Gürültüden durulacak
gibi değildi. Her odadan ayrı ayrı çığlık sesi geliyordu. Gerçi mesleğinde on
yılı devirmişti ama bir türlü alışamamış gitmişti bu acı yüklü feryatlara.
Duygularını zaman içinde törpülemesine rağmen yine de ara ara burkulurdu
yüreği.
Her bir hastasının ayrı
idi hikâyesi: Şiddet görüp aklını yitirenden tut, tecavüz mağduru kadınlar ve
daha kimler kimler…
Günlük vizitesi
başlayacaktı birazdan. Aslında uyguladığı tamamen bir prosedürden ibaretti,
çünkü yoktu değişen bir şey. Tek değişiklik, ilaçların dozajındaki fark belki
de ilaç isimlerinde yapılan değişiklikti. Tabii ki terapiler ve uygulanış
stilleri de ayrı husustu ama psiko terapilere gelene kadar öncelikle ağır
vakaların ilaçla tedavisi sağlanıp, hastanın hayata uyumu sağlanıyordu. Bir de
durumu iyiye giden hastaların ziyaretçilerine gelip görmeleri için izin
veriliyordu. Zira tamamen hayattan kopuk hastalara ziyaretçi yasağı vardı çünkü
bu süreçte yalnız kalmaları gerekiyordu.
Düşüncelere dalıp
gitmişti yine genç adam. Hep sorardı kendine, bu mesleği neden seçtiğini.
Aslında cevabını çok iyi biliyordu ama bir türlü itiraf edemiyordu.
Kapının vurulması ile
sıyrıldı düşüncelerinden.
-Girin, dedi.
Hemşire oldukça telaşlı
görünüyordu, zaten normalde bu saatte doktorun odasına nadir gelirdi. Belli ki
olağan dışı bir durum vardı. Ve söze girişti hemşire:
-Hocam, size
ihtiyacımız var, mümkünse bir bakar mısınız?
Belli ki 402 numaralı
odada yatan hastada yine bir sorun çıkarmıştı. Bazen aşırı dozun etkisiyle
sorun yaşanıyordu. İleri bir depresyon vakasıydı. Aylardır sürüyordu tedavisi.
Geçirdiği kazanın etkisiyle, uzun süredir tedavi görüyordu. O güne değin tek
bir kelime çıkmamıştı ağzından. Aylardır uyutuluyordu. Üstelik ne arayanı ne de
soranı vardı. Varlıklı bir aileden geldiği belliydi ki; ödemeler vaktinden
evvel yapılır, ayrıca ekstra olarak sus payı verilirdi hastane çalışanlarına.
Soyadını bilen fazla kişi yoktu. Sadece yaşlı bir kadın iki ya da üç kere
gelmiş, genç kızın gereksinim duyduğu üç beş parça giyecek getirmişti.
Geldiğinde de durumu hakkında gerekli bilgiyi alır ve umarsız bir şekilde çekip
giderdi.
Şaşırmış bir ifadeyle
hemşireye baktı doktor, belli ki rutin bir gün değildi onu bekleyen.
-Hastamızda çok büyük
değişiklik var, efendim, diyen hemşire yine telaşlı bir hale bürünmüştü. Ve
sonunu getirdi konuşmasının.
-Hocam, Merve Hanım
kendine geldi ve kahvaltı yapmak istediğini söyledi ve de bahçede de yürümek
istiyormuş, gelip görmelisiniz.
Bu, tıbben büyük bir
gelişmeydi ama yanıltıcı da olabilirdi, zira depresyon vakalarında manik
atakların olması oldukça olağan ve sık karşılaşılan bir durum idi. Hem doktor
hem de hasta açısından hata payı taşıyordu iyi bir gözlem yapılmadığı takdirde.
Peşin hükümlü olmak hastanın intihara sürüklenmesine bile yol açıp, hayati risk
taşıyabilirdi. Hastanın yakın takibi ve gerekli tetkikler gerekliydi,
konsültasyon gerekebilirdi çoğunlukla.
Kısa süre sonra
odadaydı Merve’nin doktoru. Bir iki dakika içinde ekip tamamlanmıştı. Aylardan
beri ilk kez yatağın içinde doğrulmuş, kahvaltısını etmekle meşguldü. Öyle ki,
etrafındakiler umurunda bile değildi. Alışkında zaten bu tip durumlara; öyle ya
içki alışkanlığından kurtulmak için az haşır neşir olmamıştı doktorlarla. En
kötü ihtimalle iki üç ay yatıp çıkar, eski hayatına geri dönerdi. Yalnız ters
giden bir şeyler vardı. Kendisi durumun farkında olmasa da, endişe içindeydi
vizitedeki doktorlar. Yaşadığı bunca olaydan sonra, aşırı mutluydu genç kız;
sanki tatile çıkmış, bir otel odasında dinleniyormuşçasına rahat ve mutlu
görünüyordu. Büyük ihtimalle olayı hiç yaşamamışçasına, bilinçaltına atmıştı,
ayrıca oldukça da sakindi.
-Merve Hanım, nasılız bu
gün, diye sorunca, klinik şefi:
-Annemi çok özledim,
dünden beri; öyle ya her gün gelse bile doyamıyorum ona. Bu arada bavullarımı
hazırlayacağım, izin verin de hazırlanayım; uçağım iki saat sonra. Hadi çıkın
artık odadan, hemen bir taksi çağırın, acele edin beyler.
-Şey, anneme söyleyin
gelsin, hadi ama…
Basit bir depresyon
vakası gibi görünen durum, şimdi oldukça komplike bir hal almış görünüyordu.
Aniden genç kız kata tonik halden çıkıp,
şiddetli bir ağlama krizine girdi. Uyandığı andan itibaren sürekli farklı ruh
hallerine bürünüyordu. Gerçek olan bir şey vardı ki; bastırmaya çalıştığı olay
ve duygu durumu artık yüzeye çıkmaya başlamıştı.
-Onu ben öldürdüm, ben
yaptım, benim yüzümden öldü…
Geçirdiği sinir krizi
aslında iyiye işaretti. Eninde sonunda gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyordu, aksi
takdirde şoktan çıkması mümkün olmayacaktı. Perişan halde, bağırıyordu bir
yandan. Belli ki, tedavi süreci işe yaramıştı; ilerleyen zamanlarda uygulanacak
terapi ile eski yaşantısına dönmesi oldukça muhtemeldi, tabii ki içkiyi devre
dışı bırakıp yola onsuz devam edecekti.
Birer ikişer boşaltılar
odayı. Hemşire sakinleştirici iğneyi yapıp, usulca çıktı diğerleri gibi.
Ağlamak sakinleştirmişti Merve’yi. Aylarca gördüğü kâbuslar aslında gerçeğin ta
kendisiydi. Kazayı her gün her gece yaşıyordu. Aralarda uyansa da devam
ediyordu kabus. Gerçeği kabul etmek artık tek çaresiydi. Nasıl ki terk
edilmişliği koca bir gerçekse, kaza da kabul etmesi gereken bir diğer gerçekti.
Gittikçe uyuşmaya başladığını fark etti, ama en azından yüzleşmişti olanlarla;
her ne kadar aylarca inkar etse de, gerçeği kabullenişi iyiye işaretti.
Ayrıca bir an evvel
buradan çıkıp, halletmesi gereken yarım kalmış bir işi vardı: Benliğinin
yarısı, her şeyin tek sebebi o aşağılık kardeşi. En kısa zamanda buradan çıkıp,
onun hayatını cehenneme çevirecekti. Nasıl ki, kendi hayatı bir cehennemden
farksızdı, ödetecekti bunu ona, onun da hayatını cehenneme çevirecek ve tüm
intikamını alacaktı.
Her ne kadar olayın tek
sorumlusu kendisi gözükse de, kazada kimin parmağı var, bunu kanıtlayıp, ispat
edecekti cümle aleme. Bakımdan yeni çıkmış bir arabanın freni nasıl oluyor da
tutmuyordu. Evet, amacına ulaşmıştı Pınar: Kazaya sebebiyet vermiş ve annesinin
ölümüne yol açmıştı ama unuttuğu bir şey vardı, kız kardeşi sandığından akıllı
ve sağlıklıydı. Her şeyin hesabını verecek ve çok pişman olacaktı aç
gözlülüğüne…