Medine'de yaptırmış olduğu, Mimar Sinan'ın tezkirelerinde adı geçen imâretler zincirinin bir halkası idi.

Osmanlı fethi sonrası Kudüs’te kurulan önemli hayrî vakıflar arasında Siyon Dağı’nda bulunan Nebî Davud Makamı ile Zeytindağı’nda bulunan Es‘adiyye Zâviyesi’ni de zikretmek gerekir. Osmanlı Devleti döneminde Kudüs’te inşa edilen veya tadilatı yapılan diğer bazı vakıf eserlerinden bazıları ise şunlardır; Yusuf Ağa Namazgâhı, Senovbar Namazgâhı(mihrap ve mastkabat es-senovbar) Bâbü’l Meğâribe ile Mescidi Aksa arasında yer almaktadır.) Bayram Paşa Çeşmesi Sebil Şa‘lan Eyyûbi döneminde inşa ettirilmiş, Memluk ve Osmanlı döneminde onarım görmüştür, Kasım Paşa Şadırvanı ve havuzu Sebil-i Bâbü’l-Mahkeme Kanuni döneminde Kasım Paşa tarafından yaptırılmıştır), Kubbetü’l Yusuf, Kubbetü’l Nahviyye ve Kubbetü’l-Mirac (Eyyûbî dönemi yapısı olup Osmanlı döneminde onarım geçirmişlerdir),Hankâhı Özbek (Özbekler Tekkesi), Afganlar Tekkesi Hindiler Tekkesi, Şeyh Ali Erdebili Türbesi Memlukler döneminde inşa edilmişse de 1730-31 yılında Osmanlı üslubunda yenilenmiştir) Kudüs Mevlevîhânesi'dir. İsmi bilinen, bir kısmı günümüze kadar ulaşmış bu eserler dışında çok sayıda çeşme, sebil, ribat, namazgâh vb. vakıf eser de mevcuttur.

            Öte yandan 1703-1831 yılları arasında Kudüs’te 300 yeni vakıf kurulduğu tespit edilmiştir (Memiş,2016,s.117,160).Bu vakıflardan % 6’sı hayrî (18 vakıf), % 94’ü aile (zürrî,  ehli) vakfı (282 vakıf)  kategorisindedir. Kudüs'te kurulan hayrî vakıflar gerek sayıları gerekse vakfedilen akarları bakımından oldukça mütevazıdır. Bu vakıflardan örneğin Eş Şeyh Ebû’l Vefâ el ‘Alemî Salâhiyye Hangâhı’nda bulunan ilim talebelerine çeşitli kitaplar vakfetmiş olup Dervîş Muhammed Miralay, Özbekiyye Zaviyesi dervişlerine Mushaf-ı Şerif el-Hac Muhammed b.  Ömer eş Şâmî, Kubbetü’s Sahra mihrabı için seccade vakfetmişlerdir. Şemseddin Hatun b. Abdullah er Rûmiyye ise Kubbetü's Sahra mihrabı için küçük ve büyük iki şamdan vakfetmiştir. Diğer hayrî vakıflardan Muhammed Sun‘ullah Efendi bin Halil Efendi el Hâlidî, Hattı Davud’da Kudüs’te bulunan bütün insanların su içebileceği sebil yaptırmış ve bu sebil için yine Hattı Davud’da bulunan bir dükkân ve havuz vakfetmiştir.  

Çalışma kapsamına giren dönemde Kudüs’te kurulan zürrî (ehli, aile) vakıflar değerlendirildiğinde; bu vakıflar içinde 300 vakıftan 282’si zürrî vakıf olup yaklaşık  %94’lük bir orana tekabül etmektedir. Daha önce detaylı bir şekilde incelenmiş olan bu vakıfların büyük çoğunluğunun Osmanlı toplum yapısı içerisinde ‘askerî zümre’ arasında değerlendirilen ilmiye sınıfına mensup kişiler tarafından kurulduğu tespit edilmiştir.(Memiş, 2016, s. 200) Bunlar arasında şeyhülislâmlar, kadılar, kadıaskerler, müftüler ve müderrisler yer almaktaydı. Örneğin, İmam, eşşehîr bi ibni Kâdîyı es Salt elkapları ile kaydedilen Kudüs Şâfiʻi Müftüsü Muhammed Salih Efendi El Hüseyni El Halveti b. Abdülgani Efendi tarafından bir vakıf kurulmuştur. Zürri nitelikteki vakıfta Hattı Davud’da dükkân, Bâbü'l Amud Mahallesi'nde 12 bağımsız dükkân, Bâbü'l amud Batı kolunda 6 dükkân, Haddâdîn Mahallesi'nde Dâvûdî ve dükkânı, kahve yolunda bir kat ev vakfedilmiştir. 

Çalışma kapsamına giren dönemde Kudüs Nakîbü’l eşrâflarınca kurulan vakıflar da sayıca fazladır. Örneğin, Kudüs Nakîbü’l eşrâfı, kâimmakâmı ve Şeyhü’l Haremi olan Abdüllatif Efendi b. Abdullah Efendi b. Hüseynî tarafından üç vakıf kurulmuştur.1761 tarihli ilk vakfiyesinde Şeyh el Bistami Zaviyesi yakınında Babı Hutta'da bir ev vakfetmişti. İkinci vakıf ise, 1766 tarihinde kurulmuş olup vakfın akarları Sitt Yokuşunda haremlik ve selamlık bölümlerinden, meskenlerden oluşan katlı ev ve Muhammed Ağa Murad'ın varisinden aldığı büyük katlı ev olarak sıralanmıştır. Vâkıf, 1795 tarihli son vakfiyesinde ise Tûr Karyesi'nde zeytinyağı çıkaran mengene huluvv’ı ile Tûr Karyesi'nde fırın ocağı ve taş ve aletlerini vakfetmiştir. Burada kısaca bahsedilen vakfiyelerden her üçü de aile vakfı niteliğinde olup akarları bakımından oldukça mütevazı olduğu görülmektedir…

18. yüzyılda Kudüs’te kurulan 300 vakıftan 18’i hayrî, 282’si aile vakfı kategorisindedir. Bu vakıflardan yalnızca dört tanesinin kendine bağlı bir hayrâtı bulunmakta olup bunlardan ilki Muhammed Sunullah Efendi el Hâlidî tarafından yaptırılmıştır. İkincisi, Tenkiziyye Medresesi yakınında bulunan bir sebil olup, Kasım Tercemân tarafından 1718 tarihinde yaptırılmıştır. Sebil el Hüseynî de bu yüzyılda yaptırılmıştır. Sebil üzerinde yer alan kitabede 1724-25 yılında Hasan Hüseynî tarafından yaptırıldığı belirtilmektedir. Aynı dönemde sicillerde yer alan kayıtlar incelendiğinde Kâdîi Kudüs Hüseynî adına iki kayıt tespit edilmiştir. Kayıtlardan ilkinde Ekim 1724 tarihinde vâkıfın resmen Kudüs Kadısı olarak göreve başladığı belirtilmektedir. İkinci kayıtta ise, Zilhicce 1725 tarihli bir vakfiye kaydı yer almakta ve bu vakfiye ile Harem-i Şerif’in batısında Fahriyye Medresesi civarında bulunan 9 kenefin yenilenmesi ve abdest alınması için bir havuz yaptırılması şart kılınmıştır. Bunların, Mescid-i Aksâ ile Câmii Mâlikiyye çalışanları ile Haremi Şerif’te bulunan öğrencilerin yararlanması için yaptırılması şart kılınmıştır. Son olarak da, Şeyh Budayr Sebili olarak da bilinen Mustafa Ağa Sebili 1740-1 tarihinde Kudüs Sancağı valisi Mustafa Ağa tarafından inşa edilmiştir. Vakfiyede Kâimmakâmı Şerif el Hac Mustafa Ağa’nın Harem-i Şerif’te Nâzır Kapısı yanında bina eylediği sebil için 40 zangirli (altın lira) vakfettiği kaydedilmiştir.

18.yüzyılda Kudüs’te kurulan vakıflardan bazıları da kendinden önce kurulmuş bir hayrâta gelir sağlamaktaydı. Daha önce kurulup, giderlerini karşılayamayan vakıfları desteklemek için yeni vakıflar tesis edilmiştir. Kudüs’ün mahallelerine dağılmış durumda olan hayrât kurumları vakfiyelerde geçenlerden ibaret değildir. XVIII. Yüzyılda Kudüs’te Vakıf Mülklerin İşletim Usulleri: İcâre-i Vahide, Hikr, İcâre-i Tavîle ve Huluvv-i Şer‘i Uygulamaları Şerife EROĞLU MEMİŞ “Osmanlı  Taşra   Toplumu   ve   Vakıf   Kurumu:   Kudüs,   1703-1831” başlıklı  doktora  tezi.

13-15 Ekim 2017 yılında yapılan Milletlerarası 4.Şehir Tarihi Yazarları kongresinde bildiri sunan Alaattin Dolu 18.Yüzyılda Kudüs’te Kadın Vakıf kurucularından bahsediyor. Osmanlı sultanları Arabistan yarımadası fethedilmeden önce de Mekke, Medine ve Kudüs’e Surre gönderirlerdi.(Aşık Paşazade’nin yazdığına göre Sultan II. Murad Harameyn’e her sene 3500 altın hediye gönderiyordu.) Yavuz Sultan Selim’den itibaren Osmanlı Devleti tarafından Mekke, Medine ve Kudüs’e Surre alayı göndermek gelenek haline geldi.18.yüz yılbaşındaki Surre alayına Başkadın Efendi evkafından 200 kuruş(tahmini 24.000 akçe) verilmişti. A. Dolu'nun verdiği listeye göre Kudüs’e gönderilen Surre’ den 18 kadın cemaatine toplam 343 hisse verilmektedir. Dolu'nun belirttiğine göre Kudüs’te Osmanlı imajını yerleştiren iki büyük vakıf bulunmaktadır. 1.Vakıf, vakfiyesinde Ayşe-i zaman ve Fatıma-i devran olarak, ek vakfiyede ise Rabia tül Adeviyye ve Harun Reşid’in cömert hanımı Zübeyde ile kıyaslanan Kanuni’nin Hasekisi Hürrem Sultan adına kurulan İmarettir. Hürrem Sultan imaretinde şehir halkından pek çok kimseye günlük bir taş çorba ve ekmek verilmektedir.(A. Dolu yazısında adı geçen dönemde aylık nafakası 0-5000 akçe arası olanların fakir sayılabileceğini yazmış.) Hürrem Sultan imaretinden fakir sayılacak durumda olanlara yemek verilmektedir.

Kudüs şehrinde Hürrem Sultan imaretinden daha eski bir vakıf daha bulunmaktadır. Şeyh Edebali’nin torunu, Çandarlı İbrahim Paşa’nın eşi İsfahan Şah Hatun’un Mahmud El Osmaniye adını verdiği Medrese’ye Anadolu’dan on köy vakfettiği vakfı 1436-1437 yılında Kudüs’ün Osmanlı tarafından fethinden önce kurulmuştur. A. Dolu'nun yazdığına göre 18.yüz yılda Kudüs’te kadınların kurduğu 51 adet vakıf bulunmaktadır. Vakıf sahibi kadınların hemen hemen hepsi 1 ev vakfederken, nesilleri tükendiğinde vakıflarının Mescid-i Aksa veya Kubbetü’s-Sahra vakfına dahil olmasını şart koşmuşlardır. Kudüs'te ki kadın vakıflarında de kız çocuklarının ayrıcalıklı olduğu vakıflar da bulunmaktadır.

 

MEĞÂRİBE MAHALLESİ VE VAKIFLARI

Vakıflar yüzyıllar Bir kentteki pazar alanı, han, hamam gibi yapılarla gerekli altyapıları sağlayarak aynı zamanda da camiler, medreseler ve imarethaneler gibi toplumsal ve kültürel kilit kuruluşlara can vererek gerek kırsal gerekse kentsel yerleşim merkezlerinin gelişimine katkıda bulunmuştur. Osmanlı Devleti’nde de hayrî, sosyal, beledî, dinî ve eğitim hizmetleri vakıflar yolu ile vücuda getirilmiştir.  Kudüs’te Hz. Peygamber’in mucizevî İsra yolculuğunun sonrasında Mirac’a yükseldiği alanı da içine alan Harem-i Şerif, zaman içerisinde, şehir merkezini kuşatan, idari sistem ve kentsel hizmetler örgütlenmesinin bir parçası olan geniş bir vakıf ağının da çekirdeğini oluşturmuştur. Zamanla Müslüman vakıf ağı içerisinde önemli bir yer kazanan bu alan Eyyûbî, Memluklü ve Osmanlı dönemlerinde hem Harem-i Şerif içerisinde hem de etrafında yer alan vakıf emlakı gerek maddi gerek manevi anlamda çok büyük öneme sahip olmuştur.

Harem-i Şerifin güneybatısında bulunan ve bir vakıf olarak kurulan Meğâribe Mahallesi ve vakıfları da Kudüs kenti vakıf ağının önemli bir bileşenidir. Kadîm kentte yaklaşık 10.000 metrekarelik bir alanı kapsayan mahalle, Eyyûbî ve Memluklü dönemlerinde inşa edilen tarihi ve kültürel açıdan önemli çok sayıda yapıya ev sahipliği yapmıştır. Meğâribe Kapısı yakınında bulunan Seyyid Ömer el-Mücerred ve Ebu Medyen el-Ğavs Zâviyeleri, Meğâribe Camii ve Fahriyye Medresesi/Zâviyesi bunların başlıcalarıdır. 

12. yüzyılın ikinci yarısında Melik Efdal tarafından inşa edilen ve Mâlikî fakihler için vakfedilen Efdaliyye Medresesi de mahalledeki önemli yapılardandır. Mahalle, zamanla Eyyûbîler ve Memlukler devrinde inşa edilen tarihsel ve kültürel açıdan önemli bir dizi yapının yerleşim alanı haline gelmiştir. Kudüs’ün Osmanlılarca fethiyle beraber mevcut vakıf eserleri korunmuş, gerek tamir ve bakımları sağlanarak gerekse yapılan görevli atamaları ile işlevselliği muhafaza edilmiş ve yapıların temel fonksiyonları devam ettirilmiştir. Zira Osmanlı yönetimi içinde Müslümanların kutsal mekânlarını korumak ve bakımını sağlamak Osmanlı Padişahları için öncelikle dini bir vazife olarak düşünülmekte idi. Öte yandan, Osmanlı Dönemi’nde de mahallede, sakinleri tarafından çokça vakıf kurulmuş, ancak mahallenin siluetine yeni yapılar eklenmemiştir.

 “… Kuds-i Şerif şehrindeki Meğâribe Mahallesi olarak bilinen yerin tümünü tanımaktadırlar. Kıble yönünden olan birinci sınır Kudüs-i Şerîf şehrinin surlarda ve Ayn-ı Silvan’a giden yolda bitmektedir. Doğu tarafından olan ikinci sınır; Harem-i Şerif’in duvarında bitmektedir. Kuzey tarafından olan üçüncü sınır; Ümmü'l-Benât olarak bilinen kemerli taş köprüde bitmektedir. Batı tarafından olan dördüncü sınır; Fazıl ve Kuds-i Şerif kadısı Şemseddin ve Emir imaduddin b. Miski ve Emir Hüsamuddin Kaymaz'ın evlerinde bitmektedir. [Bu vesikanın] hududu muayyen bu mahallenin Melik Sultan Meliku'l-Efdal Nureddin Ali b. Sultan Meliku'n-Nâsır Salâhuddin Yusuf b. Eyyüb b. Şadî tarafından, Allah her ikisine de rahmet etsin, vasıflarının ve mesleklerinin farklılıklarına rağmen; erkeklerine ve kadınlarına, büyüklerine ve küçüklerine, en faziletlilerine ve faziletlerine olmak üzere tüm Mağriblilere vakfetti.”

Yukarıdaki vakfiye örneğinden anlaşılacağı üzere Meğaribe mahallesi, Selahaddin Eyyübi’nin oğlu Melik Efdal tarafından erkek ve kadın Mağriblilere vakfedilmiştir. Birinci vakfiyenin tanzim tarihi 1267 yılı, İkinci tanzim ise 1595 yılına aittir.

Melik Efdal tarafından Mağribîlere vakfedilen bu mahal İslami gelenek bakımından da Hz. Peygamber’in mucizevî yolculuğunun rotasına tanıklık etmesi bakımından da kıymetlidir. Dolayısıyla yukarıda zikredilen ayetle kutsal addedilen bu mahal dünyanın her tarafından dindar, âlim ve fakirlerin Harem-i Şerif’te dua etmeleri ve konaklamaları için cezbedici bir mekân haline gelmiştir.

 

Mevcut Vakıflar

18. yüzyılda Meğâribe Mahallesi’nde faaliyet gösteren vakıfları iki başlık altında incelemek mümkündür. Öncelikle, Eyyûbî ve Memluklü dönemlerinde kurulmuş olup 18. yüzyılda varlıklarını ve etkinliklerini devam ettiren vakıflar hayrî vakıflar olup mahallenin temel dini, eğitim, sosyal ve beledi ihtiyaçlarını karşılamaya devam etmiştir. Osmanlı Devleti’nce yapılan tamir ve bakımlar ile yönetici ve görevli atamaları, vakıfların devamlılığını sağlamıştır. İkinci başlık altında ise, çalışmanın konusunu teşkil eden 18. yüzyılda mahallede, yeni kurulan vakıflara yer verilecektir. Mahallede zürrî/ehlî nitelikte kurulan bu vakıfların kurucu, yönetici ve lehtarları yine mahalle sakinlerindendir.

 

Meğâribe Vakfı

Bu vakıf Melik Efdal tarafından kurulmuştur. Vakfiyeye göre de tesis edilmiştir. Vakfiyede belirtildiğine göre, Burak duvarı olarak bilinen Harem-i Şerifin batı duvarına bitişik araziye sadece Kuzey Afrikalı/Mağribli Müslüman erkek, kadın ve çocukların yerleşmesine izin verilerek mahalle, Mağribli Müslümanlar için tesis edilmiş bir mahalle haline getirilmiştir. 

Vakfa ait Kasım 1740 tarihli muhasebe kaydında vakfın gelirleri arasında çok sayıda dükkân, ev, fırın, değirmen ve ahır (ıstabl) ile ‘Ayn-ı Kârim köyü gelirleri kaydedilmiştir. Şuayb bin Muhammed bin Şuayb’ in Kudüs köylerinden  ‘Ayn-ı Kârim'den elde ettiği arazi gelirleri dedesinin vakfiyesindeki vasiyetine göre Meğaribe vakfına aktarılmaktadır. Vakfın gelirleri arasında bahçe, bostan, vergiler ve köyün buğday/Arpa hasılatıdır. Mahallenin başlıca masraflarını ise görevli ücretleri, vakfın akarlarının tamire ihtiyaç duyan mahallerinin tespiti ve onarılması ile vakıf gelirlerinden ödenen çeşitli vergiler oluşturmaktadır. Meğâribe Vakfı’nın en büyük harcama kalemi Meğâribe Zâviyesi’nin giderleridir.  Zâviyede fakirler için 3914 rıtl dağıtılan ekmek masrafı ise 48 zolota olarak kaydedilmiştir.

 

Meğâribe Zâviyesi Vakfı

Meğâribe Mahallesi’nde iki zaviye bulunmaktaydı. Şeyh Ömer bin Abdullah bin Abdun-Nebî el-Mağribî el-Masmudî’nin 1313 yılında kurduğu zaviye vakfı bir Mağribli tarafından Meğâribe Mahallesi yararına kurulan ilk vakıftır. Üst katında mescidi olan zaviye de Mağribli fakirler barındırılıyor ve ihtiyaçları karşılanıyordu. 

Mahallede kurulan ikinci zâviye ise Ebu Medyen el-Ğavs’ın torunu ve Kudüs’te mukîm Mağribliler arasında daha çok ilmi ve hayırseverliği ile tanınan Şuayb bin Muhammed bin Şuayb tarafından kurulmuştur.24 Vâkıf kısaca Ebu Medyen olarak bilinmekle birlikte vakfiyesinde “Şeyh-i sâlih Ebi Medyen Şuayb ibn Şeyh Salih Ebi Abdullah Mehmed ibn Şeyh İmâm-ı Ebi Medyen Şuayb el-Mağribî el-Osmanî el-Mâlikî” şeklinde tanımlanmıştır.  Vâkıf vakfiyesinde, Kudüs beldesi köylerinden ‘Ayn-ı Kârim köyünün gelirlerinin tamamını vakfetmiştir. Vâkıf, bu vakfın Kudüs-i Şerîf’te ikâmet eden ve Kudüs-i Şerîf’e gelen kadın erkek, küçük büyük ayrımı yapılmaksızın bütün Mağriblilere vakfetmiştir. Vâkıf ikinci olarak da, Kudüs-i Şerif’te Ümmü’l-benât Köprüsü olarak bilinen Silsile Kapısı (Bâbü’l-Silsile) sınırında bulunan “bir eyvân ve iki oda ve bir saha ve kendine mahsus bir mürtefak ve bu mürtefakın altında kemer yapılı bir mahzeni müştemil ve dört tarafının hudûdu” belli mekânı da vakfetmiştir.

Vâkıf, bu mekânın Meğâribe Mahallesi’ne gelen erkeklerin konaklaması için süknâ zâviyesi olarak vakfetmiştir. Vakfiyede özellikle, Meğâribe Mahallesi’nde misafir olan kadınların veya mahallede mukîm olan kadın ve erkeklerin söz konusu mekânda süknâ hakkının bulunmadığı belirtilmiştir. Vâkıf, zâviyenin tamir ve bakımına öncelik verilmesini şart kılmıştır. Tamirattan artan gelir ile de öncelikle Receb, Şa‘bân ve Ramazan aylarında vakfın mütevellisinin ekmek yaptırmasını ve bu ekmeği batıdan gelen ve Kudüs-i Şerif’te mukîm bulunan kadın ve erkek bütün Mağribîlere, “zâviyede tevzî‘ etmesini ve ikindi namazından sonra tevzî‘ zamânında hâzır bulunanların yedi fatiha-i şerîfe ve üç ihlâs-ı şerîf ve muavvazeteyn okuyup sevâbını Hazret-i Nebîye ve âl ve ashâbına ve etbaʻına ve vâkıfın ve bütün mensuplarının rûhlarına hediye etmelerini” şart kılmıştır.

Vâkıf ikinci olarak, Meğâribe mahallesi fakirlerine Ramazan ve Kurban bayramlarında ve mevlid-i şerîf okunduktan sonra yemek dağıtılmasını şart kılmıştır. Benzer şekilde, vâkıf garptan gelen Meğâribe mahallesinde ihtiyaç sahibi olanlara ve evvelden zâviyede mukîm bulunan Mağriblilere mütevellinin soğuktan muhâfaza edecek kisve (elbise) parası vermesini şart kılmıştır. Son olarak da, bir Mağribî vefat ettiğinde cenazesine sarf edilecek bir şeyi bulunmadığında, cenazenin yıkanmasından defnedilmesine kadar yapılması lâzım gelen şeyler ve bunları tedarik edilmesi için ihtiyaç duyulan masrafların bu vakfın gelirlerinden karşılanmasını şart kılmıştır.

Üçüncü özel bir vakıf da, Fas Kralı Ali bin Osman bin Yakub bin Abdülhak el-Marûnî tarafından 1352 tarihinde Mescid-i Aksâ’ya kendi yazmış olduğu Kur’an-ı Kerîm’i vakfetmek sûretiyle kurulmuştur. Vâkıf, Ebu Muhammed bin Abdullah bin Ebu Medyen’i vakfın mütevellisi olarak atamıştır. Mütevelliye tevdi edilen görev ise kraliyet hediyesi olan Kur’an-ı Kerim’i muhafaza etmesi ve Mescid-i Aksâ’da okumasıdır.

 

Meğâribe Camii

Harem-i Şerif sahası içerisinde bulunan Meğâribe Camii’nin, Emevîler döneminde inşa edildiği kabul edilmektedir. Caminin doğu girişindeki kitabeden Sultan Abdülaziz tarafından 1871 yılında tamir edildiği anlaşılmaktadır. Meğâribe Camii’ne ilişkin 1694 tarihli ilk atama kaydında Sunʻullah el-Halidî, kâri-i hadîs (hadis okuyucu) olarak atanmıştır. 1726 tarihli bir diğer atama kaydında ise Receb, Şaban ve Ramazan aylarında Meğâribe Camii’nde hadis ve Kur’an-ı Kerim tilâveti için Şeyh Halil atanmıştır. Bir diğer atama kaydında ise el-Kemel bin Ebi Şerif tarafından kurulan hayrî hizmetlerinin gerçekleştirileceği yer olarak Meğâribe Câmii kaydedilmiştir. Hakkında sınırlı sayıda kayıt bulunan caminin, Osmanlı Dönemi’nde de mevcudiyetinin devam ettiği gerek yapılan tamir ve bakımlar, gerekse görevli atamalarından anlaşılmaktadır.

 

Efdaliyye Medresesi

Meğâribe Mahallesi’nde, Burak duvarı sahasında bulunan Efdaliyye Medresesi, es-Sultân el-Meliku'l-Efdal Nureddin Ali b. Selahaddin el-Eyyubî (556-622/1169-1225) tarafından 1193 yılında kurulmuştur. İsmini kurucusu Melik Efdal’den alan medrese, Kudüs'te ikamet eden Mâlikî fukahâsına ve yine Kudüs'te bulunan Mağriblilere şart kılınmıştır. Kentin önemli ilim merkezlerinden olan medrese bazı kayıtlarda “Medresetü'l-Mâlikiyye el-Ma'rûf bi Kubbetü'l-Efdaliyye” olarak da anılırken bazı kayıtlarda ise “Efdaliyye Dersiyyesi” olarak adlandırılmıştır.

Vakfa 1670-1825 tarihleri arasında 6 görevli atanmıştır. İlk iki kayıtta günlük muayyen ücret ile müderris ve günlük 1 kuruş ücret ile muʻîd (yardımcısı) atamaları kaydedilmiştir. İkinci ve üçüncü atama kayıtlarında ise yarım hisse ücret ile iki câbi atanmıştır. Beşinci görevli günlük 1 akçe ile bevvâb ve ferrâş olup son görevli kaydı vakfın mütevelli ve nâzırına aittir. Hisselendirilerek yapılan görevli atamalarında hissedarların sayıca çokluğu dikkat çekicidir.

 

Fahriyye Medresesi ve Hangâhı

Sicillerde “Hangâhü'l-Medresetü'l-Fahriyye” olarak da anılan bu medrese, Kadı Fahruddin Muhammed b. Fadlullah tarafından 1331 yılında kurulmuştur. Meğâribe Camii’nin batısında bulunan bu medrese, mescidin suru içerinde yer almaktadır. Kudüs’te bulunan medrese kütüphaneleri arasında önemli bir yere sahip olan Fahriyye Medresesi Kütüphanesi de 1339 tarihinde Kadı Fahruddin tarafından kurulmuştur. Medresenin kütüphanesinde yaklaşık 10.000 cilt kitap bulunduğu belirtilmektedir. Astronomi ve diğer dini ilimlerle ilgili el yazmalarının bulunduğu koleksiyon, zamanla yok olmuştur. Fahriyye Hangâhı ise Harem-i Şerifin batı tarafında yapılmıştır. 978/1570 yılında Osmanlılar tarafından hângâhın gerekli onarımının gerçekleştirilmesi sağlanmış, bu tamirat için yirmi beş altın harcanmıştır. Hangâh, bu medresenin gelirlerine ortaktı. Medrese ve hangâhın ortak gelirlerinden bir diğeri Fahriyye çarşısıydı. Burada bulunan dükkânlar her iki müessesenin muhtelif giderleri için harcanmıştır.

 

Makâm-ı Burak Erba'în Vakfı

Burak Duvarı olarak bilinen bu yapı, Harem-i Şerifin batı duvarıdır. Bu nedenle Müslümanlar için büyük bir önem arz etmektedir. Ayrıca Hz. Peygamber, Mekke'den Kudüs'e Miraç için getirildiğinde bineği Burak'ı bu duvara bağlamıştır. Kudüs kazası vakıflarına yapılan görevli atamalarının kaydedildiği Atîk defterinde ise “Makâm-ı Burak-ı Erbaʻîn” olarak yer almış ve bu vakfa 18. yüzyılda yapılan “şeyh” atamaları kaydedilmiştir.

 

Sâdât-ı Meğâribe Vakfı

Vakıf kayıtlarında karşımıza çıkan mahalleyle ilgili bir diğer önemli yapıdır. Meğâribe Mahallesi’nde bulunan ve Hz. Peygamber’in soyundan gelenler için kurulan vakfa ait Cedîd Esâs/Şahsiyet defterinde 1790 tarihinde vakfa mütevelli ataması yapıldığı, 1860 tarihinde de mahalledeki diğer vakıflarla beraber vakfın tevliyetinin tek bir vakıf adı altında birleştirildiği kayıtlıdır.

Yukarıda bahsedilen hayrî vakıfların yanı sıra 18. yüzyıla gelinceye kadar mahalle sakinleri tarafından mahallede kurulan ve vakfiyesi tespit edilen 6 vakıftan ikisi zürrî, dördü hayrî vakıflardır. Mahallede 17. yüzyılda kurulan zürrî vakıflardan ilki Muhammed bin İsmail Beşe el-Lemedanî el-Mağribî tarafından 1612 tarihinde kurulmuş olup Ebû Medyen el-Ğavs Vakfı'na komşu Meğâribe Mahallesi’nde su kuyusu bulunan bir hakûre (sebze bahçesi) vakfedilmiştir. İkinci vakıf ise İsa bin Ahmed bin ez-Zeîm el-Mağribî tarafından 1624 tarihinde kurulmuş olup bu kez mahalle dışında Hatt-ı Merziban’da bulunan bir ev vakfedilmiştir.

Hayrî vakıflardan ilki, el-Hâce Necme binti el-Hac Mehmed el-Mağribî tarafından 1631 tarihinde kurulmuş olup vâkıfe, Meğâribe Mahallesi’nde bir ev vakfetmiştir. Vakfiyede ayrıca, vâkıfe hayatta olduğu müddetçe gerek süknâ (oturma hakkı) ve gerekse sair gelirlerinden kendisinin yararlanmasını, vefatından sonra ise sadaka-i câriye (hayrı devam eden iyilikler) olarak hayrî amaçlarla kullanılmasını şart kılmıştır. Şöyle ki; bahse konu olan ev, kiralanarak kira bedeli ile de her yıl ekmek alınmasını ve Kudüs-i Şerîf’te mukim bulunan Sâdât-ı Meğâribe fukarasına her sene Recep ayında mütevellinin uygun gördüğü kişilere verilmesini şart kılmıştır. Vâkıfe ayrıca vakfın tevliyetini hayatta oldukça kendisine, vefatından sonra Hacı Ahmed ibni merhum Abdülkadir el- Mağribî el-Râşidî’ye, ondan sonra onun evlâdına, daha sonra evlâd-ı evlâdına ve evlattan nesli tükeninceye kadar en son da evlâd-ı evlâd-ı evlâdına şart kılmıştır.

Vâkıfe, evlattan nesli tamamen kesildiğinde vakfın gelirlerinin Kudüs-i Şerîf’te bulunan Sâdât-ı Meğâribe Vakfı’na mütevelli olan kimseye verilmesini şart kılmıştır. İkinci vakıf, el-Hâce Safiye binti Abdullah el-Cezâiriyye el-Mağribiyye tarafından 1021/1612 tarihinde kurulmuş olup vâkıfe mahallenin fakirlerinin doyurulması için 350 Esedî kuruş vakfetmiştir. Üçüncü vakıf, Meryem binti Abdülkadir el-Mağribiyye tarafından 1063/ 1653 tarihinde kurulmuş olup vâkıfe Meğâribe Mahallesi’nde inşa ettirdiği evi Meğâribe mahallesi fakirlerine vakfetmiştir. Dördüncü vakıf ise el-Hac Kâsım bin el-Attavî el-Mağribî tarafından 1677 tarihinde kurulmuş olup Meğâribe Mahallesi’nde bulunan evi hayrî amaçlar için vakfetmiştir.

 

18. Yüzyılda Mahallede Yeni Kurulan Vakıflar

Yukarıda bahsedildiği üzere, Meğâribe Mahallesi’nde Eyyûbî, Memluklü ve Osmanlı dönemlerinde kurulan çok sayıda vakıf mevcuttu. 18. yüzyılda ise mahallede vakfiyesi tespit edilebilen 11 vakıf kurulmuştu. Bunların tamamı zürrî vakıflar olup, akarları bakımından oldukça mütevazıdırlar.

Osmanlı Dönemi’nde özellikle de 17. ve 18. yüzyılda mahalle sakinleri tarafından akarları, gerek mahallede gerekse mahalle dışında, yukarıda kısaca belirtilen vakıflar kurulmuştur. Söz konusu vakıfların tamamı yerel ve mütevazı vakıflardır. Vakıfların mütevazı oluşları nedeniyle mütevelli dışında herhangi başka bir görevli ataması yapılmamıştır. Tamamı zürrî vakıf niteliğinde olan söz konusu vakıfların çoğunda vakfın yönetimi ve vakıf lehtarları vâkıfın birinci derece yakınları arasından seçilmiştir. Vâkıfın nesli kesildikten sonra hayrî amaçlara hizmet etmesi şart kılınan vakıflar, en fazla Ebu Medyen el-Ğavs Vakfı, Sâdât-ı Meğâribe Vakfı ile Meğâribe fakirlerine vakfedilmiştir. Vakıfların çoğu, mahallenin önde gelen ulema sınıfı mensupları tarafından kurulmuştur.

Beytülmakdis Araştırmaları Dergisi, 2017 18. Yüzyılda Kudüs’te Meğâribe Mahallesi Vakıflarının Yönetimi ve Görevli İstihdamı Şerife Eroğlu MEMİŞ̧

( Basra Kudüs başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 24.11.2025 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu