Bizim
politikacılara baktığınızda bu davranışlar garip geldi değil mi? Ülkemizdeki
bazı politikacılar halkın önünde tartışmaktan, özel sorulardan biraz
tırsıyorlar ve çeşitli bahanelerle ekrana çıkmaktan, deyim yerindeyse;
“kaçıyorlar… “
Neyse Sayın Başbakanımız da 61.
Hükümetin ilk gezisini Yavru vatan Kıbrıs’a yaptı. Orada yaptığı konuşmalarda
hiç de fena değildi. Özellikle iki devletin varlığını dünyaya duyurması ve
taviz vermez tavrıyla AB ‘ye uyarı mesajlarını destekliyorum. Ancak Türkiye’de
hangi düğüne gitse; gelin ve damada
yaptığı “Üç çocuk istiyorum”
uyarısına zam yaparak Kıbrıslılardan
“DÖRT ÇOCUK” istemesini yadırgadım!…
Bende; “Siyasiler neden nüfus kalabalığını ister?” diye kendi kendime
sordum. Ve konuyu bu çerçevede araştırmak istedim. Gelişmemiş, az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerde nüfus çoğunluğunun olumlu tarafları; üretimin ve vergilerin artması,
mal ve hizmetlere artan talepler, yeni endüstri dallarının doğması, işçi
ücretlerinin ucuzlaması ile ihracatta rekabetin kolaylaşması gibi kavramları
buluyorum. Birde olumsuz yönlerine baktım; İşsizlik artıyor, kalkınma hızı
düşüyor, kişilerin milli geliri ve tasarrufları azalıyor, bu arada tüketim
artıyor, iç ve dış göç yükseliyor, insanların temel ihtiyaçlarının karşılanması
zorlaşıyor, ihracat azalıyor, yatırımlar artıyor, çevre kirlenmesi hızlanıyor
ve Belediye hizmetleri de zorlaşıyor…
Evet, yukarıda olumlu ve olumsuz
görüşlere göre sizce Sayın Başbakanımız; “Neden üç çocuk istiyor?” İstiyor ama neden istediğinin gerekçesini bir
türlü açıklamadı veya söyledi ben kaçırdım…
Gelin birde gelişmiş gözüyle baktığımız
Avrupa’nın nüfus yapısına bir göz atalım; Finlandiya yani eğitimde dünyada
birinci ülkenin nüfusu 5,3 milyon yüz ölçümü ise 337 bin 030 kilometre. Yani
ülkemizin yarısından çok az küçük. KM kareye de 16 kişiyle en seyrek ülke…
Almanya ise göç alan bir ülke olarak 83 milyon nüfus ve 357.021 km yüzölçümü
ile KM kareye 231 kişiyle en yoğun nüfusa sahip ülke… İsveç, Letonya ve
Estonya’da nüfus yoğunluğu az olan ülkelerden…
Bizde nasıl diye merak ettiniz değil
mi? 13 milyon’a yaklaşan nüfusuyla bir çok ülkeyi geride bırakan ve göç üstüne
göç alan İstanbul’umuzda KM kareye tam 2
bin 551 kişi düşüyor.. Şükürler olsun ki ülke olarak KM kareye 99 kişi
düşürüyoruz!.. Nerdeyse Fransa’yla eşit… Yalnız, Eğitim, Sosyalleşme,
Demokratikleşme, Özgür Basın ve Ekonomik alanlarda kıyaslama yapmayalım… Bu
konuda sınıfta kalırız!...
Değerli okurum, daldan dala atlamayı
pek sevmem ama aşağıda okuyacağınız küçük öykülerin, bir ülkenin nüfus
yoğunluğu ile ilgisi var mı yok mu, Sayın Başbakan’ın söylediği gibi her aileye
“ÜÇ ÇOCUK” gerekli mi, gereksiz mi? Onu
da sizlerin takdirlerine bırakıyorum;
Varan 1
“Yeter artık evi ve seni terk ediyorum!
İş yok! Aş yok! Seni geçindiremiyorum!
Anladın mı?” 21 yaşında bir çocuk annesi Ceylan kahverengi gözlerinin umut
beklentisiyle kocasına korkak ve yumuşak ses tonuyla; “ Sabretsek…” Adam daha da hiddetlenerek; “Nereye kadar?
Söyle! Tıkandım artık! Anlamıyor musun?” Dış kapı hızla kapandığında Ceylan
umutsuzca olduğu yere yığılıp kalıyor. Gözyaşları eteğinde düştükçe daire
yaparak büyüyordu… Baba evine gitmek ölümdü… Cumhuriyet Savcılığı’na
giderek ‘Kadın Sığınma Evi’ ni tercih
etti. Savcılık kadını Kaymakamlığa yönlendirdiğinde Ceylan ürker… Artık küçük
oğlu ile sokaklarda tek başınadır. Nereye gideceğini bilemeden otogarda
amcasına yakalanır. Eve getirildiğinde Ceylan’ın babası bir boğa gibi
kızgındır. Hicri ailesini toplanır ve Ceylan için ölüm fermanını verilir.
Tetikçi ise evin en küçük oğlu seçildiğinde, odaya kapatılan Ceylan’ın üzerine
salınır. Diz çöken Ceylan, gözü dönmüş kin ve nefret kusan mermiyle gözleri
açık olduğu yere yığılır…
Varan 2
Odanın içinde bağrışmalar kesilmiyordu… İşsiz sevgili kadının
kafasına kafasına cinneti boşalırcasına vuruyordu… Kadın yüzü, gözü mor içinde
artık bitapça yere düştüğünde baygındı. Ağzı burnu kan içinde yüzü
tanınmıyordu. Adam, bayılan kadını gecenin karanlığından yararlanıp arabasının
koltuğuna uzattı. Çevresine baktı, kimseler yoktu. Cesaretlenip otobüs
durağında kadını boylu boyunca banka yerleştirip, hızla uzaklaştı…
Kadın günün yeni ışıklarıyla fark edildiğinde yüzündeki kan
kurumuştu… Apar topar acile getirildiğinde canı çekilmiş ve hayatı tehlikesi
“SOS” veriyordu. Dört gün aç ve susuzluktan böbrekleri de iflasın
eşiğindeydi. Hırsızlıktan sabıkalı ve
boyun ve vücudunda yara izleri olan adam ise şimdilerde tutuklu, kadın ise
yaşam savaşındaydı…
Varan 3
Adam hiddetle karısına bağırıyordu… Söyle bu saate kadar
nerelerdeydin! Kiminleydin çabuk söyle!” Kadın dakikalarca sallanan vücudunun
bir ara durmasıyla;
“
Sen delirdin mi be adam! Kıskançlığında fazla olmaya başladı! Ne adamı, ben evimin
ekmek derdindeyim!” Adamın öfkesi gözlerinden fırlamıştı. Kadına; “Dizlerine
iki mermi sıkarım, ömür boyu sakat kalırsın!”
Korkan kadın evden çıkmaya çalıştığında adam daha önce davranıp, önceden
hazırladığı eteri, karısına koklatmaya çalıştı.
Çocuğunun “Baba Yapma!” diye bağırmasına rağmen karısının boğazını
sıkmaya devam ediyordu. Kadın bir çırpıda kurtulmuştu. Adam köşedeki bidonu
alıp kadının üstünden aşağıya doğru dökmeye başladığında çocukta kezzabın
ateşinden yanıyordu… Serbest bırakılan adamdan korkan kadın ise adliyeye
müracaat ederek kaderini beklemeye başladı…
Aile
içi şiddet ülkemizde gün geçtikçe çoğalmaya başladı. Ankara’da 1 günde 15 olay…
Ve 6 ayda 130 kadın cinayete kurban gitti…
Başbakan “ÜÇ ÇOCUK “ Yapın diyor… Avrupa ve dünyayı sallayan ekonomik kriz ise
kapıya dayandı… Sizde Sayın
Başbakan’ın “Üç çocuk” talebine
katılanlardan mısınız? Yanıtınız evetse, o zaman “Durmak yok, cinayetlere devam…”
Aslında atalarımız ne söylemişse, doğru söylemiş; “Nerede çokluk orada bokluk”… diye…
Sevgilerimle,
Ertuğrul
Erdoğan