Kölelikten Sultanlığa - 2
Değerli Kızım;
Bu mektupta kaldığım yerden yazamaya devam edeceğim. Kölelikten sultanlığa giden yolun ne çileleri, ne zorluk ve imtihanları vardır. Bilemezsin… Allah’a köle olanlar, en asude sultanların ta kendileridir.
…
Diğer yanda Züleyha bir hükümdar kızı… Nazik mi nazik, güzel mi güzel, imkân mı imkân sahibi… Sarayın sevincesi, neşesi, şakıyan bülbülüdür. Birkaç kezdir rüyasında güneş gibi gördüğü, görür görmez gönül verdiği gence âşık oluverinceye kadar… İlahi kader tecelliye sebepler halk etmekte, arada binlerce kilo metre mesafe olsa da birleşmeye, buluşmaya namzet olaylara gebe…
Züleyha’nın rüyasında gördüğü genç, hayaline düştükçe yemekten, içmekten, gülmekten ve uyumaktan kesilir, bir hayale döner Züleyha… Sarayın gül bahçelerinin en kuytu yerlerinde gezinmekte, sevdiğinin hayaliyle konuşmaktadır. Günden güne zayıflamakta, yemek içmekten kesilmektedir. Ayın on dördü iken, hilale dönmektedir. Dadısının nasihatleri asla kar etmemektedir Züleyha’yı sevdasından döndürmeye…
Günler su gibi geçmekte, uykusunda, rüyalarla onunla konuşmak istemekte, onun kim ve nerede olduğunu bilmek arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Adını ve sanını bilmediği genç rüyasında “… Eğer bana âşıksan ve aşkında sadıksan beni bekle… Sabredersen sevenlerden olursun” diyordu. Uyandığında yüreği göğsüne sığmaz oldu.
Hükümdar olan babası çareler aradı, hekimler getirttirdi. Babası çaresiz kalınca, biricik kızını zincire vurdurup bir odaya hapsettirdi. Yüreğini aşka, ayaklarını zincire kaptırmıştır Züleyha…
Üçüncü kez gördü onu rüyasında… Ona yalvardı. Adını sanını sordu. O ay yüzlü insan “Kenan güneşiyim. Mısır’ın aziziyim,” dedi ve yine kayboldu. “Dosttan haber aldım” deyince serbest bırakıldı ve saraya tekrar neşe geldi… Sıhhatine yeniden kavuştu.
Uzak, yakın birçok ülkenin kralı Züleyha’ya talipli oldu. Gelen gidenin hesabı yokken, gelenlerin arasında Mısır’ın azizi yoktu aralarında… Hükümdarlar onurlarının kırılması pahasına da olsa, Züleyha’nın ret kararına isteksizce de olsa saygı gösterdiler.
Züleyha “ Ey felek sana ne ettim, beni bu hale soktun? Gelenler arasında Mısır azizi de olsa ne iyi olurdu?” sözünü işiten babası el altından Mısır azizine kızına talip olması için mektup yazdı. Kralların hayal kırıklığı içinde bir netice alamadan dönmelerini duyduğundan hayret ve şaşkınlığı bir kat daha arttı.
Mısır azizi Züleyha’nın sarayında izzet ve ikram içinde ağırlanırken uzaktan onu gördü. “Hayır, hayır… Rüyamda gördüğüm, yolunda ömrümü verdiğim bu olamaz… Gül beklerken nasibim diken olamaz…” diyerek gözyaşları içinde kendini kaybetti…
Baygınlıkla aygınlık arasında tekrar onu gördü. “Ey Züleyha sabreyle… Aşk demirden bir leblebi gibidir, âşık olmak kolay olsaydı, herkes âşık olurdu. Ağlayıp feryat etme… Seni bana getirecek olanı kapından reddetme…” diyordu.
Züleyha tereddütler içinde kalmıştı. Bu nasıl olacaktı? Neden olaylar bir başka şeklide seyrediyordu? Neden sevdiğiyle değil de, bir başkasıyla evlenmek zorunda kalıyordu? Soruların ardı arkası kesilmiyordu. O ay yüzlü insana yürekten inanıyordu. Züleyha çaresizlikler içinde Mısır aziziyle evlenmeyi kabul etti ve çok şatafatlı bir düğünle Mısır’a gelin gitti.
Gerdek gecesine hazırlıklar yapıldı. İktidarsızlık illetine musallat olan Aziz’in Züleyha’dan murat almasını engelledi. Bu evlilikleri sözde kaldı. Züleyha onun iktidarsızlığını ne yüzüne vurdu, ne de başkasına söyledi. Hatta işine bile geldi… Onun bu asil duruşu Azizi daha da hürmetkâr yapıp kendine bağladı. Züleyha hasta olacak olsa, Mısır azizi can çekişir, gülse yüzünde güller açardı.
…
Kader ağını örmeye devam ediyordu. Bir bahaneyle Züleyha’yı mağripten Mısır’a getiren güç, Yusuf’u da Mısır’a sürüklüyordu. Kervancı Mısır’a gelmiş, mallarını satmış, sıra Yusuf’un köle olarak satışına gelmişti ama bir türlü onu satın almaya gücü yeten çıkmamıştı.
Onu görenler “Alsa alsa ancak Mısır’ın azizinin gücü yeter” diyorlardı. Züleyha’nın güzelliği Mısır’da dillere destandı. Mısır’da satılan en güzel köle de onun olmalıydı. Yusuf’un güzelliğinin şanını Mısır’da duymayan kalmamıştı. Züleyha’yı da bir merak salmıştı.
Züleyha tüm saraylı ihtişamı içinde esir pazarına geldi ve kimsenin güç yetiremediği köle Yusuf’a baktı. Onu görünce aklı başından gitti. Bir ah çekerek yere yıkıldı. Bakışı Yusuf’ta, bedeni yerde kaldı Züleyha’nın…
Durumu gören aziz, kıskançlığından köleyi almaktan vazgeçmek istedi. Züleyha ayıkınca “Onu belki evlat ediniriz” diyerek Yusuf’u almaya Aziz’i ikna etti. Yusuf’un ağırlığınca altın verilerek, şahitler tutularak, sözleşme imzalanarak satın alındı. Yusuf’un boynuna “Züleyha’nın kölesi Yusuf” levhası asıldı.
Yusuf’u satan kervancı, içindeki endişeyi ve merakı bir türlü yenememişti. Yusuf gerçekten bir köle miydi? Onu satanlar yalan mı söylemişlerdi? Kervan yolculuğu boyunca asla bir köle gibi davranmamış, asil duruşu, doğru görüşlü, kanaatkâr ve iyi huylu olarak görmüştü.
Son anda da olsa merakını gidermek için Yusuf’la baş başa görüşmek için Aziz’den izin istedi. Yusuf’la perde gerisinde baş başa kaldığında “Gerçekten sen Yakup oğullarının kölesi miydin?” diye sordu kervancı… Yusuf da “Kimseye söylemeyeceğine yemin edersen, sana gerçeği söylerim,” dedi. Yusuf kısaca başından geçenleri anlattı.
Kervancı nara atarak bayıldı. Ayılınca Yusuf’un kendini affetmesi için yalvardı. “Beni mazur gör… Beni affet ey nebi oğlu nebi…” diyerek. Kervancı başı bu alış verişten vazgeçmek istediyse de aziz bunu kabul etmedi. Züleyha hala kendini rüya görüyor zannediyordu. Sevdiğine kavuştuğu için gönlü neşeyle dolmuştu.
Yusuf için ana yok, baba yok, kardeş yoktu. Her yer, her şey yabancıydı burada… Kervancı görüşmelerinde Yusuf’a verdiği sözü yerine getirmek için gidişinde Kenan iline uğramış, gördüklerini anlatmış, Yakup (as) ah çekip bayılmış, kervancı mahcup ve üzgün oradan uzaklaşıvermişti.
…
Günler ve aylar su gibi gelip geçiyordu. Yusuf’a babasından bir haber gelmedi. Bülbüllerin âşık olduğu, her seher yelinin onun eşiğini yaladığı, güneşin onun ayaklarına yüz sürdüğü birine Züleyha nasıl âşık olmasın, yüreği nasıl dayansındı. Yusuf’un adı anılsa Züleyha’nın yüreği titrerdi. Ne makam, ne şöhret, ne köşk ve saray umurundaydı. Ne var ki Yusuf ona yasaktı. Zahirde evli, sözde eşi ve bir de evi vardı Züleyha’nın…
Yusuf bir köleydi. Yusuf suskun, Yusuf durgundu. Yusuf haddini biliyor, Allah’tan korkuyordu. Ekmeğini yediği efendisine ihanet edemezdi. Evli birine gönül ve ümit veremezdi. Çocukluğundan beri yanında olan dadısı Züleyha’ya acıyordu.
“Yüzün neden gülmüyor?” dediğinde, dadısının yüzüne bakıp; “Rüyamda görüp gönül verdiğim, kendisine ulaşmak için her türlü çileye katlandığım, zincirlere vurulup zindanlara atıldığım Yusuf yanı başımda… Günler ve aylar geçiyor yüzüme bile bakmıyor. Sultanlar bile önümde köle olurken, ben bir kölenin kölesi olmaya çalışıyorum. Kölem yüzüme bile bakmıyor,” şeklinde içinin kan ağladığını anlatan alevli sözler anlatıyordu. Zorla güzellik olmadığını biliyordu.
Dadısı gün doğmadan bir kahvaltı hazırlayarak Yusuf’u kahvaltıya çağırdı. Kahvaltı yaparken bir yandan Dadı’nın Züleyha’yla ilgili anlattıklarını dinliyordu.
“İnandığın dinde garibanı sevindirmek sevap değil midir? Seni yaratanın güzel hakkı için Züleyha’ya iyilik yapsan, dediklerini yapıp gönlünü eğlendirsen ne kaybedersin? Senin için zincirlere vurulup zindanlara atıldı.
Bu evliliği bile sana ulaşmak ümidiyle kabul etti. Senin yanındayken sana hasret… Söyle bu acıya kim dayanabilir? Seni anmaktan, seni hayal etmekten hayale döndü. Ona görünsen, yüzüne bakıp tebessüm etsen, izzetinden ümitlensen, güzelliğinden ne eksilir?”
Km-140208