Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -4
MEVLÂNA�NIN EGİTİM DÜNYASI
Mevlâna Doğu-İslâm kültür
coğrafyasının sahip olduğu eğitim sistemi ve unsurlarından üst derecede
yararlanmış özgün bir öğrencidir. Ailenin hayatında medreseler bir nevi
ikinci evleri konumundadır. Bu coğrafyaya has Kur�an okuma başta olmak
üzere asgari bir medrese eğitimi alarak çocukluğunu geçirmiştir. Doğduğu
Belh ve uzun göç serüveni sırasında neleri, nasıl öğrendiğini açıkça
bilememekteyiz. Ancak babası ile olan eğitim ilişkisinin kesintisiz
devam ettiği muhakkaktır. Büyük bir coğrafyayı gezmiş olması, kültür
dünyasını hadsiz zenginleştirdiği de bir gerçektir.
Mevlâna�nın
eğitim dünyasında babasından sonra ilk hocası olduğu tarihi kaynaklarca
da sabit olan Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizi�dir. Mevlâna�nın ilk
hocası ve Türk Tasavvuf ve Kültür hayatında önemli bir yer işgal eden
evliyadan Seyyid Burhaneddin 1165 yılında Tirmiz�de doğmuştur. Gizli
bilgilere aşinalığından dolayı �muhakkik� birçok sırları çözdüğü için
�sırdan� lakaplarını almıştır. Baba Veled�in mürididir. Oldukça cezbeli
olan Tirmiz, Mevlâna ailesinin ayrılışından sonra Tirmiz�de inzivaya
çekilir. Denir ki, Baba Veled�in 24 Şubatın 1230 yılında ölümü O�na ayan
olmuştur. Bir çağrı aldığı rivayette: �Burhaneddin! Nasıl olurda bizim
hüdavendigarın yanına gitmiyor O�nu yalnız bırakıyor.� denmektedir.
Kırk
gün süren yol hazırlığı sonucu, bir yıl sonra gelir. Önce hocasının
mezarını ziyaret eder. Karaman�da bulunan Mevlâna�ya bir mektupla
çağrıda bulunur. Mevlâna icabet eder ve �Şincar� mescidinde
karşılaşırlar. Mevlâna�nın ağzından şu sözcükler dökülür.
�İşte uzun ömrüm geldi
Babamın yadigarı geldi
Şahların sultanı geldi
Hazinelerin gizlisi geldi
Cihanların canı geldi�
Baba
Veled in emri üzerine Konya�ya geldiğini ve kendisinin ilmü kemallerine
hizmet edeceğini Mevlâna�ya bildirir. Önce Mevlâna�yı sıkı bir sınava
tabi tutar. Aldığı dolgun cevaplardan memnun kalır. Bu eğitim süresi
dokuz yıldır. Tirmiz�in mürşit olması nedeni ile Mevlâna�nın �hal�
eğitimi, iç dizaynıyla, tecelli sırlarının keşfi ile ilgili tasavvufi
eğitim verdiği anlaşılmaktadır. Mevlâna ilim ve kemale erişini Seyyid
Burhaneddin ile tamamlar. Artık vereceği bir şey olmadığını beyanla
Kayseri�ye gideceğini Mevlâna�ya bildirir. Mevlâna�nın karşı çıkması
üzerine Seyyid; �Buraya kuvvetli bir aslan yöneldi, senin asıl mürşidin
olan Şems�i Tebrizi Konya�ya gelmek üzeredir. Fakat bende bir aslanım;
bir postta iki aslan oturmaz, ola ki kavga eder, seni müşkül durumda
bırakırız.� Diyerek müsaade alır ve Kayseri�ye gider. Seyyid�i soranlara
devamlı Mevlâna:
�Hüve fi beldetin min biladır rûm
Memba ulirfanı velulum�
(Yani o Rum memleketlerinden bir beldedir ki, o memleket, ilim, irfan membaıdır...) O belde Kayseri�dir.
Seyyid
için Sühreverdi derki; �O mana incileri ile Muhammed Hazretlerinin
hakikat sırlarıyla dolu, apaçık, fakat son derecede gizli ve çok dalgalı
bir denizdir. Zannetmiyorum ki dünyada, Mevlâna Celaleddin�den başka
biri O�nun hakikatına ulaşsın ve O�nu anlasın.�
Anlıyoruz ki, Seyyid
Burhaneddin�de nece hal varsa Mevlâna olduğu gibi alıp kendi dünyasına
katmıştır. Daha da büyüyen iç dünyası Seyyid�i de kuşatacak güce çoktan
ulaşmıştır. Mevlâna, oldukça insani davranış olan kadirşinaslık
göstererek hocasını birkaç kez ziyaret etmiştir. Bir Şam dönüşünde de
yine Kayseri�ye uğrayan Mevlâna�yı burada; Başta Emir Sahip Şemsettin
İsfehani olmak üzere, bütün devlet erkanı, din ve ilim adamlarının
katıldığı büyük bir törenle karşılamıştır. Burhaneddin Mevlâna�ya
;�Tanrıya hamd ve minnet olsun ki, bütün zahir ilimlerde babandan yüz
misli ilerdesin, fakat ledün ilminin incilerini de açıklaman için batın
ilimlerine de dalmanı istiyorum. Benim arzum, yedi gün uzlete
girmendir. Mevlâna bunu azımsayarak kırk gün olsun der, Seyyid�in
hazırlattığı hücrede halvete oturur. Hücreden çıktığında, huşu ve
mestlikten gözleri dalga dalga ilmi bir denize dönen Mevlâna�yı
hararetle bağrına basar. Seyyid bir itirafta da bulunur.� Benim, O�nun
üzerinde hakkım vardır. Ancak O�nun benim üzerimde hakkı, benimkinin
binlerce mislidir.� der. Bu ilişkiyi şöyle anlamamız mümkündür; ulu bir
denize coşkun bir deryanın katılarak, onu daha ululaması anlamındadır.
Ulu olanı heybetli hale dönüştürmek. Yalnız Seyyid�in enteresan bir
tasnifide vardır; � Ben şeyhim Sultan�ül Ülema�dan iki nasibe ulaştım,
biri sözde fesahat, öbürü halde güzellik. Mevlâna hal sahibi olduğundan
sözümü ona verdim. Halimi ise Konya�lı Kuyumcu Selahaddin�e bağışladım.�
demiştir.
Seyyid�in bu son açıklamasını doğru kabul edersek,
yukarıda yaptığımız � Hal ilmini Seyyid�den öğrenmiştir.� Açıklamamız
sekteye uğrar. O zaman hal ilmini değil kâl ilmini öğrettiğini
kabullenmemiz gerekir. Öyle de demiyor. Mevlâna zaten hal sahibiydi,
diyor. O zaman Seyyid�in O�nu çileye sokması da sekteye uğrayacaktır.
Kanaatimce; seyyid Mevlâna�yı hem hal ilmi, hem kal ilmi hakkında
doyasıya bilgilendirmiştir. Yani nesi varsa vermiştir. Ancak Mevlâna
�nın Şemsi Tebrizi�nin gidişi sonrası Kuyumcu Selahaddin�e yüklediği
aşırı değer, sonradan bu açıklamanın icadına yol açmıştır,
kanaatindeyim. Esasa uygun olan yaptım geniş açıklamadır.
Seyyid
Burhaneddin 1246 yılında Kayseri�de ölür. Haber Mevlâna�ya bir mektupla
bildirilir. Zamanın ulu veziri Sahip Şemsettin, Mevlâna�yı her zaman
olduğu gibi karşılar, Seyyid�in kabri ziyaret edilir, bu ziyarette
Seyyid�in bütün kitapları ve eşyaları Mevlan�ya teslim edilmiştir.
Bu
kitaplarla birlikte Konya�ya dönen Mevlâna, ömrü boyunca onları okumuş,
bilhassa sağlığında feyz aldığı üstadının �makalat� ya da �maarif�
isimli eserinden oldukça istifade etmiştir.
Kayseri�de 1976-1979
yılları arasında görev yaptığım sırada Seyyid�in kabrini ziyaret
etmiştim. Hatta ilk gidişimde türbedar da görmedim kapıyı açıp yalnız
başıma girmiş, gençliğin verdiği heyecanla da ortamında loş olması
nedeniyle korkmuştum. Talas Caddesi, Gültepe Parkında bulunan mezarı,
biraz toprak seviyesinin altındadır. Birde hatırladığım birçok mezarla
birlik, Hz. Ali�nin yirmi altıncı göbekten bir torununun da sandukasının
bulunduğu.
Anlaşılan o ki, Seyyid Burhaneddin�le Mevlâna�nın
ilişkisi sadece eğitim bazında değil, baba dostluğu, hoca-öğrenci
ilişkisi, mürşit-mürit ilişkisi, ayrıca birebir dost ilişkisinin kurduğu
manevi bir lezzet dünyasından oluşmaktadır.
Mevlâna Doğu-İslâm
terbiye kuralları ile büyümüş-büyütülmüş. Büyüklere saygı küçüklere
sevgi, düşkünlere yardım ve şefkat, otoriteye saygı gibi, günlük hayatı
kuşatan kurallar manzumesi Mevlâna�nın da günlüğüdür. Bu etkin çevre
koşullarında yetişen insanın bir anda toplumu hiçe sayması, görmezlikten
gelmesi, mümkün olamaz. Zaman içinde toplumla ya uzlaşacak, yada
mücadeleye girişecektir. Mevlâna�nın o kıvama gelmesini Seyyid
Burhaneddin sağlamıştı. Seyyid�le ilk karşılaşan Mevlâna zaten boş
değildir. İyi bir vaizdir. Bir tarikat kurmak için yola çıkmamış olsa da
zamanı itibariyle sufilikten haberdardır.
Seyyid�in yaptığı
kapıları aralamaktan ibarettir. Zaten yola revan biridir. Ancak
Seyyid�in uyarıları sonucu ciddi olarak sufilik yoluna girdiği de bir
gerçektir. Bundan sonraki ruhunda akıp gelen nehrin kaynakları ve
varacağı ummanların ardına düşmek olmuştur. Sufilik yolunda bayağı
mesafe alır. Bu arada Halep ve Şam�a ziyaretler gerçekleştirir. Halep�te
devrin hanefi fakihlerinden Kemaleddin İbnül Adim�in müderrisi olduğu
Haleviye Medresesine gittiği, iki yıl kaldığı, sonra Moğol İstilasından
kaçan alimlerin sığınak yeri olan Şam�a gider. Burada mukaddime
medresesinde kaldığı, dört yıl içerisinde Muhiyiddin Arabi�nin
eserlerini incelediği anlaşılmaktadır.
Denir ki, Mevlâna�nın hal
yolunda ilk tutunduğu iri dal olan Seyyid Burhaneddin ölünce yalnız
kalır. Altun-aba medresesinde derslerine, vaaz ve nasihatlarına devam
eder. Etrafındaki halkın genişlemesine inat, içindeki yalnızlığı
büyümektedir. Mevlâna gibi bir dost delisine, bu durumun çok ağır
geldiği muhakkaktır. Bu durum Mevlâna�nın iç yürüyüşüne yoğunluklu
olarak başladığı dönemdir, diyebiliriz. Pek çok hali bu zaman aralığında
fark etmiş olması mümkündür. Ayrıca bu yalnızlığın ebedi özlemini de
artırdığı tabiidir ki, bu noktada karşısına Melikdat oğlu Ali�nin oğlu
Azeri Türklerinden Şems-i Tebriz-i ( Tebrizli Şemsettin ) hasret ve
susuzluğunu gidermek üzere karşısına çıkacaktır. Mevlâna�nın bütün ruh
burkuntularına çare olduğu anlaşılan bu adamın hayatı da hali kadar
sisli ve ağdalıdır. Gerçeği Mevlâna ve Hak bilmektedir. Mevlâna�nın
hayatında çok önemli olmasına karşın, hakkında en az bilgi sahibi
olduğumuz adam. Mevlâna�nın hayatında sanki kurmaca bir senaryonun baş
aktörüdür. Mevlâna�nın yalvarış ve yakarışlarına baktığımızda Tebrizli
Şems�i çok önemsemek durumundayız. Çünkü Mevlâna çok önemsemiştir.
Tebrizli
Şems söz konusu olduğunda, Mevlâna�nın hayatında gözümüzü oluştan çok
içe yöneltmek durumundayız. Şems bir içmimardır. Gözlerimizi Mevlâna�nın
anlayamadığımız ta içine çevirmeliyiz.
Şems, İsmaili bir aileden
gelmektedir. Mevlâna�dan yirmiiki yaş büyüktür. Tasavvuf eğitimini
sepet örücüsü Ebubekir Zembil Baf�tan aldığı bilinmektedir. Birçok şeyh-
mürit ilişkisinde olduğu gibi, bazen şeyh, müridi taşıyamayacağı
kanaatiyle müridine yol verir, bazen de mürit tatmin olamaz ve kopar.
Şems�in hayatında da ikinci durum gerçekleşmiştir. Şems şeyhinden
ayrılmıştır. Büyük potansiyeli O�nu şeyhinden değil, şeyhlerden
koparmıştır. Buradan bize bir şey kalmaz. Mevlâna ile Şemsin arasındaki
buluşmadan da �Makalat� diye bilinen konuşmalardan başka elimizde bir
şey kalmamaktadır. Birde Mevlâna�nın yüreğimizi yaralayan acı feryadı...
Bana
göre Şems sanki müşahhas bir varlık değildir. O şimşek gibi çakan ve
yakan kavurucu bir yeldir. Bu çakışla Mevlâna�nın içini, dışını yıkar,
aydınlatır ve gider. Veya bir çok kaynaktan beslenen umman gibi,
Mevlâna�nın çok renkli ummanını, gür ve coşkun suyuyla kuşatır ve
kaynağı tek renge boyayıverir. Artık sular yoktur, sadece su vardır.
O�da Şems�in özsuyudur. Mevlâna şemsin sağladığı bu teke indirgenme
operasyonu sonucu tek şey görür. Gözünü, gönlünü bir noktaya mıhlar. Bu
ruh sarhoşluğu ile eşyadan ve çevresinden kopar. Bu velilik boyutundan
farklı bir anlamlandırmadır. Bu gayrıları ve ayrıları bitiren bir
anlamlanma, aşma... O şahsilikten koparak, şahsiliği ile bütünde varolan
bir� bileşkelik � durumu. Bu durumu önce Şems�te görür ve çarpılır. Bu
çarpılma sonucudur ki, Mevlâna da olanı kazanma feryadına dönüşür. Şems
sırların sırrı, aydınlanmanın nurudur, derken bunu anlıyoruz. Mevlâna
burada bir kişilikten söz etmektedir. Varın içinde bütünleşmiş ama, fark
edilir bir vardan bahseder. Öyledir ki her şeyini feda ettiği aşkında
ötesinde bir şey. Yaratıcı hakikatten ayrı gayrı olmayan, ancak o
olmayan bir şey. Bu farkında olmayla başlayan bilme, görme duyma işi.
Bir büyüğüm kulluğu bilme işi demişti. Bana bir takvim yaprağını
uzatarak oku dedi. Okudum. � Arardım Mevla�yı buldum ise ne oldu?� �
Yine dediler ki ; insan yolda bir çakmak bulsa sevinir, insan Mevla�yı
bulurda bir şey olmaz mı?� Yüzüme baktı olur elbet dedi. Sonra rahatsız
olduğu için göremediği bir mekanı bana sorarak, inşa edilmekte olan bir
göleti görüp, göremediğimi ve ne şekilde olduğunu sordu. Anlattı.
�Dediler ki bizim Hayrettin yalan söylemez. Madem orada öyle bir gölet
vardır, o halde doğrudur. Yine dedi ki ancak ben görmedim. Sana itimat
ediyorum.� İşte bu bizim itimatla oluşturduğumuz iman. Ancak Yunus senin
göleti gördüğün gibi bilmiş ve görmüştür. Gördüğü Mevla�nın hakikat
Allah olduğu, kendisinin de hakikaten bir kul olduğu gerçeğidir. El
yordamları aradan kaldırılarak bilme ve görme işi.
Mevlâna�ya
göre insanlar arasında O�nun dengi yoktu. Veya O bu ana dek
rastlamamıştı. Kendisi değil, başkaları da görememişti. Şems diğer
insanlarında çaresiydi. Mevlâna Şems için ; � O ruh denizinin
derinliklerin den düşüncemi uyarınca, nurun hayali açığa çıkmaya
başladı. O göz nuruydu. Aklın berraklığı, ruhun parlaklığı, kalbin
aydınlanmasıydı. Şems aklımı dinimi elimden alan evrensel bir insandı. O
her türlü mutluluğun billurlaşmış şekliydi.� Bundan böyle Mevlâna Şems
gibi kapılarını dışarıya kapatır. Bu kapıların kapalı olduğu dönem �
Olmayı � yaşadığı dönemdir. Bu hal, görme, duyma, ilhamın ötesinde bir
haldır. Azadelikten gizlenmiş, işin künhüne varma, ruhların ruhuna
karışma, kalbin bunu çözmesi sonucunda, semalara yükselme. Bu hali
yaşarken de peygamberliğin yüceliğinin farkına varma, gerçekleşir. Kim
benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost
olmadığı için herkese dost kesilir. Nakışsız bir ayna haline gelir,
değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir. Benlikten, çevreden,
eşyadan koparak gerçek benliğe ulaşmak.
Denebilir ki, Mevlâna iç
yürüyüşünün şahikalarını Şems�le keşfetmiştir. Bu aşamada derin ve
manalı bir yaşamaya geçmiştir. Kazanımı: yüksek ahlak, engin hoşgörü,
sükun bulma. Artık tasavvufi hayatın zirvesindedir. Öz benliğinde
kendini bulmuş, olgun bir ruhla yüce sevgili ile buluşmuştur. İnsana
bağışlanan olma ve bulma sınırlarının hadlerini zorlamaktadır.
Dışarıdakiler bu halin ipuçları ile yetinecektir.
Mevlâna-Şems
münasebeti, Mevlâna�nın iç dünyasında ve dış dünyasında, hal ve
tavırlarında da değişime neden olmuştur. Mevlâna�da ki gerçek değişimin
ana kaynağını bu buluşma oluşturduğuna göre sureti ve hali de bu dönem
esas alınarak tasvir edilmelidir.
Bütün mutasavvıflar gibi
Mevlâna�nın da tasavvufta şu üç ana düstura uygun yaşamıştır. Az yemek, �
Açlık Tanrı hastalarının ilacıdır�, az uyumak, az konuşmak. Bu halin
ortaya koyduğu suret ise insandan insana çok şey değişmez. Mevlâna�ya
baktığımızda , Eflaki�nin ifadesi ile � bir gün Mevlâna hamama girmişti.
Merhamet gözüyle vücuduna baktı. Vücudu iğneden ipliğe dönmüştü.
Buyurdu ki; bütün ömrümde kimseden utanmadım, fakat bu vücudumdan
utandım. Çünkü o �bir gün bana huzur vermedin diye hal dili ile kim
bilir neler söyledi, nelerde söylemeyip yiyledi. Yükümü taşıyabilmem
için beni hiç rahat bırakmadın ; bir gün olsun istirahat edip kuvvet
bulmama bile müsaade etmedin� diye ne kadar inledi fakat ne yapayım ki
benim huzurum onun ıstırabındadır.� Ve ağzından şu mısralar dökülür;
�Ben bir an rahat etsem, ruhum rahat etmez.�
Ben
cismen hiçbir an istirahat etmediğim anda, ruhum istirahat eder.
Furûzan-fer�e göre: �Sarı çehresi, zayıflığı ile beraber gayet nurani,
muhabbetli, azametli idi. Onun gözleri çok cezbeli, keskin ve
coşkunlukla dolu idi. Gözlerinin ruhundaki parıltı ile coşkunluğundan
dolayı hiçbir yaratık onun gözlerine bakmaya muktedir olmazdı; bakanlar
gözlerindeki nurun parlayışından ötürü derhal çekinir yere bakardı.�
Devlet
adamları ve zenginlerle buluşmak durumunda kaldığında oldukça sade ve
gösterişsiz giyindiğini anlıyoruz. Mevlâna hindibari denilen kumaştan
gök rengi ferace giydiği, başına bal rengi yünden yapılmış külah,
gömleğinin önü açık olduğu halde sade bir giyimle yaşadığı
anlaşılmaktadır. Giysilerdeki renk seçiminin bilinçli bir seçim olduğunu
Mesnevinin 1. ve 2. cildindeki beyitlerden anlıyoruz.
Sonuçta
1244 yılında Mevlâna ile buluşan bu esrarengiz derviş Muhammed
Şemsettin Tebriz�i Mevlâna�nın gönlünde ciddi bir ihtilale neden olur.
Mevlâna�nın bütün ince hassalarını körükler, artık bir aşk, vecd ve iman
adamı olan Mevlâna , hayatını üç safhaya böler; �Hamdım, piştim,
yandım!�
Divan-ı Kebir�den alınan şu paragraf bu hali çok net ifade eder.
Şems;� sen alimsin, saltanat sahibisin.�
Mevlâna;
�bundan sonra zahiri alemin alimi değilim. Başkanı lideri de değilim.
Senin yaktığın meş�alenin aydınlattığı akıl ötesi bir alemde yoksul ve
garip bir seyyahım.
-Bende henüz akıl vardır.
-Bundan sonra aklıma, gönlüme perde astım.
-Senin hala nefsaniyetin vardır. Makamın, mevkin, görevin var.Bunlardan kurtul.
-Bundan
sonra çekip götürdüğümle dûn aleminde mevki ve menseb aramaktayım.
Önceki varlığıma ait her şeyi terk ettim onların üzerinden atladım.
-Senin kolun kanadın vardır, ben sana kol kanat veremem.
-Bundan sonra senin kolun kanadın olmak için kendi kolumu ve kanadımı kırdım.�
Bu
iç ihtilale neden olan buluşmanın on beş ay sürdüğü, bütün gizli
sırların bu dönemde açıldığı, Mevlâna önceki hayat seyrini hamlıkla
yaftalarken, Şems�le olan dönemi pişmekle yaftalar. On beş ay sonra
ayrılan Şems�in ardından oğlu Sultan Veled�i yirmi müridi ile Şam�a
gönderir. Şems bu ısrarla tekrar Konya�ya döner. Ancak bir süre sonra
tekrar kaybolur.
Şems, Mevlâna�nın hayatında öyle bir remz�dir
ki, o gün, bugün insanlar yığınla eser ve verileri bırakıp illa da bu
buluşmanın sırrına kilitlenir. Dostları da düşmanları da hep bu buluşma
üzerinde dururlar. Bu duruma neden olan birazda Mevlâna�nın kendisidir.
Çünkü Mevlâna�nın Şems�i takdimi sıradan insan ilişkisinin çok
ötesindedir. İnsanın insana bu denli etkisinin başkaca örneği yoktur. Bu
durum Mevlâna�nın hayatına bir şoklamadır. Mevlâna feryatları ile bunun
böyle olduğunu eserlerinde anlatır. Gerek ruh planında, gerekse iki
insanın ilişkileri açısından bazı mahremiyetlerin bulunması ve art
niyetlileri harekete geçirmesine neden olan tutum birazda Sünni
geleneğin doğasından kaynaklanmaktadır. Kerbela Vakası, Sıffın Savaşı
ile ilgili tarihi Sünni tutum bu olayda da kendini göstermiştir. Eğer
Şems son olarak Konya�yı terketmiş ise sorun yok. Ancak hakikatte
Konya�da öldürülmüş, bir bilinmeze itilmiş ise, bu tutumun devreye
girdiği kanaatindeyim. Benim çocukluğumda, konak odamızda Kerbela
Vak�ası konuşulmazdı. Şems Vak�ası gibi. Herkes gibi bende tarihin
derinliğine havale ediyorum. Yapacak çok şey yok, kuru akıl yürütme
olacaktır.
�Biz Şems�in kadehiyle sarhoşuz
O�nun şarap kadehi asla bizsiz olmayacaktır.�
Mevlâna
kesintisiz sürdürdüğü bu iç yürüyüşünde Şems�le kendisini bütünleşmiş
kabul etmektedir. Denizdeki su gibi ,fakat o bu durumu saf nur olarak
nitelemektedir. Şemste kendini bir nur bütünlüğü içinde görür. Bu
gelinen nokta, bölünme, kesiklik ve eksiklik kabul etmez. Bu
kabullenmedir ki, Şems ayrılınca, Mevlâna, deliye divâneye döner. Bu
birlikten kopamaz. Bu ördüğü nur topu birliğiyle, başka bir nur topuyla
birlik kurmak açlığındadır. Bu eksiklik gidermek değil, denizi daha
büyütmek arzusudur.
Şems�ten sonra karşısına Kuyumcu Selahattin (
Selahaddin-i Zerkubi ) çıkacaktır. Beyşehir Gölü kıyısında Kamile adlı
köyde doğmuş, balıkçı bir ailenin çocuğu, Konya�ya gelir ve kuyumcuda
çırak olarak hayatını sürdürür. Bu arada Seyyid Burhaneddin�in de
mürididir. Seyyid Kayseri�den ayrılınca oda tekrar köyüne döner.
Bilahare yeniden Konya�ya gelir. Bildiği kuyumculuğa devam eder, artık
bir dükkan sahibidir. Alaattin Camii�nde de vaazlara devam eder. Mevlâna
ile karşılaşmalarında pek çok rivayet olsa da akli olan Mevlâna�yı
Seyyid Burhaneddin zamanında tanımış olmasıdır. O Mevlâna�da, Mevlâna�da
onda bir şey bulmuş olacak ki arkadaşlıkları sürerek dostluğa,
şeyh-mürit ilişkisine dönüşür. Artık Mevlâna�nın çevresinde Kuyumcu
Selahattin bir numaradır. Yükünün bir kısmını da ona devreder ve
Selahaddin artık Şeyh Selahaddin�dir. Mevlâna�dan yaşça büyük, beyaz ve
berrak yüzlü, beyaz sakallıdır. Sultan Veled �İptidanâme� adlı eserinde
onunla ilgili: �Mevlâna�nın coşkunluğu onun sayesinde yatıştı. O�nun
irşadı başka çeşitti. Erenlerden yıllar yılı elde edilen feyzi, ondan
bir nefeste almak mümkündü. Dilsiz dudaksız sırlar söyler, akla
getirmeksizin, gönül diliyle mana incileri dizerdi. Az yer, az uyur, az
konuşur, başını secdeden kaldırmaz.� Görüyoruz ki hali tasavvufun ana
esprisine oldukça uygundur.
Selahaddin�in esasta görevi bir
regülatör olmak. Mevlâna�dan aldığı yüksek enerjiyi hazmedilebilir hale
getirerek, müridlere sunmak. Bu dostluk oldukça ilerler ve Mevlâna
Selahaddin�in iki kızından biri olan Fatma�yı Sultan Veled�le
evlendirirler. Semanın ana ekseni oluşturduğu coşkulu bir düğün olur.
Mevlâna kulaklara küpe şu latif öğütleri Sultan Veled�e verir. �Bugün,
sen oğlumuzun nikahında, sana, seni denemek üzere teslim edilen, gönül
ve gözümüzün aydınlığı Fatma Hatun�un gözetilmesi için şunu vasiyet
ediyorum: umulur ki oğlumuz ona haksızlık etmez. Bir an bile kadının
gönlüne: babanın ölümünden sonra haksızlık ediyorlar diye bir düşünce
girmez, o, öyle bir kadındır ki cevherinin temizliğinden ötürü şikayette
bulunmaz, sabreder.. Fatma Hatun�u aziz tutasın, her gün ve geceyi,
bayram günü ve gecesi bilesin.�
Bu vasiyetten kadının
kırılganlığının ne denli keşfedildiğini ve bu kırılganlığa karşı erkeğin
ne denli mahirce bir davranış içerisinde bulunması gerektiğini
anlıyoruz. Evlilikten beklenenin de düğün ve bayramdan başka bir şey
olmadığını anlıyoruz. İtilmek, kakılmak, horlanmak, boşanmak bu iklimden
ne denli uzak, görüyoruz.
Anlıyoruz ki, Mevlâna Şems�in
yüklendiği hicranı, Selahaddin�in ruhuna boşaltmaktadır. Selahaddin�de
bu halden oldukça memnun olur, ancak fitne çarkı yine dönmekte ve Şems�i
çekemeyenler, Selahaddin�i de çekemezler. Selahaddin�in ümmiliği ile
alay edilir, öldürülmesi dahi düşünülür.
Mevlâna-Selahaddin
birliği onbir yıl sürer. Selahaddin�in yaşlı vücudu bu ağır yükü artık
çekemez. 1258 yılı aralık ayı, sert, çetin bir kış günü Hakk�a yürür.
Mevlâna çok üzülür ve bu yoldaşına da Şems�e yaptığı gibi yakarışlarda
bulunur.
�Bizim canımıza gelsin, senin acın, senin ağrın...�
Vasiyeti
üzerine, Şeyhin cenazesinde, neyzenler, kudümzenler, semâzenler,
okuyucular ve Konyalılar bulunur... Cenaze namazını Mevlâna kıldırır ve
Babası Burhaneddin Veled�in mezarı yanına defnedilir.
Konyalıları da ağlatan şu beyitler Mevlâna�nın dilinden dökülür.
� Firkat-ü hicrinden ey yar çerh-ü devran ağladı,
Kana gark oldu gönül, hep akl ile can ağladı.
Cebraili kudsiyanın yandı bal-ü perleri,
Enbiyanın, evliyanın gözleri kan ağladı.
Ey yazık, eyvah yazık, eyvah yazık,
Böyle bir Çeşm-i yakiyaneşek-kü vicdan ağladı.�
Selahaddin�in
ölümüne kadar bir çok şiir söyleyen Mevlâna�nın, Mesnevinin azığını da
bu dönemde hazırladığı kanaatimizdir. Mesnevi, potansiyel halde artık
Mevlâna�nın ruhunda, kalbinde yerleşmiştir. Patlamaya hazır hale gelen
Mevlâna, çağlayacağı yataklar aramaktadır. Kuyumcu Selahaddin ise
tasavvuf ehlinin muazzam bir fotoğrafı olarak tarihe düşülür.
Takdiri
bize ait olmayan, Mevlâna�nın mükemmelliğe ulaşması Şeyh Selahaddin ile
tamamlanır. Mevlâna artık oluş devrini çoktan tamamlamıştır. Artık
Mevlâna�nın bundan sonra muhatap olacağı kişilikler Mevlâna�ya bir şey
katmaktan ziyade, oluşmuş olan som cevheri işlemekle ilgilidir. Artık
Mevlâna�nın ağzından çıkan her söz, hal ve tavırları, giyim kuşamı, illa
da sözleri, hemen herkes için çok çok önemli olmuş, zayi olmaması için
elden gelen titizlik gösterilmiştir. Eserleri ve onlarca menkıbede, bu
takipçilerin kutlu meyveleri olarak toplumun ağzına, diline düşecektir.
Bu
hayat akışında önüne , Çelebi Hüsamettin çıkacaktır. Ahi-Türkoğlu,
Urmiye�den göçmüş bir ailenin çocuğu, babası Ali Muhammed, Konya ve
çevresindeki Ahi Teşkilatı Reisi olduğu için �Ahi Türk� diye anılmıştır.
Çelebi
Hüsamettin, ahi reisliğini babasından devralmış, Mevlâna�nın şemsiyesi
altına girmiş, artık mürididir. Bir tür Selahaddin�in devamıdır. Ancak
Ahilik Teşkilatını elinde bulundurması ona maddi olarak ta büyük
imkanlar bağışlamış, oda bu imkanı sonuna dek Mevlâna ve hareketinin
ayağına kıskanmadan sermiştir. Mevlâna toplumla arasıdaki ilişkiyi
Çelebi Hüsamettin aracılığıyla halledecektir. Çelebi Hüsamettin�in
Meram�daki bağı Mevlâna�nın önemli sema yeri ve hayat durağı olacaktır.
Çelebi eğitimli biridir ve medreselerde öğretmenlik yapmaktadır. Çelebi
Hüsamettin Mevlâna�dan yeterince övgü alacak ve �Şaçının her telinde
yüzbinlerce Şems asılacaktır.�
Tam da bu aşamada eğitimli birinin
Mevlâna�nın önüne çıkmış olması Mevlâna�nın sanki özel takdiridir.
�Hakikat ve kesinliğe ulaşmanın sırlarını gözü önüne koymak bakımından
dinin, temelinin temelinin temelidir� denilen Mesnevi bu Ahi Türkün
kucağında doğacaktır.
Bu akışta Mevlâna�nın bugüne kadar yaşadığı
şiirler, gazeller bir divanda toplanır ve � Divan-ı Kebir � olur.
Çelebi Hüsamettin artık ısrarlıdır. Geçmişte örneği görülen Mesnevilere
bir yenisinin eklenmesi için elinden gelen gayret ve ısrarı gösterir.
Meram bağındaki konağında bu ısrarlı talebini Mevlâna�ya açar:
�Sultanım! Gazel tarzında bir çok şiirler tanzim buyurdunuz. Divan hayli
büyüdü. Eğer Hakim Senai�nin İlahiname�si, Feridettin Attar�ın
Mantıkk�ut Tayr�ı vezninde bir eser yazsanız aşıklarımıza can yoldaşı
olacaktır. Artık gönüller sizin eserinizle dolacaktır. Buna himmet,
efendimizin pek bol olan lütuf ve inayetine kalmıştır.�
Mevlâna
buna çoktan hazırdır. Denir ki, tebessüm etti. Sarığının kıvrımları
arasından bir kağıt çıkararak Çelebi Hüsamettin�e uzattı. Mesnevinin
muhteşem ilk onsekiz beyiti bu kağıdın hülasasıdır, denmektedir.
Devam edecek....
(
Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -4 başlıklı yazı
HayrettinYazcı tarafından
21.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.