Bunun herhangi bir başı yok ki! En iyisi ortasından başlamak. Çünkü hayatımın en önemli dönemlerinde Anadolu’nun ortasında gezen birisi için daha iyi bir şey olamaz diye düşünüyorum. Bir amaç için değil gerçekten, serseri gibi; aslında onun biraz daha paralısı…
Gençlik ile yetişkinliğin arasındayım. Her zamankinden daha fazla hücum etmeye başladı düşünceler. Düşünceler… Her zaman yoluma engel olan o düşünceler. Beni sımsıkı saran, nefes dahi aldırmayan o düşünceler. Biraz saçma ama bazen hiçbir şey düşünmemeyi bile istedim. Geri zekalı olmayı bile istedim ciddiyim. Her hareketin sonrasını, farklı bir öncesini ve onun da farklı bir sonrasını hesaplayarak geçer mi bir ömür? Bilemiyorum. Her zaman böyle oldum. Başkaları olmaktan kendim olamadım bir türlü. İyi bir insan olmak gibi de bir gayretim yok, hiçbir zaman da olmadı zaten. Neysem o oldum; adını ‘iyi’ koydular. Hareketlerime bir anlam vermek istemedim. Yoğun bir çocukluktan çıkıp ergen olduğum da karşı cinsten fazla bir şey de beklemiyordum zaten. Aşık olduğum kızlar kendi kendimin bir kopyasıydı sadece. Cinselliği ise dengesiz arkadaşlardan öğrenip birden hayatın ortasında buldum kendimi liseden mezun olunca.
‘…özgürüm artık mutluyum!’ cümlesi geçen bir şiir bile yazmıştım ne saçmalık! Eğer hayatımızda her şeyi tüketen bir şey varsa o da hayatımızın ta kendisidir. Ya da zaman; ne biliyim değişim işte. Alışkanlıklarımız, olmak isteyip de olamadığımız her şey zamanın suçu. Bu yüzden ben insanları iki gruba bile ayırdım kendi zihnimde. Erkenciler ve geç kalanlar! Tabi ki geç kalanlar grubundayım. Gençlik dediğimiz şey nasıl yaşanır bilmiyorum ama ‘yaşayamadım’ da demek istemiyorum. Belli ki yaşadım da bu güne geldim. Gençlik insanın aklının başında olmadığı bir evre olduğu için yaşadığım bütün anları hafızasına kazımış bir deliyim ben. Özellikle de kötü anılar üst sıralarda. Bazen jenerik sesleri gelir ansızın.
Şimdi ise gençlik ile yetişkinlik arasında bir yerdeyim. Hiçbirine de yakın hissedemiyorum kendimi. Her şeyin ortasında hayatın bile ortasında olmak böyle bir şey olsa gerek. Cesaretsizliğimden ötürü hep kenarlara kaçan, mücadele etmeden kenardan kenardan hayatı izlemiş biri olduğum için… Bütün bunlara rağmen hala umudumu da kaybetmemiş olmama da şaşıyorum doğrusu.
Kamu da memur olarak çalışıyorum. Görevim gereği hep ücra yerlerdeyim maalesef. ‘Şehir hayatı’ denen şeyi hiçbir zaman öğrenemeyeceğim bu yüzden. Akşam saat on dedi mi çarşısında her yer kapanan yerlerde yaşıyorsan arada kalmışsın demektir. En azından ben böyle hissediyorum. Hele köy hayatı! Bekarsan evden dışarı çıkamıyorsun zaten. Hep yüksek sesle konuşan insanların arasında günler geçirmek işte. Her türlü imkanın olduğu yerde yaşayıp köy edebiyatı yapmak kolay. Ne dediğimi anca yaşayanlar anlar. Filmlerde izleyenler afedersiniz bir bok anlamaz. Kışın iki metre kar yağmadıysa evinizin önüne ve tünel misali yol açmadıysanız bahçenizden ana yola doğru; dediklerimden hiçbir şey anlamayacaksınız demektir.
İşte bütün bunların birleşiminden doğdu kaçak yapısı ruhumun. İlk terk edilişimi duyduğumda hiçbir tepki verememiştim. Beni doğuran kadının, abimi ve beni küçük yaşta bırakıp gitmesini aklım almamıştı ve hala da almıyor. Sonra platonik sevdalar, reddedilmeler, maddi yokluklar vesaire. İşte bütün bunların birleşiminden oluşan kendimi, artık saklıyorum insanlardan. Sadece gün geçtikçe yaşlanan dış bedenim görünüyor gözlere o kadar daha fazlası yok.
Gezmek istiyorum. Nedensiz, sebepsiz heryere izlerimi bırakarak gezmek istiyorum. Bir an için bakışlarına takılıp insanların; hiç tanımadığım insanlarla göz göze gelmek istiyorum. Tahmin etmek istiyorum yüzlerinden acılarını ve sevinçlerini kaydediyorum bilinçaltımın en dipsiz kuyularına.