“Ülkemin
her karışının özgür ve bağımsızlık içinde;
“bizim” diyebilmek
için, aç kalmaya razıyım…” –Ertuğrul Erdoğan-
“Ekmek Kuran çarpsın!” , “ İki
gözüm önüme aksın!” ve en çirkini de; “
Anam avradım olsun!” diyen yeminleri gündelik hayatımızda savurup dururuz… Ve “…
Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete, Atatürk ilke ve
inkılâplarına bağlı kalacağıma… “ diye devam eden milletvekili yemininde
vekiller tek ayak kaldırdı mı, bilinmez ama şu günlerde okkalı bir kriz olduğu
da ortada…
Neyse
Torinoli Şaban’la anılan ve Galatasaray’ın unutulmaz golcülerinden AKP’nin
çiçeği burnunda Milletvekili Hakan Şükür’ünde dediği gibi bu konuları
büyüklerimize bırakıp (!) biz geçenlerde
9 ncusu düzenlenen 130 ülkenin katıldığı ve birbirinden ilginç Türkçe şarkı ve
şiirlerin siyahlı–beyazlı yabancı konuklarca seslendirilen “Türkçe Olimpiyatları”ndan bahsetmek
istiyorum…
Dillerdir
toplumları kaynaştıran ve barışı kemikleştiren… En önemlisi de dünyada
insanların birbirini anlaşılırlığını sağlayan… Ütopik ama keşke tüm dillerin
oluşturduğu “Evrensel” bir dil olsa da herkes öğrenip bir Japon bir Kenyalı
veya dünyanın herhangi bir ülkesindeki insanlarla kültürel alış-verişi barış ve
dostluk adına yapabilsek…
Neyse
gelelim bizim Türkçemize… Kaçımız hakkını vererek dilimizi konuşabiliyoruz ve
kendimizi geliştirebiliyoruz? Bilmemiz gereken sözcükleri dağarcığımıza ekleyebiliyor
muyuz? Artık Türkçemizi her yerde katlediyoruz. TV’lerde “Hackerman” ve “Cool
center” diyenler, bu sözcükleri kullandıklarında daha mı kültürlü imajını
veriyorlar dersiniz?
Yerli neyimiz kaldı?
Ekonomimizi yabancılara kaptırdık! Dilimizi de… Girin Alışveriş merkezlerine,
çıktığınızda, sepetiniz yabancıların
ürünleriyle dolar! Sakın yabancı ülkelere gidemediğim diye de üzülmeyin.. Zaten
içindesiniz! Artık okullarımızda “Yerli
Malı Haftası!”da tarihe karıştı. Neyimiz kaldı okula götürmek için? Bu konuyu bir kenara bırakıp sizi eski
İran’da bir yolculuğa götüreyim; “İran Şahı 1889 yılında sergi için Avrupa’ya
gittiğinde ülke dışında siyasetine devam eden Cemalettin Afgani’ye; kafirler
arasında ömür tüketeceğine İran’a dönmesini ve ona önemli görev vereceğini ima
eder. İsterseniz Cemaleddin Afgani’yi
yakından tanıyalım. Afgani’nin adı çok
uzun. ‘ Cemaleddin El Afgani es Seyid
Muhammed İbn Safder Han’ kendisi muhalif siyasetçi ve gazeteci. Avrupa
egemenliğine karşı güçlü bir İslam uygarlığının yeniden canlandırılabileceğine
olan inancıyla 19. Yüzyıl sonlarıyla 20. Yüzyıl başlarında “Modern İslam”
hareketine öncülük etmiş bir eylemci… Aynı zamanda Panislamizm’inde
kurucularından. Çok hareketli yaşam süren Afgani Osmanlı İmp.’luğu, Mısır, Fransa,
Afganistan, Rusya, İran ve Londra’da siyasal etkinliklerde bulunmuş. Görüş ve
etkinliklerinden dolayı da birçok ülkece sınır dışı edilmiş. Hayatını da II.
Abdulhamid’in daveti ile İstanbul’da tamamlamış.
Gelelim
ülkesi için Cemaleddin’in, Şah’tan istediği koşullara; Önce Anayasa
yapılmalıydı, ardından seçimler olmalı ve uygar ülkelerde olduğu gibi yasa
karşısında herkes eşit olmalı ayrıca yabancı devletlere verilen aşırı ödünler
de kaldırılmalıydı.
Hangi
ödünlerdi bunlar?
İran’da
yol yapma tekeli ile Askeri eğitim Ruslarda,
İngilizlerde,
maden ve orman işletmesi ile Bankacılık Sistemleri,
Avusturyalılarda,
Posta İşletmeciliği yönetiliyordu… Cemaleddin Afgani, mutlakıyetçiliğe son
verilerek yabancılara verilen ödünlerin kaldırılmasını isterken, ret
edileceğini de biliyordu ancak Şah’ın istediklerini kabul ederek modernleştirme
vaadi ile ülkesine geri döner. Geldiğinde, Anayasa için Din Adamları; bunun
Tanrı Yasası’na aykırı olacağını, yabancılara verilen ödünlerin kaldırılması
bir yana para sıkıntısından yeni ödünlerin verildiğini görür. Bir İngiliz
şirketine 15 bin sterlin karşılığında İran’ın tütünü, iç ve dış satım hakkı ile
birlikte satılır. Cemaleddin, Şah’la
ters düşüp tekrar ülke dışına çıkıp mücadelesini tekrar verir, son nefesini de İstanbul’da teslim eder.
Mezarı ise Afganistan’dadır.
Evet,
biz ne yaptık? Cumhuriyet döneminde
seferberlik hamlesi ile geliştirdiğimiz kurumlarımızın birçoğunu değerinin de
altında yabancılara sattık ve hala da satmaya devam ediyoruz. Bir çok kulübe milyon dolarlarla sponsor olan
(verdiği paraları tekrar bizden söğüşleyerek alan) Türk Telekom’un % 55’i, 26 Temmuz 2006’da; 6 milyar 550 milyon dolara ölmüş eşek
fiyatına Araplara satıldı.
Cemaleddin
çok ayıp ettin!
Bizler
“Yerli Malı Haftası”nı tarihin derinliklerine gömdük ama 26 yılda 42 milyar 33
milyon 904 bin 15 doları da reklam vs gibi giderleri düştükten sonra hazineye
aktardık! Hazinemiz milyar dolarlarla
doldu taştı hamdolsun! Ve daha ülkemin el değmemiş birçok ormanı, arazisi,
çılgın proje ile oluşturulacak kanalı, çift yönlü otoyollarıyla köprüleri var.
Bitti mi? Devlet okulları ve hastanelerimiz de sırada… Şükürler olsun atalarımız ne güzel bir ülke
kurtarmış, sat sat bitmiyor!
“Yağ
satarım bal satarım!
Ustam ölmüş ben satarım!
Ustamın kürkü sarıdır!
Satsam 15 liradır!... “
Ülkemin
vatandaşının 200 milyar TL bankalara kredi borcu var. Birçoğu da yabancılara
sattığımız bankalara ait…
Sahi
unuttuk Milli Piyango İdaresi’de satılacaklar sırasında…
Şans
topu, On numara, Sayısal ve Süper Loto
ve İddia; devirleriyle sizi bekliyor!…
“Büyük
ikramiye size de çıkabilir!”, Ne diyelim, bize de “BOL ŞANSLAR” dilemek
kalıyor!…
“Deveye
dikeni, insana seveni yaraşır (mış) !…”
Allah yardımcınız olsun!...
Sevgilerimle…
Ertuğrul
Erdoğan
3
Temmuz 2011/Bursa